Benim hikayem yazılanlardan biraz daha farklı. Sürekli aşırı muhafazakar olarak tabir ettiğim bir aileye sahip olduğumu düşünürdüm fakat yazılanları okuduktan sonra bakış açım değişti. Küçük yaşlardan itibaren din adı altında namaz, oruç özendirildi. Giyimime ve hareketlerime pek fazla karışılmazdı. Buluğ çağına erdiğimde birden askılı tişörtler yarım kollulara, şortlarımsa kaprilere dönmeye başladı. Alışverişe çıktığımızda “O dar” “Onun yakası açık” “Onu giyemezsin üzerinde resim var, melekler giremez” diyerek kısıtlamalar başladı. Neler olduğuna pek anlam veremedim.
Hiçbir zaman başörtüsü konusunda baskıcı olamadılar, sanırsam benim dik başlı olmamdan kaynaklı. Namaz ve oruç konusunda yaptırımlara maruz kaldım. İlk zamanlar çok severek yapardım, öyle öğretilmişti. Baskıcı bir hal almaya başladıkça ters tepki oluştu bende. Kaç kere seccadenin üzerine abdestsiz oturup babamın kapı araladığından izleyip gitmesini beklediğimi bilirim.
Bir gün karşı gelme cesareti gösterdim; işte isyan başlangıcına imza attığım tarih odur. Babam beni karşısına alır konuşurdu, kader üzerinde. Anlamlandıramazdım çünkü, cüz’i irade, külli irade meseleleri. Yine tartıştığımız esnada “Hiç okumuyorsun.” dedi. O günden sonra benim için yeni bir sayfa açıldı, okumaya başlamıştım. Sorgulamaya. Elimde sayısız kaynak var, Elmalılı Hamdi Yazır’dan Sahih Buhari’ye kadar uzanan bir skala. Bizzat din âlimlerinden hadis ve tefsirlere kadar detaylı olmasa da inceleme yaptım. Mantığımla uyuşmadığını fark ettim. Geçiş döneminde çok fazla sancı çektim, neden sırf kadınlardan hoşlandığım için cezalandırıldığıma dair. İki kişiliği aynı anda yaşayamazdım. Yavaş yavaş kendi benliğimi oluşturdukça bir birey olduğumun farkına vardılar.
Kendi iplerinizi salmayın, başkasına kukla olursunuz. Herkesin sorgulayarak inanca ya da inançsızlığa varması dileğimle iyi günler.
(Görsel: Aleksandra Waliszewska)