11 yaşında benim için o mavi şal, saçıma taktığım bir tokadan farksızdı.

Kapandığımda henüz 11 yaşındaydım. Babam dinine çok düşkün bir adamdır. Ben de bir sene öncesine kadar öyleydim. Sırf babam benimle gurur duysun diye kapandım desem yeridir. Tabii aynı zamanda ailedeki ve akrabalardaki herkes kapalı olunca açık olma ihtimalini bile düşünemiyorsunuz. En azından benim için öyleydi. Kapanmak bir tercih değil mecburiyetti.


11 yaşında benim için o mavi şal, saçıma taktığım farklı bir tokadan farksızdı. Bir aksesuardı. Bunun ne kadar ciddi bir şey olduğunu göremedim. Zamanla ciddiyetinin farkına varsam da açılma fikrinden hep uzak tuttum kendimi. Bir anlık aklıma gelse hep kızdım kendime. Her şeyden önce doğru olan bu dedim kendime. Oysa doğru dediğimiz nedir ki? Doğru kime göre doğrudur, neye göre doğrudur? Kabul ettiğim bu doğrunun bana yalnızca yaşadığım coğrafya, toplum, aile tarafından verildiğini bir sene önce anlamaya başladım. İslamiyet’i bile ben seçmemiştim. Aslında hiç birimiz seçmemiştik. Biz onunla doğmuştuk.


Bir sene önce bir akşam babamla erkek kardeşimin tesettür hakkında tartışmalarına kulak misafiri oldum. Babam, kardeşime tesettürün kadınların kendilerini korumaları için gerekli olduğunu söylemişti. O gün neden kapalı olduğumu sorgulamaya başladım. Çünkü kendini koruyacak fiziksel yeterliliğe sahip kadınlar da vardı. Öyleyse onlar saçlarını rüzgarda savurabilir miydi yani? Derinlemesine bir araştırma yapmaya başlamıştım. Birçok sebep sunuluyordu kadınların başörtüsü takmaları için. Güzelliklerini gizlemek ve yalnızca bir erkeğe, evlendikleri adama göstermek örneğin. Hiç adil değildi bu. Bir erkeğin tüm güzelliği ortadaydı öyleyse. Üsluplu giyinirsem yine saçlarım açık olsa olmaz mı, diye düşünmeye başladım. Ama buna karşılık da erkeklerin kadınların saçlarından da son derece etkileneceği söyleniyordu. Peki ya bir kadın, bir erkeğin saçlarından etkilenmez miydi?


Her şeyden önce bir kadın neden üç beş abaza için kendini tesettüre sokuyordu? Ki başörtüsü sadece bu konularda kısıtlamıyordu beni. Örneğin benim sesim güzeldir, şarkı söyler gitar çalarım. E tabii kadın sesi de haram olunca, başörtüsüyle İslam’ı sembolize eden ben; Müslümanlığı kirletiyordum kimilerine göre. Ya da bir erkekle yalnızca selamlaşsam dahi hemen orospu oluyordum. Bunların yükü çok fazlaydı. Resmen yaşama hakkım elimden alınıyordu. Bu yük küçükken saçıma taktığım renkli tokalar gibi hafif değildi.


Şimdi 17 yaşındayım. Üniversite sınavına hazırlanıyorum. Müzik öğretmenliği için yetenek sınavlarına çalışıyorum. Hayalim İzmir’de okumak. Özgür olmam için son bir sene kaldı. Daha da az… Babama da anneme de bir cesaret açılmak istediğimi söyledim. Annem destekledi. Önemli olanın insan olabilmek olduğunu söyledi bana canım. Babamsa bana orospu muamelesi yaptı. Büyük bir kavga ettik birkaç ay önce. Şu an aramız iyi fakat okul bitince bir büyük kavga daha edeceğiz sanıyorum ki. Belki evlatlıktan reddedecek beni. Ama biliyor musunuz, artık umurumda değil. Bu benim hayatım. Benim kararlarım. Ne olursa olsun saçlarımı rüzgar okşamadan gitmeyeceğim bu hayattan. Bir erkek kadar özgür olacağım ben de. Benden çaldıkları çocukluğumun, 7 senemin kederlerinin üstüne kocaman mutluluklar ekeceğim. Onlara inat pes etmeyeceğim. Çok az kaldı. Ben olmama, kendim olmama çok az kaldı… Çok az…

(Görsel: Joan Miró)

“11 yaşında benim için o mavi şal, saçıma taktığım bir tokadan farksızdı.” için 3 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir