Çılgındım ama gizliydim; her şey o dört duvarın içinde gizliydi.

Tam 17 yaşında, gençliğimin en deli yıllarında kapandım. Biraz şanslıydım ki ailem ve çevrem tarafından herhangi bir baskıya maruz kalmadım. Ancak ailemin düşünde hep daha oturaklı, daha suskun, erkeğe karşı dikleşmeyen, boyun eğen bir kız çocuğu vardı. Orta halli bir muhafazakarlıktı onlarınki. İslam’ı yalnızca kadının bedenine atfeden ucuz bir zihniyet.


Oynamakta olduğum futboldan vazgeçtim. İçimdeki çocuğu öldürmeye ramak kala bir şeyler yapmalıydım. Lise çağım bittikten sonra bir kaçıştı benimkisi, tercihim şehir dışı üniversite. Gecenin 6‘sında verdiğim o karar belki de şu an bu konumda olmamın en temel sebebi. Tedirginliğim ve korkularımla yüzleşmek. Kendimi hatırlamak için bunu yapmalıydım, yapmak zorundaydım. Hayatımın en güzel telaşlarını yaşadığım dönemlerdi. Bir başıma ayakta durmalıydım. Eğitimimi alıp daha yenilmez bir başkaldırış yapmalıydım.


Üniversitede seçtiğim bölüm Sosyal Hizmetler’di ve aldığım dersler doğrultusunda zaman içerisinde içimde bastırılmış bütün düşünceler açığa çıktı. İnsanın içinde bulunduğu durumları yıllar boyu içselleştirmesi ve sırf beraberce yaşayabilmek, gruplara dahil olmak, hatta belki de yalnız kalmamak için kendine yaptığı bu işkence; affedilir bir şey değil. Kaybolan yılların, anların bir daha yaşanamayacak olması, telafi edilemeyecek kadar güzel anların yaşanması ve daha nicesi…


Arkadaşlarımın yanında geri çekilişlerime, eğreti duruşlarıma, kendimi bir yere yakıştıramayışlarıma ve en çok da kendime kızgındım. Artık fiziksel bir yorgunluk yerine ruhani bir dermansızlık belirmişti benliğimde. Aynaya baktığımda gördüğüm kadın ben değildim. Toplumun bana yakıştırdıklarıydı. Süslenirdim, taraktan mikrofon yapıp şarkılar söylerdim; çılgındım ama gizliydim. Her şey o dört duvarın içinde gizliydi. Ben o örtünün hakkını veremiyordum. Evet, belki namaz kılmıyordum ama hayvanları çok seviyordum. Dinin üzerimde kurduğu bu zorbalıktan kurtulmak istiyordum. İnsan ahlakıyla da varolabilirdi bu evrende. Benim imanımın ölçütü o örtü olmamalıydı. Ve olmadı da.

Bu kararı vermem tam üç buçuk senemi aldı. Artık mezundum. Ailem bir şeylerin farkındaydı. Ama kendilerine itiraf edemiyorlardı. Çünkü ben onların başını öne eğecektim. Çünkü edepsizlik yapmıştım. Hayatım boyunca toplasan 3 kez dahi görmediğim insanların, yaptığım bu eyleme bu denli tepki gösterişleri beni çileden çıkartıyor, bir yandan da kendimi tebrik etmeme sebep oluyordu. Başarmıştım.


O akşam kendime kırmızı bir şapka aldım, taktım. Gidiyordum Yalova’ya, burada yapamazdım. Bütün esnaf, bütün komşular bana bakacaktı. Ama yapmalıydım. Giyindim, annem şaşkın gözlerle bana bakıyordu “Yapma” der gibi, aslında o da babamdan korkuyordu. Ama o korku tükenmişti içimde; ya şimdi çıkacaktım ya da bir daha asla başkaldıramayacaktım. Babamı aradım ve gideceğimi söyledim. “Dikkatli ol canım kızım” dedi. Ardından “Başörtümü çıkardım baba öyle gidiyorum” diye ekledim. Yüzüme kapattı. O suratıma kapattığı telefon, bana bütün sırt dönüşlerinin toplanmış haliydi. En çok sevdiğim, aşık olduğum adam; babam, artık beni istemiyordu. Benimle gurur duysun diye her türlü zorluğa kanat geren ben, bir senin gözünde gözde olamadım babacım. Ama olsun, bir gün sen bile şaşıracaksın.


Annemi öptüm ve çıktım evden. Sanki ikinci doğuşum gibiydi. Nefes alışım hiç bu kadar batmamıştı göğüs kafesime. Hiç bu kadar zor olmamıştı adım atmalarım, nereye bastığımı bilemeyişlerim. Feribota son bir dakikam vardı. Yağmur öyle güzel yağıyordu ki. Feribot kaçsaydı da olurdu. Ben artık özgürdüm. Ayaklarım su içindeydi ama ben özgürdüm. Çekip gittim belki evet, ama ben özgürdüm. Gözlerimi kapatıp göğe bakışım, yüzüme damlayan her yağmur tanesi bana beni geri verdiler sanki. Ben buydum. Bulmuştum kendimi. Şimdi kendimden özür diliyorum; affet yüreği çocuk, çehresi sert kadın. Yandığın, yakıldığın yerden öpüyorum…

**Yazıyla beraber paylaştığımız görselin kime ait olduğunu bulamadık. Biliyorsanız kaynağıyla beraber yorum bırakabilirsiniz.

“Çılgındım ama gizliydim; her şey o dört duvarın içinde gizliydi.” için bir yanıt

  1. Ahh ne yazmışsınız yüreğinize sağlık. Kendi olma cesaretini göstermiş iki kadın Yalova’da karşılaştık bile belki kimbilir? Bu bana epey düşündürdü yanıbaşımızda nice hayatlar var biz hiç bilmiyoruz. Otobüste yanımızda oturan kişinin içinde belki ne fırtınalar kopuyor. “Kimsenin vakti yok durup ince şeyleri düşünmeye” Sevgilerle <3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir