“Mavi yaz akşamlarında,
özgür, gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr.”
Arthur Rimbaud
Baba ilgisinden uzak, psikiyatrik tedavi sürecinde bir anne ve engelli kardeşlerle yitik bir çocukluk geçirdim. Babamın hep fiziksel ve psikolojik şiddetle harmanlanmış öfke nöbetlerini ve yalnızca kısıtlamalarını aktarmak için benimle konuştuğunu hatırlıyorum. Annem ise bastırıldığı hayata bütünüyle teslim olmuştu ve ezilmişliğinin acısını bana zorbalık ederek çıkaran yapısıyla hayatımda yer alıyordu. Okula başlayışımla beraber kıyafet kuralları bana da aktarılıyordu. Dedemlerle yaşadığım zamanlar istediğim gibi giyinirken, babam ortama geldiğinde tüm üstüm başım kontrol ediliyordu ve ‘huzuruna’ öyle çıkarılıyordum. Normalde başörtüsü konusunda rahat olan annem onu görünce panikliyor ve ne giyeceğini şaşırıyordu. O da babam tarafından kapanmaya zorlanmış, eğitimi engellenmiş, şiddetle boğuşmuştu. Erken ergenlik yaşlarımda gördüğüm baskının dini kurallarla ilgisi yoktu. Babam Türkçü ideolojinin içerisinde aktif rol alan biriydi, arada alkol aldığı da olurdu. Sürekli erkek olmadığımdan yakınır, bana askeri nitelikleri öğretirdi. Aramızda tek iletişim de buydu. Beni sevmesi için erkekleri taklit eder; öldürme arzumdan, silah bilgimden bahsederdim. Yaratıcı kavramını ise anneannemden almış ve benimsemiştim. Yunus Emre’yi, kıssaları, yaratılış öyküsünü ilk kez ondan duydum. Yaratıcıyı çok seviyor, sürekli onunla konuşuyor, dünyadaki haksızlıkları ona şikâyet ediyordum. Ergenliğe girdiğimde lise tercihlerinin yapılacağı dönem yaklaşmıştı. Babam liseye gidebilmem için pek çok şart koşmuştu. Mahalledeki okula gitmem, etek giymemem, internet kısıtlamaları gibi. Puanım çok iyi olduğu için kendi başıma geçiş yaptım. Geçiş zamanı ise babamın bir tarikatla tanışma zamanına denk geliyor…
Babam süratle sohbetlere gitmeye başlamış, arkadaş çevresi değişmişti. Liseye devam edebilmem için dini eğitim veren bir yurtta kalmamı istedi. Yakın olduğum birkaç arkadaşım da burada kalıyordu, dert etmemiştim. Apar topar evden uzaklaştım, nasıl bir dünyaya adım attığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kaldığım yurt köktencilerin çocuklarının ağırlıkta olduğu bir yerdi. Özel alana karşı bir hassasiyet yoktu burada. Dolaplarımız karıştırılır, makyaj malzemeleri gibi eşyalar alınıp gözetmenin odasına götürülürdü. Akşam toplantı salonunda bu malzemeler çöp gibi ortaya boşaltılır ve kınanmamız sağlanırdı. Koskoca yurtta başı açık olan bir tek ben ve iki oda arkadaşım vardık. Kapriyle yemeğe indiğim için herkesin içinde azar işittiğimi hatırlıyorum. Sabahları herkesten erken kalkar, rimel sürdüğümüz belli olmasın diye gizlice çıkardık. Çizim yapmam gözetmen kadınları rahatsız ederdi, bana gelip “Onları diriltebilir misin?” diye kızarlardı. Öğrenciler ise bizi aralarına almıyor, her fırsatta ‘dinsizliğimizi’ vurguluyorlardı. Bu sıralarda evde de işler değişmişti. Annem, babamın isteği ile sadece siyah giyiniyor ve bana her zamankinden daha hırçın davranıyordu. Babam ise yüzüme bakmıyor, görünüşüme –özellikle saçlarıma- sürekli hakaret ederek öz saygımı ve kendime olan beğenimi yok etmeye çalışıyordu. Arkadaşlarımın ailelerinde durum pek farklı değildi. Art arda ikisi de kapandı, mutsuzlardı ve bana karşı soğuk davranıyorlardı. Artık tamamen yalnızdım.
Bir gün görevli gelip “Sana mektup var” dedi. Babamdan gelmişti, ilk kez ondan böyle bir ilgi gördüğüm için çok heyecanlıydım. Mektupta bana karşı övgüler ve neden kapanmam gerektiğine dair ‘ibretlik hikâyeler’ vardı. Gözlerim dolu dolu mektubu çantama koydum. Yüreğimi ısıtan; kendimi erkeklerden korumam gerektiğini söyleyen cümleler değildi, ilk kez kızı gibi hissetmiş olmaktı. Onu arayıp mektubu için teşekkür ettiğimi, çok mutlu hissettiğimi fakat bunu henüz düşünmediğimi anlattım. Bir anda hakaretler havada uçuştu. O telefondan sonra ihtiyaçlarımı karşılamamaya başladı. Kıyafet almam gerektiğinde ancak tesettür giysileri için para verebileceğini söylüyordu, telefonum kırılmıştı ve çaresiz hissetmeye başlamıştım. Bu sırada yurttaki kızlar sürekli onun beni ne kadar düşündüğünü anlatıyor, asiliğimden ötürü beni suçluyorlardı. Bir gün gözetmen beni odasına çağırıp “Bir deneyelim bakalım, çok güzel olacaksın” dedi. Başımı örttüğünde ilk aynaya baktığım anı hatırlıyorum. “Bu ben değilim” demiştim. Çok rahatsızdım. Bone kulaklarımı sıkıyor, boynum ise bir atkı dolamışım gibi terliyordu. Kızlar odaya doluşup bana sarıldılar. Oda arkadaşım gelip fotoğrafımı çekti ve anneme attık. ‘Hayırlı olsun’ dileklerinden sonra benim adıma karar verilmişti bile. Ailem memnundu. Yurt memnundu. Ben değildim. Kimse bir kez bile nasıl hissettiğimi sormadı. Devamındaki yıllarda bunu konuşmaya çalıştığımda “Kapanmasaydın, kendin kapandın, biz zorlamadık.” diyecekti annem hep. Gerçek, sürekli bile isteye çarpıtılacak ve vicdanlar böylece rahat edecekti. Hâlbuki baskı kodlarıma kadar beni kuşatmıştı. Seçim şansım olmadığını çok iyi biliyordum çünkü.
Sınıf arkadaşlarım şaşırmıştı fakat sorgulamadılar. Görüşlerimin değiştiğini düşünüyorlardı fakat değişen tek şey görüntümdü. Bakışların, önceki dönemde keyif aldığım her şeyi gizli gizli yapmanın, sohbetlerdeki gizli imaların gün geçtikçe beni bitirdiğini hissediyordum. Kendime zarar verdiğim, intiharı düşündüğüm çok zaman oldu. İki yakın arkadaşım ise kendi dönüşüm rehavetlerini atlattıktan sonra kendilerine karşı dürüst olmaya başlamışlardı. Bunun baskıyla yapıldığını söylemek belki de kendine yaklaşmanın ilk adımıydı. Daha sonra biri kendi olma şansını yakalarken diğeri baskıcı biriyle evlendirildi, hayalleri yarım kaldı. Oda arkadaşlarım geceleri açık elbiseler giyip gezmeye gider, sabah ise başörtüleri ile okula giderlerdi. Onlara hiç katılmadım çünkü benim için mesele yapmak istediklerimden çok daha önemliydi. Bu ikiyüzlülüğün içinde olmak insanlık onurumu incitiyordu. Kaçış ve kabulleniş birbirine sürekli galip gelen terazi küfeleri gibiydi. Sosyal medyadan dahi silinmiştim. Olmak istemediğim biri gibi davranmak kalbimi çok kırıyordu. Kafesteki bir kuştum ben, bunu hep hatırlattılar.
Bu konuyla alakalı yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Babam sürekli başörtü kullanmayanlara karşı nefret kusuyor ve onlara yapma hakkına sahip olduğunu düşündüğü eylemlerden söz ediyordu. Ev hapsi, şiddet bunların başındaydı. Başörtümü hiç çıkarmadığım halde yine de bunlara maruz kaldım. Asi olduğumu, beni eğiteceğini söylüyordu. Üniversiteye bin bir kavga ve yaptırımdan sonra başladığımdaysa gözü hep üstümdeydi. Bileğimin gözükmesi, açık renk giymem, taktığım bir kolye öfke nöbeti geçirmesine yetiyordu. Üzerimde bir yönetici olduğunu ve evlenene kadar ona itaat etmem gerektiğini sürekli vurguluyordu. Ona göre beynim yıkanmıştı, Allah beni sevmiyordu. Şeytanla bir olduğumu çok kez söyledi. Okul saatlerimi inceliyor, beni okula götürüyor ve ben binaya girene kadar bekliyordu. Arkadaş edinemedim, üniversitenin ilk yılı biriyle çay içmeye korkardım. Beni görüp okuldan alacak diye ödüm kopardı. Dersim bitince kalbim pır pır halde koşarak eve giderdim. Bu sürede kendimi geliştirmeye yöneldim; çokça okudum ki umudum olsun. Başka dünyalar tanıdım, daha da önemlisi kendimi tanımaya biraz olsun yaklaştım. Artık kendime küçük özgürlük alanları oluşturmaya çalışıyordum. Ders programımı değiştiriyor, birkaç saatlik dışarı çıkıyordum. Saçlarıma hava aldırıyor, boynumu açık bırakıyordum en azından. Bu benim için öyle kıymetliydi ki. Kendim için attığım tek bir adım dahi beni güçlü kılıyordu. Fakat bir yandan giyim biçimime olan hakaretler çevremde sürdü. Okulda önden görünen saçlarım büyük mesele olabiliyordu mesela. Ev ise bambaşka bir dünyaydı. Babamın olduğu her yerde onun istediği gibi giyinmek zorundaydım. Boğuluyordum fakat kıyıya çıkmak için umudum vardı. Çok korkuyordum, senelerce süren hakaretler kendimden nefret etmeye başlamama sebep olmuştu, ufacık bir gerginlikte gözlerim doluyor ve mücadeleden kaçıyordum. Gözlerimi kendime karşı açan şey ise aşkı tatmaktı. Aşık oldum, çok aşık oldum.
Başlarda bu kişi dahi beni eleştiriyordu, kalbim kırılsa da ona kızmadım. Artık insanların bunu neden yaptığını biliyordum. Toplum, aile, inanç sürekli bunu telkin ettiğinden insanlar otomatik tepkiler edinmişlerdi. İyi örtünemememizden biz suçluyduk, inancımız yetersizdi. Biz 28 Şubat’ta bizim için savaşanları yarı yolda bırakan hainlerdik. Hiç görmediğim bir siyasi sürecin uzantısı beni çevremde bir ayrıksıya dönüştürmüştü. Ne kendim olabiliyor ne de herhangi bir gruba yaranabiliyordum. Âşık olduğum kişi bir dayanaktı benim için. İlk kez pes etmeden cesurca anlattım ona. Sözlerim kesilmeden ve gözyaşlarıyla. Sadece ben değildim konu, bunu biliyorduk. O gün yurtların, odaların, sınıfların köşelerinde gizlice ağlayan, aynalardan kaçan tüm kadınlar içindi. Ben şeytan değildim, bana şeytanlık eden onlardı. Bir erkekle ilk kez kendimi ayrı tutmadan bunu konuşmak yol aldığımın kanıtıydı benim için. Büyümüştüm, benliğime yalan söylemiyordum. Biraz da onlar utansın, demiştim kendi kendime. Babam, gözetmen ya da devlet adamları; bir kez olsun onlar utansın. Ben anlattım. Şükürler olsun, o da anladı. Elimi hiç bırakmadı.
Onunla beraberken ilk kez deniz havası dokundu saçlarıma. Temaslar içinde en çok başımı okşatmaktan keyif aldım. Güneş parlıyorken, kadın olmak güzelken ve seviyorken tüm öğrenilmiş normlar, çaresizlik kapı dışı kalıyordu. Bu bir başarı hikâyesi değil. Olmak istediğim kişiden hala kilometrelerce uzağım, oraya ulaşmaya cesaretim olacak mı hiç bilmiyorum. Ailemi kaybetmeyi, sevdiğim kişinin ailesini üzmeyi hala hiç istemiyorum. Ben, her zaman diğerlerinden sonra geliyor bir şekilde. Hala tam olarak dürüst değilim dünyaya karşı. Biliyorum, bu bir başarı hikâyesi falan değil.
Fakat yine de gurur duyuyorum kendimle. Sindirilmiş küçük bir kızın bileklerini kuvvetlendirmesi, seçimlerinde diretmesi benim için çok büyük bir değişim. Çok da yeni. 20 yaşındayım; hayat parıltılı, doğa büyüleyici ve güzel. Belki bir gün güneş benim için parlar. Kalbimde aşk, dudaklarımda tuz, saçlarımda ıslaklık yollara düşerim. Kimliğime varmak için. Birlikte.
(Görsel: Bar Bahr/In Between)
“Biz 28 Şubat’ta bizim için savaşanları yarı yolda bırakan hainlerdik.” için 4 yanıt
Sen çok güzelsin!
kabuklarını yeni kırmaya başlamışsın. kendi kararlarını kendin ver ve yaşamak istediğin hayatı yaşa kardeşim.
Güzellikler seninle olsun ?
Sana ulaşabilir miyim,