Burayı uzun zamandır takip ediyordum ve bir mektup da ben yazmak istiyordum; bu ana kısmetmiş.
Hikayem, baba tarafımın yobazlık derecesinde dindar olmasıyla başlıyor. Babam ben daha 6 yaşındayken askılı giymememe, arkadaşlarının yanındayken düzgün oturmama ve erkeklerle konuşmamama karar vermişti. Annem sayesinde din konusunda çok baskı yaşamadım ama tabii ki babamın beni namaza zorla sürüklemesi, sure ezberletmesi, peygamberlerin hayatını anlatan kitapları okumaya zorlaması sürüyordu. Başlarda neden askılı giyemediğimi düşünüp üzülüyordum, sonra herhangi bir komşunun erkek çocuğuyla konuşurken bile babam beni görecek ve çok kızacak diye endişelenmeye başladım. Abilerime benim için “Yanınızda oyun oynarken beli açılırsa vurun” gibi şeyler söylerdi. Ufak tefek böyle bir sürü baskı var fakat çok uzun olur diye anlatmak istemiyorum.
Babam ilk olarak 8. sınıfta bana zorla trençkot giydirmeye başladı. Anneme de bunu telkin ediyordu. Anneme kızamıyorum çünkü babam ona hem sözlü hem fiziksel şiddet uyguluyordu. Annem bir gün dershaneye elinde bir trençkotla geldi, “Bunu giyineceksin, baban kızıyor” dedi. Urfa’nın 50 derece sıcağında babam bunu giymemi istiyordu. Arkadaşım da bu duruma şahit olmuştu, çok utanmış ve üzülmüştüm.
Puanım başka liselere yetmesine rağmen İmam Hatip’e gönderildim, annemle babam bu sebeple çok kavga etti. Okulun kapısından her girdiğimde ağlıyordum. Başörtüsü takmak zorunda olduğum ilk gün başörtüyü ters örterek okula gittim, bunun farkında bile değildim. Kısacası her şey ben ne olduğunu anlamadan birden oldu. Okulumdan nefret ediyordum, beni buna zorladığı için babamdan da nefret ediyordum. Babamın camdan dışarı bakmamamı istemesi, Orhan Veli okuduğum için komünist ilan edilmem, televizyonu yasaklaması, telefonumdaki bazı fotoğrafların silinmesi; bunlar lisede yaşadığım baskılardan birkaçı ve aklınıza bile gelmeyecek saçma sapan bir sürü şey daha.
Ben 10. sınıfın ortalarındayken annemle babam arasında çok büyük bir kavga oldu ve annemle birlikte evi terk ettik. Liseye arkadaşlarım sayesinde bir şekilde alıştım. Liseyi 1000 kızın öğle arasında bile içeri tıkılması, bilekte etek, aynı renk başörtü zorunluluğu, İngilizce hocasının derste Osmanlıca okumasıyla geçirdim. Bu arada kızların dışarı çıkamama sebebi ise öğle aralarında erkeklerle buluşmalarıymış… Okul yönetimi birden F tipi cezaevine çevirmişti okulu. Zaten evden okula, okuldan eve yaşayan biri için bu çok iç karartıcı bir durumdu. Okulun ilk iki senesi bitti, biz annemle başka bir şehre taşındık. Son iki sene gittiğim okul, İmam Hatip’e göre daha rahattı; bazı ayrımcılıklar olsa bile burayı sevmiştim.
Üniversite hazırlık sınıfında bir arkadaşım sayesinde İslam’ı araştırmaya başladım. Yavaş yavaş her şey bana anlamsız gelmeye başlamıştı. Sürecin başlarında deist oldum ama bu çok yoğun bir sorgulama süreciydi tabii ki. Üniversite 1.sınıfta dine ve tanrıya olan inancım iyiden iyiye kayboldu. Başımda bir sembol taşıyordum ama içimdeki insan ateistti. Kendimi kötü hissediyordum ama 6 yılın getirdiği alışkanlık ve kendini koruma hissini bırakmak zor geliyordu. Kafama koymuştum artık, bir arkadaşım sayesinde aileme konuyu açtım. Onlar da “Bu senin kendi kararın” dediler. Tabii bu arada 4 yıldır babamla konuşmuyorduk, böyle olmasaydı o asla izin vermezdi. Üniversitedeki yakın çevreme de bu konuyu açtım, hepsi beni destekledi. Açıkçası desteklemeleri sevindiriciydi ama ailem onayladıktan sonra pek kimse zaten umurumda değildi.
Açıldığım ilk günü hatırlıyorum, video da çekmiştim. Saçlarıma rüzgar ve güneşin değmesi, üzerime sadece kısa kollu giymek o kadar rahat ve güzeldi ki… Açıklanması mümkün olmayacak kadar mükemmeldi. Şu an hayatımdan memnunum, hani bazen diyorlar ya “Tek sorunun bu mu?” diye. Evet, tek sorunum buydu ve bunu aştıktan sonra gerçekten hayata daha sıkı tutunmaya başladım.
(Görsel: Marianne von Werefkin)