İlahiyatı terk ettiğim için bir %70 devlet destekli bir vakıf yurdu kapılarını yüzüme kapattı.

Bu sefer baskılardan korkan ve onları içine atan bir kızı değil, özgürlüğü için mücadele etmiş ve başarmış bir kızı dinlemenizi istedim.

Ben 14 yaşında ne olduğunu bilmeden İmam Hatip’e gönderilmiş bir kız çocuğuydum. Açıkçası bunu istemiyordum ama neyi istemediğimi bilmediğim için bir süre ses çıkarmadan orada kalmaya devam ettim. Bizi sığdırmak istedikleri kalıp, bana zamanla dar gelmeye başlayınca okula ağlaya ağlaya gidip gelmeye başladım. Ailem İmam Hatip fikrine son derece pozitif olduklarından bu konuda arkamda durmadılar. Ben bambaşka biriyken; beni yüzlerce kişiyle aynı değerlere sahip, aynı şeylere “Aa!” deyip ayıplayan ve aynı şeyleri alkışlayan biri yapmaya çalıştıklarını fark etmiştim ve bunu istemiyordum. Zaten üstümüzde çok fazla baskı vardı, İmam Hatip’te kapanıp da açılabilme cesaretine sahip en fazla 1–2 arkadaşım vardı. Üstümdeki baskı özellikle okulda dayanılmaz bir hal almıştı. Nasıl biri olacağımıza onlar karar veriyordu. Her neyse, 12. sınıfın sonuna doğru artık örtünmek istemediğime karar vermiştim. Artık takmak istemiyordum; saçları rüzgârla dans edenlere bakar, onlara uzaktan özenirdim. Otobüste başörtüyü kafamdan çıkarıp atasım gelirdi. Takarken ‘Ben niye takıyorum ki şimdi bunu?’ diyordum, bir anlamı kalmamıştı yani benim için. Neyse ki okul bitti ve üniversite tercihleri başladı. Ben hala kapalıydım ve içimdeki fırtınaları hala kimse bilmiyordu. Fakat neyse ki yalnız değilmişim; okul biter bitmez 4 yıldır kapalı olan kızlar teker teker açılmaya başladılar. Bu haberleri önce gizli gizli, sonra tek tük duyan oluyor, en sonunda da artık herkes öğreniyordu; bunun ayıp olduğuna o kadar derinden inandırılmışız ki…

Üniversite tercihlerimde ilahiyat yazdırıldı bana. İmam Hatip’te 4 yıl zar zor dayanmıştım ve bittiği için yüzümde güller açıyordu. Fakat İmam Hatip’in yönlendirmesi, ailemin isteği ve o dönem kafamın çorba olması gibi nedenlerle kurtuldum diye sevinirken kendimi ilahiyatta buldum. Fakat ailem biliyordu İmam Hatip’ten ne kadar nefret ettiğimi… Başladım ilahiyata; belki ortamı farklıdır, sonuçta orası bir üniversite diye kendimi avuttum ama her gittiğimde tekrar hayal kırıklığına uğradım. Her şey ama her şey aynıydı; yine aynı baskı, yine aynı bakışlar, yine sizin hareketlerinizi ya da kararlarınızı her an ama her an yadırgayan ve onların böyle olmaması gerektiğini söyleyenler, baskılar, yönlendirmeler… Artık boğuluyordum, bıkmıştım. Belki bıkmak hafif kalırdı, her gün ağlaya ağlaya annemi arıyordum. Bir süre daha gittikten sonra devam etmedim, bir okula 5 sene daha zorlanarak bile olsa dayanamazdım. Kaldı ki ömrümün sonuna kadar kapalı olmayı ve sürekli ilahiyat, İmam Hatip ortamlarında kalmayı istemiyordum. Neyse ki kurtuldum. Eve geldim, bunalmışlığımı annem de görüyordu. Çok mutsuzdum, sürekli ağlıyordum.

Okulu bırakınca işe başladım, orada ilk defa açık arkadaşlarım oldu. Malum; ortamım hep İmam Hatip ve ilahiyattı. Oralarda erkeklere ‘Merhaba’ demek ölüm gibi bir şeydi, çok ama çok ayıptı; size başka gözle bakarlardı. İş arkadaşlarım İmam Hatip’te böyle bir şey olduğunu bilseler ne kadar komik olurdu, değil mi? Bunlar çok hafif şeylerdi, neler gördük geçirdik… İş arkadaşlarım süsleniyorlardı, kendilerine bakıyorlardı, mutluydular. Ben hala kapalıydım; üstümdekiyle o kadar alakam yoktu ve o kadar mutsuzdum ki kendime bakasım gelmiyordu. Buruş kırış bir örtü ve hep aynı çanta. Bir kadın kendini görmeyi bile istemiyor çünkü kendini, göründüğü şekille bağdaştıramıyor; düşünebiliyor musunuz? Neyse ki normalin ne olduğunu biraz da olsa öğrendim. Ardından ikinci şok geldi; yaşadıklarım ne kadar saçmaydı, ‘Vay be’ dedim kendime. Sonra bir gün bir arkadaşım ”Sen neden kendini bu kadar salmış vaziyettesin?” diye açtı konuyu. Biraz sohbet ettik, o gün artık benim için kopuş noktasıydı. Ertesi gün açılma kararı aldım. Akşamında saçlarımı maşaladım, montumu giyip rüzgârla saçlarımın kavuşması şerefine dışarı çıktım. Site içinde geziyorum ama o kadar özgürüm, öyle kuş gibiyim ki… Sanki her şey hafifledi gibi, sanki her şeyi o başörtüyle beraber sonunda ruhumdan da atabilmişim gibi… Kuş gibiydi rüzgâr, saçlarımı okşuyordu, kulaklarım bonenin altında ezilmiyordu, saçlarım dans ediyordu; tam 5 yıl sonra ben yeniden çok güzel hissetmiştim kendimi. Kendime geldim, mutlu oldum, özgürleştim. Zihinsel olarak hiçbir zaman esir olmadığım için mutluydum ama 4 yıl boyunca sürekli aynı şeyler kafanıza işlenmeye çalışıldığında siz bunun bilincinde olsanız da bazı şeyler bilinçaltınıza yerleşiyordu. Ki ben de bunun ertesi günü işe utana utana gitmiştim… Neyse ki arkadaşlarım zaten benim farkımdalarmış, hepsi de tebrik etti; ‘Böyle daha iyi’ dedi, sen nasıl mutluysan…

Şimdi açılmamın 1. yılı ve ben çok mutluyum. İmam Hatip’ten edindiğim bir sürü arkadaşım açıldı, hepsi de çok özgür ve mutlu insanlar, hiçbiri bundan pişman değil ve hepsi geçmişi arkalarında bırakmak, önlerine bakmak ve özgürlüğün tadını çıkarmakla meşgul. Geçen sene açılmadan önce sizi okuyordum. Bu anlattıklarım hikâyemin en güzel taraflarıydı. Çok baskılandım, çok engellendim, sürekli şekillendirilmeye çalışıldım. Çok zor zamanlardan geçtim. İlahiyatı terk ettiğim için bir vakıf yurdu kapılarını yüzüme kapattı, oysaki %70 devlet destekli bir kurumdu. Her neyse, iyi ki böyle olmuş. Sakın pes etmeyin, nasıl mutluysanız öyle olun; sizin kendi aklınız, kendi kararlarınız var ve onların peşinden inatla gidin. Sonunda mutluluk var…

(Görsel: Alessandro Gottardo)

“İlahiyatı terk ettiğim için bir %70 devlet destekli bir vakıf yurdu kapılarını yüzüme kapattı.” için 2 yanıt

  1. Yazdıkların gerçekten insana umut veriyor. Henüz ben bi şey başaramamışken senin başarı hikayeni, betimlemelerini, özgürlüğünü okuyunca o mutluluğu hissettim ruhumda. Benim gibi imam hatipte okuyup ilahiyata yönlendirilmeye çalışılan birine umut olduğun için teşekkür ederim♡♡

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir