Merhabalar, buraya yazmayı uzunca bir süre erteledim ama sanırım yaşadıklarım ve onlara dair duygularım yeterince demlendi ve artık aktarılmaya hazırlar. Hikâyemi anlatmaya başlıyorum. Ben 14 yaşında kapandım. Kapanırken düşündüklerim şöyleydi; ben eninde sonunda bir gün kapanmak zorundayım, en azından liseye geçince arkadaşlarım değişecek, hem bu şekilde yadırganmamış olurum… Kapandığımda burada yazılanlar kadar kötü tepkilerle karşılaşmadım fakat öncesinde açık olduğum halde eşarp alınması, kapanınca “Böyle ne güzel oldun” denmesi gibi teşviklere bolca maruz kaldım.
Kapandıktan sonraki seneler çok zor geçmedi. İçine doğduğum hayatı kabullenmiştim, ne istediğim ve ne düşündüğüm üzerine fazla kafa yormuyordum. Oldum olası çevrenin dediklerinin çok önemli olduğunun dikte edildiği bir ortamda yetişmiştim. Bu yüzden insanların benim hakkında ne düşündüğünü çok umursuyordum. Bir süre sonra ‘Kapalıysam böyle davranmalıyım’ gibi bir mantaliteyle yaşamaya başladım.
Zamanla kendime tanıdığım alan daraldı ve ben o çembere sığamamaya başladım. Düşüncelerim, hem dini hem kültürel hem siyasi anlamda ‘kapalı’ birinin düşüncelerinden çok farklıydı. Kendimi bu şekilde ifade ettiğimde kabul görmediğimi hissediyordum. Kapalı birinin Nazım Hikmet şiirlerine ilgi duyması, Fazıl Say’ın eserlerini dinlemesi, belli bir ideolojiyi desteklememesi birçoğu için garipti. Sıkıştığım o çemberin küçülmesinde bunların etkisi de çok fazla oldu.
Şimdi düşündüğümde benim için kırılma noktalarından biri 17 yaşımda geçirdiğim beyin ameliyatının hemen ardından, o haldeyken –ki ameliyattan sonra altıma bez koyulmuştu ve sürekli kusuyordum- başörtüsü takmak istemediğimde annemin bana “Ama günah kızım, olmaz” demesiydi. Bu, kapalı olmayı kötü gördüğüm en acı verici olaylardan biridir. Nasıl bir günahtı bu? Ben tuvalete gidip ihtiyacımı bile göremezken neden kafamı örtmek zorundaydım?
Açılma isteğimi netleştirdikten sonra hem arkadaşlarımın tepkisinden çekindiğim hem de üniversite sınavına hazırlandığım için bu konuyu gündeme getirmek istemedim. Sınava hazırlandığım ilk sene sınavda istediğim sıralamayı elde edemedim ve bir sene daha hazırlanmaya karar verdim. Bu sefer de üniversiteye geçince açılırım, dedim kendime. Sınavdan sonra ailem ekonomik sebepleri öne sürerek şehir dışını tercih etmemi istemedi. Fakat kendi aralarında konuşurlarken duyduğuma göre asıl istekleri benim dizlerinin dibinden ayrılmamamdı. Ben bunu duyunca burs programları araştırmaya başladım. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde yaşamımı onlarsız idame ettirebileceğim bir burs programına kabul edildim. Her şey tamamdı; şehir dışında okuyacaktım ama ailemin tepkisinden çekindiğim için açılmak istediğimi onlara söyleyemedim.
Üniversiteye başladım. Üniversitede kapalı insan sayısı çok azdı ve orada kendimi daha garip ve daha mutsuz hissediyordum. Zaten kendimi diğerlerinden farklı hissediyordum ve buna rağmen burada çok daha farklıydım. Artık yolun sonuna geldiğimi hissettim ama hâlâ yeterli cesaretim yoktu. İlk koronavirüsü vakasının görülmesinin ardından memleketime döndüm ve konuyla ilgili kimseye hiçbir şey söylemeden birkaç ay yaşadım. Normalde anneme kendimle ilgili pek paylaşımda bulunmazdım çünkü o hep kendi sorunlarıyla boğuşuyordu ve sanki dünyanın geri kalanına kulaklarını tıkamış gibiydi. Onunla ettiğimiz bir kavgadan sonra annem şimdiye kadarki tavrından çok farklı davranışlar sergiledi. Ben bundan güç alarak annemin beni anlayacağını düşündüm ve ona durumu açıkladım. Tasvip etmedi ama “Ben senin hep arkandayım” dedi. Aynı gün durumu babama açıkladığımda beni düzgünce dinlemeden şunları söyledi; “Öyle bir şey olamaz, sen o dediğini unut. Evlenince ne istiyorsan yaparsın.” Bunları duyunca çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Ben onun için alınıp verilen bir mal gibiydim. Beni bir başka erkeğe teslim edince sahip olduğu tüm sorumluluktan kurtuluyordu. İlerleyen günlerde bir konuşmamızda “İstanbul’a gidince ne yaparsan yap! Burada kapalı duracaksın” dedi. Böylece asıl sorunun o meşhur el âlem olduğunu anlamak zor olmadı. Daha sonraları babamın benim için “Gerekirse silerim!” dediğini duydum.
Bütün bu anlattıklarım beni çok yaraladı ama şimdi bu durumdan oldukça memnunum. Tabii ki bu; yaptığım hatalardan, ertelemelerimden hoşnut olduğum anlamına gelmiyor. Hoşnut olduğum durum şu; ben bu olaylar yaşanana kadar bir amacı olmayan, ne istediğini bilmeyen biriydim. Hayatta ne yöne gitmek istediğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Bu olaylar benim hayatımda bir kırılma noktası yarattı. Artık acısını çekmeyi ertelediğim her olayın üstüne gidiyorum, kendim hakkında düşünmekten kaçmıyorum, ne istediğim üzerine kafa yoruyorum. Küçük bir çocuk gibi hayatı keşfediyorum ve bundan gocunmuyorum. Evet, hala kapalıyım ama üniversiteye gideceğim günü iple çekiyorum. Memlekete geldiğimde çekeceğim acıların da farkındayım ama seçimlerim için değer. Her şeyin bir bedeli olduğuna inanıyorum. Ben de bundan sonra kendim olmayı seçtim ve bedelini ödeyeceğim. Biliyorum, bu yol zor ama gelecek günlerin güzel olacağına en içten duygularımla inanıyorum.
(Görsel: Jean-Pierre-Cassigneul)
“Kapalı birinin Nazım Hikmet şiirlerine ilgi duyması birçoğu için garipti.” için 3 yanıt
Birebir ayni şeyleri yaşıyoruz, ne zaman istersen benimle bunları konuşabilirsin instagramım: thegirl.whoplayedwithfire
Merhaba öncelikle seni tebrik ederim başlarından dolayı. Aklımda birkaç soru var bana yazabilir misin?
Twitter hesabım kutsalnurr
Umarım en kısa zamanda halledersin, bu süreçte dinlemen için bir şarkı bırakıyorum buraya Bulutsuzluk Özlemi-Özgürlük Emek İster. Örtümü çıkarma sürecimde hep bu şarkıyı dinledim ve bana güç verdi, umarım sana da verir. Yolun açık ve aydınlık olsun?