İyi geceler ya da günaydın. İçimi bir nebze olsun boşaltabileceğim bir yer bulunca hemen yazdım, çünkü en yakın arkadaşlarım da dahil bunları kimse duymadı.
Şu an saat gecenin üçü ve ben okuduğum onca postunuzdan sonra bir ağlama krizini daha yeni bastırmış durumdayım. Artık bu yükü kaldıramadığım için ben de kendi hikayemi paylaşmak istedim. Ortaokulda çok sosyal biriydim, 7. ve 8. sınıfta dershaneye gittiğim için kıyafetlerimi kendim seçerdim ve rahattı. Okulda voleybol en sevdiğim aktiviteydi. Hiçbir zaman şort ya da diz üstünde bir etek giymeme izin verilmedi. Buna rağmen pantolonlarıma veya taytlarıma, tişörtlerime karışılmamıştı. Hala pek karışılmaz, kafamda başörtüm olduğu sürece…
Tesettürde altıncı yılıma birkaç ay önce girdim. Başımı kapatmak, sadece babamın “Kapanıp namazına dikkat etmezsen, seni liseye yollamam.” tehdidiyle ortaya çıkmış bir eylemdi. 14 yaşındaydım ve eğitim hayatım, tek çıkış yolumdu. Hayallerim vardı. Liseye gitmek, onun da ötesinde üniversiteye gitmek istiyordum. Yüksek lisansla üniversitede öğretim üyesi olarak kalmak, hayatım boyunca hayalini kurduğum bir şeydi. Çünkü yaşadığım baskı, boğazım sıkılıyormuş gibi beni nefessiz bırakıyordu sürekli. Tek istediğim başarılı bir şekilde mesleğimi yapmak, başka bir yerde tek başıma bir hayat kurarak bunlardan kurtulmaktı ama tesettürle, o küçücük yaşımda, kurtuluşuma mani olacak prangaları ayaklarıma ben bağlamış oldum. Dediğini yapacak türde bir insan olduğu için başımı sallayarak kabul etmiştim o gün onu. Çünkü kapanmama gibi bir seçenek sunulmamıştı bana. Kapandığım takdirde okula gidebilirdim ve eğer reddedersem lise yerine zorla Kuran kursuna, hoca olmaya yollanırdım. Ortaokuldan mezun olduktan sonra okumak için türlü mücadeleler verip ailelerinin zorlamalarıyla yurtlara gönderilen arkadaşlarım vardı. Korktum, özgürlüğümü çalabilirdi, o hakkı kendinde görüyordu. Bana sormadan beni dünyaya getirmişlerdi ve yine bana sormadan beni bir kil gibi şekillendirmeye devam ettiler yıllarca.
İsteyerek kapanmamıştım, hiçbir zaman bunu sevmemiştim ama ilk zamanlar boğazıma sarılan eller şu anki kadar sıkmıyordu. Babam beni sever sanmıştım. Ama bunu ya ben hiç fark etmedim ya da o bana hiç göstermedi.
Okullar açılmadan önce alışverişimizi yaptık ve ben okulun ilk günü, daha şal nasıl bağlanır bilmeden, Antalya’nın sıcağında, uzun kolluları giyip o şalı kafama dolayarak evden çıktım ve lanetim başladı. Şükürler olsun, bir İmam Hatip lisesi değil de Anadolu lisesiydi. Fakat onca güzel kızın içinde kendimi o kadar çirkin hissederek büyüdüm ki yıllarca, inanın anlatacak gücüm yok. Boyum uzun. 8. sınıftayken uzun ve ince, alımlı ve güzel bir kızdım. Liseye başlayıp tesettüre geçince, tüm hayatım kabusa döndü. Beden derslerinde vücudum yüzünden utanır, sınıf arkadaşlarımdan sonra giyinirdim. Formamı çıkartıp beden dersi kıyafetimi giyerken şalım mutlaka bozulur, bir de onu tekrar düzeltmekle uğraşırdım. Kalbim tüm bunlara katlanırken çok kırılırdı. Geç gittiğimde hoca kızardı, arkadaşlarım voleybol oynarken içim giderdi çünkü sürekli zıplanarak oynanan bir spor olduğu için, topuzum hep şalın içinde bozulur, ben de oynayamazdım. İlk senemde biraz denesem de sonradan voleybola bir son vermek zorunda kaldım. Lisenin 1. sınıfı bittiğinde ve ben tartıya çıktığımda, hayatımın şokunu yaşamıştım çünkü 12 kiloyu sadece bir senede almıştım. Biliyorum üzüntü, bunalım ve arkadaşsızlıktı sebebi. Benim için berbat bir seneydi. O kiloları hala vücudumda taşıyorum; omzumdaki yük gibi vücudumdakini de hüznümden atamıyorum. Kendimi artık hiç güzel bulmuyor, kendimden iğreniyor, en yakın arkadaşlarımın yüzüne 2 saniyeden fazla bakamayıp yüzümü çeviriyordum çünkü özgüvenim yerin dibini boylamıştı ve incelendiğimi hissettiğimde midem bulanırdı.
Bu sırada babamın tek düşündüğü, el alemin ne diyeceğiydi. Akrabaların, çevrede oturan din düşkünü komşuların ne diyeceğiydi. Beni bu yüzden kapanmaya zorlamıştı. Bunu biliyorum, çünkü neredeyse 20 olacağım ve şu yaşımda evde tişörtle, başı açık gezmeme hiçbir şey demiyor. Hatta kendimi onlara karşı hazırlamak için son iki yıldır balkona saçım açık, tişörtle çıkıyorum. Orada oturuşuma da bir şey demiyor. Benim umurumda değil, onun da umurunda değil. Ama el alem umurunda babamın, dışarıdaki erkekler de umurunda.
Ilımlı bir insanım ben, sakin ruhluyum, her sabah o şalı nefret ederek taksam da aileme istemediğimi bir türlü söyleyemedim bu huyum yüzünden. Belki biraz daha cesaretli olabilsem daha iyi olurdu. Hep örnek çocuktum çünkü; en aklı başında görülen, en saygılı, en yumuşak huylu bendim kuzenlerim içinde. İnsan sevgim, hayvan sevgim vardı. Kavga, gürültü benlik değildi. Babam da sinirli bir insan olduğu için onun tepkisinden korkar, yıllarca dilimin ucuna gelen “İstemiyorum, hiç istemedim.” cümlesini dile getiremezdim.
Kendimden nefret ederek büyüdüm, sabahın yedisinde evden ağlayarak çıktığım onlarca günü sayabilirim.
İntiharın en acısız yollarını araştırıp, ajandama not tuttuğumu bilirim. Fotoğraflara küstüm yıllarca, grup fotoğraflarına girmedim, arkadaşlarımın beni çekmesinden hoşlanmazdım, sosyal medyaya bir tane bile fotoğraf yüklemedim. 15 saat uzaklıktaki bir şehri kazandım, 1 yıl mezuna kalarak. Covid yüzünden henüz evden ayrılamadım. Oradaki yeni hayatımda da iki farklı insan olmamak için, okullar başlamadan önce aileme artık o şalı takmak istemediğimi, 35 derece sıcakta yazları kavrulmak istemediğimi söylemek istiyorum. Daha önce babam, kadın ve erkeğin güyümlerinin fıtrat gereği bir olmadığıyla ilgili beni bastırmıştı. Ne kadar karşı gelsem de bu tepkileri sürekli benim cesaretimi kırmıştı. Bu kez izin vermek istemiyorum. Lise hayatım gibi üniversite hayatımın da ellerimden koparılıp alınmasını istemiyorum. Ben artık voleybola dönmek, saçlarımda rüzgarı hissetmek, kendi hayatımı yaşamak ve gerçek beni bulmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki bu kabuk, babamın beni erkeklerden ve el alemden koruma içgüdüsüyle yonttuğu bir heykelden başka bir şey değil.
(Görsel: Per Krohg)