Merhaba, benim hikayem biraz uzun. Ne kadarını yayınlayabilirsiniz bilmiyorum ama yıllardır sustum ve artık susmak istemiyorum. İnanamayacaksınız ama ben ne zaman kapandığımı bile hatırlamayacak kadar küçük yaşta kapandım. Tam hatırlayamasam da şunu çok iyi hatırlıyorum ki 5 yaşlarındayken kesin kapalıydım.
İlkokulda, o zamanlar başörtüsüne izin verilmiyordu ve ben, sadece okulda başımı açabiliyordum. Okul dışında yine kapalıydım. Babamın aşırı baskıları yüzünden kapanmıştım. Daha neyin, ne olduğunun bile farkında değildim ama babamdan o kadar korkuyordum ki ne dese yapıyordum. Bir kez sesini yükseltse; karşısında tir tir titreyen, küçük ve korkak bir çocuktum. Babam işten eve gelir gelmez “Nasılsınız” sorusundan önce sorduğu ilk soru; “Namazlarınızı kıldınız mı? Günlük Kuran’ınızı okudunuz mu? Arapça çalıştınız mı?” Evet, ben daha Türkçe okuma yazma bilmezken Arapça biliyordum. Babam, tam bir Arapça hastasıydı ve zorla Arapça öğretiyordu bize. “Namaz kılmayanın bu evde işi yok” diyordu. Hep kızan, bağıran, yasaklar koyan bir babaya sahiptim ve kesinlikle öfke kontrolü hastalığına sahip olduğuna inanıyorum. Yalan söylemeyim; her şeye rağmen, beni çok nadiren döverdi ama ağabeyimi çok basit sebeplerle o kadar çok döverdi ki abim ağrısından uyuyamazdı. Vücudunda morluklar oluşurdu. Mesela, babam haber izlerken konuşursan dayağı hak etmişsindir veya babam yemekteyken onu sinirlendirecek bir şey söylersen – ki sinirlenmediği hiç bir şey yok – sofrada tabak, çatal ne varsa sana fırlatma hakkına sahipti. Ben asla sokakta oynayamazdım. Hadi ben kızdım güya… Ağabeyimin de sokakta oynaması yasaktı. En çok beni rahatsız eden kısım ise şuydu; ben, evin içinde de kapalı gezmek zorundaydım. Çok küçükken bile, kısa kollu tişört giymem yasaktı benim. Evin içinde başörtülü ve uzun kollu hatta uzun bir etekle dolaşmak zorundaydım. Sanki ağabeyim ve babam bana harammışcasına… Babam işten geldiğinde; beni evde açık görmesin diye, nasıl köşe bucak kaçtığımı çok iyi hatırlıyorum. Eğer beni açık görürse; dövmekten beter eder, saatlerce bağırır, çağırır, kızardı, azarlardı. O kadar çok hakaret ederdi ki kendimden utanırdım sanki çok kötü bir şey yapmışımcasına… Yıllar sonra düşündüm ve aklıma gelen tek açıklama şuydu; benim babam, nefsine hakim olamıyordu galiba. Kendi kızına karşı da bir şeyler hisseder diye mi korkuyordu? Yoksa bir baba, kızını hiçbir haram yokken evin içinde bile niye bu kadar kapatsın? Bunu hiç anlamlandıramadım. Babama da yakıştıramadım. Böylece kabullendim.
İlkokul öğretmenim bize ziyarete gelmek istediğinde, sırf kadın açık diye “Gelmesin” demişti. Babam beni ilkokula bile göndermek istemiyormuş, annem demiş ki “Çocuklar en azından okuma yazma bilsin.” “Ortaokula asla göndermem” diyordu “büyüdü artık.” Tam ortaokula geçtiğim sene İHL’leri açıldı ve başörtülü bir şekilde okula gidebileceğim için zar zor ikna edip, ortaokula gitmeyi başardım. Bütün arkadaşlarım düz ortaokula giderken, benim İmam Hatip’ten başka seçeneğim yoktu. Kesinlikle istemiyordum ama okumak istiyorsam, başka seçeneğim yoktu. Şunu size kesinlikle söyleyebilirim ki düz ortaokula gitsem görmeyeceğim ahlaksızlıkları, İmam Hatip’te gördüm ben. Başarılı bir öğrenciydim ve ilkokul öğretmenim İmam Hatip’te heba olmamam için, ailemi ikna etmeye çalıştı ama babam ona da kızdı. Öyle ya da böyle zorla ortaokul da bitti. Annemi babası okutmamıştı, bu yüzden annem okumamı çok istiyordu. Annem için okuyacaktım, bütün engellere inat. Çok istiyordum okumayı. TEOG’a hazırlanıyordum ve babam odama gelip “Çalış, çalış ama sonunu biliyorsun, seni asla liseye göndermem, boşa çalışıyorsun” dedi. Sınava çalışan bir öğrenciye ne de güzel bir motivasyon cümlesi olmuştu… Ama ben inatla dedim ki “Ben o liseye gideceğim.” Her gece ağlıyordum liseye gidebilmek için. Ve içten içe kızıyorum liseye gitme imkanı olup da bunun kıymetini bilmeyenlere… Güzel bir sınav geçirdim ve fen lisesi kazanacak bir puan aldım. Ama tabii ki babam, beni asla fen lisesine göndermezdi. Yine tek seçeneğim İmam Hatip’ti. Ama İHL’lerin puanlarına baktıkça içim gidiyordu. Kendime, emeklerime, puanlarıma yazık edecektim. Ama “Okuyayım da nerede olursa olsun” diyordum. İnanmayacaksınız belki ama babam, “İmam Hatip lisesine de göndermeyeceğim seni” dedi. Tamamen kızların olduğu bir İmam Hatip’e… Neden mi? Çünkü hocalar erkekmiş. Okuldaki güvenlik erkekmiş. Müdür erkekmiş… İnanamıyordum. Göndermezse, artık evden kaçıp polise “Babam beni okula göndermiyor” diye şikayet etmeyi düşünüyordum. Babamla çok büyük kavgalar ettik. Daha doğrusu o bana bağırdı, ben de susup ağladım. Hiç susmadı o, hep bağırmaya devam etti… Her şeye rağmen kafaya koymuştum. Ben okuyacaktım. Sonu ölüm olsa da inadım inattı.
Babamla onca kavgamızdan sonra sadece biraz ikna edebilmiştim. Babamın beni liseye göndermeyeceği, bir arkadaşım vasıtasıyla müdürümüzün kulağına gitmişti. Babamı okula çağırdı, aslında babam zaten gelmez diye söylemeyi bile düşünmemiştim babama. Çünkü 8 yıldır hiç okuluma gelmemişti babam. Ama tek çarem müdürdü. Babam da ilginçtir ki gelmeyi kabul etmişti ve bir sonraki gün babamla müdürün odasındaydık. Müdürün ikna kabiliyeti, babamın suyuna giden tavırları ve babamın hoşuna gidecek şeyler anlatmasıyla babamı ikna ettik. Kavgayla da olsa dövüşle de olsa o tercihi yaptım ve İmam Hatip de olsa liseye girebilmeyi başardım. Tabii ki başörtü meselesi ayrı olarak devam ediyordu. Şal ve eşarp arasındaki farkı bilmeyenler olabilir. Babam benim şal takmamı asla istemiyordu. Eşarp takmalıydım ve eşarbımı omuzlarımdan sarkacak kadar büyük bağlamalıydım. Yetmedi. Üstüne bir de ferace de giymeliydim. Daha 14 yaşındaydım…
Hepsini yaptım. Yapmak zorunda kaldım. Başka seçeneğim yoktu. Babamın olmadığı zamanlarda gizli gizli şal takıyordum. Her gün evden bir hırsızcasına gizlice çıkıp, okula şalla gidiyordum. İki defa okula şalla giderken babama yakalandım. Çünkü babamın iş saatiyle benim okul saatim çakışıyordu. Babamın bana sabahın 7’sinde, bütün komşular uyurken sokağın ortasında nasıl bağırdığını unutmuyorum. Bütün komşular uyanıp “N’oluyor” diye camlara çıkmıştı. Titreye titreye eve girmiş ve ağlayarak eşarp bağlayıp öyle gitmiştim okula. Ve akşamında yediğim azar, ağza alınmayacak hakaretler de cabası. Babam o gün bana benden utandığını söyledi. Sanki orospuymuşumcasına… Çok zoruma gitti, o gün bana söyledikleri. Sadece eşarp değil de şal bağladığım için, babam benden utanıyordu. Ben nasıl onun kızı olabilirdim?
Daha 12 yaşındayken, yengem; pembe bir tunik hediye etmişti bana… Çok sevmiştim ve bir gün gezmeye giderken o tuniği giydim. Babamgil bizi arabada bekliyordu ve evden korka korka çıktım. Babam üstümdeki uzun ve geniş tuniğe sırf pembe diye o kadar öfkelendi ki… “O gecelik rengiyle mi çıkıyorsun sokağa” diye, yine herkesin ortasında azarladı beni ve ben yine ağlaya ağlaya eve gidip üzerimi değiştirdim ve karalar bağladım. Evet, gerçek anlamıyla karalar bağladım.
Annem hep şey derdi bana küçükken; “Baban gülen kızları hiç sevmez.” Ben babam beni sevsin diye hiç gülemedim.
Gülmeyi bile unutmuşum hatta. Bakın, kahkaha atmaktan bahsetmiyorum. Gülmek… Yasaktı bizim evde. Konuşmak yasak. Aldığımız nefesin bile hesabını vermek zorundaydık babama. Baskılar, baskılar, baskılar… Sadece bana değil ağabeyime de… Ağabeyim TEOG’da benden daha yüksek bir puan almasına rağmen Açık öğretime yazıldı… Çünkü o benim gibi karşı çıkmadı babasına. Hala olduğu gibi… Babası ne derse “Tamam baba” diyen bir abim vardı. Belki o arkamda dursaydı, şimdi bu raddede olmazdım ben. Abimin liseye gitmemesine, babam tarafından aynen şöyle bir gerekçe sunuldu; “Kızınki namus da erkeğinki namus değil mi?” Evet, okula gitmek namussuzluktu babama göre. Ağabeyim, buna boyun eğdi ama ben eğmedim.
Çok içimi acıtan bir olayı da anlatmak istiyorum. Bir gün ağabeyim yurduna gidecekti ve kapıda onu yolcu ediyorduk. Zaten benim ağabeyime sarılmam falan yasaktı. Vedalaşırken sadece elini uzattı ve elini sıktım “Görüşürüz abi” dedim. Kıyamet koptu evde. Bugün ağabeyinin elini sıkan, yarın başka adamların elini sıkarmış! Söyleyecek söz bulamadım, inanamadım bu nasıl bir kafa yapısıydı? O benim ağabeyimdi ya. Ben, ağabeyim eve gelince babamdan gizli gizli başka odada sarıldığımızı biliyorum. Sanki yasak bir aşk yaşıyormuşcasına… Ve size inanamayacağınız bir şey daha söyleyeceğim. Benim babam 9 Eylül üniversitesi mezunu… Liseye kadar Mersin’de bulunmuş, üniversitesini İzmir’de okumuş bir insan; nasıl böyle olabilir, hiç anlam veremedim. Bu anlattıklarımdan sonra babamın okumamış bir insan olduğunu düşünüyordunuz, eminim. Ama hayır, benim babam okumuş bir cahil. Yani okumakla adam olunmuyor inanın… Kendi çocuklarından esirgediği parasını başkalarıyla harcayan bir adam. Adam denirse…
Her gün kavga vardı bizim evde ve her gün azarlanıyordum. O ev bana cehennem olmuştu ve artık canıma tak etmişti. Sırf o evden kurtulabilmek için özel bir yurda yazıldım. Yurt bir vakfa aitti ve görüşünü hiç sevmiyordum. Ama sırf o evde daha fazla kalmamak için mecburen yurda geçtim, liseye geçtiğim sene. Yurt param için “Babam ben ödemem” demişti, ne yapacağımı düşünürken imdadıma dedem -annemin babası- yetişmişti. Yurt aidatımı o ödüyordu. Babamla çok kötü kavga etmiştik ve babam bana para vermiyordu. Ben de onun parasını istemiyordum zaten. Devlet bursum vardı ama ona da babam el koymuştu. Sürekli babama veriyordum o bursumu. En sonunda “Yeter artık” dedim ve ilk defa 10. sınıfta bursumu babama vermemeye, kendim almaya başladım. Dedem biraz harçlık da gönderiyordu. Bakıyordum başımın çaresine. O adamın parasına muhtaç değildim artık. Onun dediklerini yapmak zorunda değildim.
En başlarda hafta sonları eve gidiyordum ama her gittiğimde kovuyordu babam beni evden. Ben ise tam bir yüzsüz gibi tekrar gidiyordum. Çünkü annemi çok özlüyordum. O da beni özlüyordu. Sırf annem için gidiyordum eve. Bir süre sonra hafta sonları da gitmemeye başladım zaten. Sadece gündüzleri gidip, babam yokken annemi görüp geri dönüyordum. Yurdun da görüşünü hiç sevmiyordum ama en azından yurtta yaşadığım 4 sene bana kimse bağırıp, çağırmamıştı. Evdeki kavga ortamından baskılardan uzaktım.
Babam lise hayatımda da sadece bir kere veli toplantısına gelmişti. O gün de birçok öğretmenimle kavga etmişti. Bir sonraki gün, öğretmenlerimden özür dilemek zorunda kaldım babam adına. Yerin dibine girdim o gün. En acınası durum ben erkek hocalarımın adlarını bile telefon rehberime kadın isimleriyle kaydediyordum. Babam erkek bir hocamın numarasının bende olduğunu görse beni öldürürdü çünkü… Okula bile zor gönderen bir adam tabii ki dershaneye hiç göndermezdi. Bunu bildiğim için yıllardır dershaneye gidebilmek için burslarımdan biriktiriyordum. Lise sonda dedemin de para yardımları sayesinde bir dershaneye yazıldım. Zaten yurtta kaldığım için babamdan gizli gizli dershaneye gittim. Çok çalıştım. Yıllarca, hep, çok ders çalıştım. Tek motivasyon kaynağım şuydu; “Bu hayattan kurtulmak istiyorum. Babamdan, baskılarından kurtulmak istiyorum ve bunun tek yolu; çok çalışıp iyi bir üniversite kazanmak, İstanbul’a babamdan uzak bir yere gitmek ve yeni bir hayat kurmaktı. Bunun için eşekler gibi çalışmak zorundayım.”
Bu beni motive etti çünkü bu tek çıkar yolumdu. 15 tatillerde, yurt kapandığı için arkadaşlarımın evlerinde kaldım. Yazları Mersin’e, dedemgile gidip onların yanında geçirirdim tatili. Hatta kalacak yerim kalmadığı bir haftalık bir tatilde, yeni tanıştığım bir hocamın evinde kalmak zorunda kalmıştım. Annem eve gel diyordu ama ben “Sokakta kalırım, o eve adımımı atmam” diyordum. Büyük konuşmamak lazımmış. Tam sınav senemde virüs çıktı, yurt kapandı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Mersin’e de gidemedim ve paşa paşa döndüm o eve. Babam yine azarladı bağırdı, hep yaptığı gibi. Eve almazsa ne yaparım diye sustum, tek kelime etmedim karşısında. Odamda hapis hayatı yaşayarak, 5 ay geçirdim karantinada. Ve bu psikoloji içerisindeyken üniversite sınavına hazırlandım. Babam yine “Göndermem” diyordu tabii. Umurumda değildi. Ben gidecektim. Ne manevi desteğine ne de maddi desteğine ihtiyacım vardı. Sadece engel olmasın istiyordum.
Yıllarca, babam ölsün diye dua ettim hep; hala daha ediyorum… Benim hayatımdaki en büyük engel, babamdı. Bunca dertle uğraşırken bir de sınav tarihiyle oyuncak gibi oynadılar… Sonunda her şeye rağmen o sınava girdim ve güzel bir puan aldım. Çok iyi tıp bölümleri geliyordu ama ben doktor olmak istemiyordum. Yıllardır hayalim, mühendis olmaktı. Babam ise her şeyi kabul eder de beni onca erkeğin olduğu bir bölüme göndermezdi. Bana, kendisini ve ağabeyimi bile haram kılan bir adamdan bahsediyoruz. Yıllardır benim saçımı görmedi mesela. O kadar başarı belgesiyle, birincilikle çıktım karşısına, bir kere başımı okşayıp “Canım kızım” demedi. Sadece bir “Aferin kızım” dese yeterdi. Hep nefret ettim babamdan. İstemsizce de hep ona yaranmaya çalıştım. Beni sevsin istedim. Sadece bana değil anneme de çok kötü davranıyordu. Sırf cacığa tuz atmış diye annemi ağlattığını biliyorum. Hadi beni hep ağlatıyor da annemi üzmesine hiç dayanamıyordum. Annem kabullenmişti. Kaç defa “Boşan” dedim, boşanmadı. Babam öldürürdü benim annemi.
Annemin tek derdi “Boşanırsam el alem ne der” oldu. Annem kabullendi, böyle yaşamaya razıydı. Yeter ki ben okuyayım, başka bir şey istemiyordu annem. Okuyacaktım. Sınavdan sonra Mersin’e geldim, o eve gitmeyi asla istemiyorum. Üniversite tercihimi kendi başıma burada yaptım ki engel olamasın bana. Türkiye’nin en iyi özel üniversitesinde tam burslu bir şekilde okuyacağım. Herkesin baskısına inat, tercih listeme bir tane bile tıp yazmadım ve hepsini mühendislik yazdım. El alem ne der, bir kere bile umurumda olmadı ve hiç olmayacak.
Hayatımın 18 yılını çaldı babam. Çocukluğumu çaldı. Gençliğimin bir kısmını çaldı. Bu yaşıma kadar hiçbir kararımı kendim vermedim. Hep babam ne isterse o oldu. Ama bu saatten sonra artık yeter. İlk defa kendi adıma bir kararı, kendim verdim. Üniversitemi de bölümümü de ben seçtim. Babamın daha hiçbirinden haberi yok. Öğrenince neler olacak, tahmin bile edemiyorum. Ama korkmuyorum artık. Artık o karşısında tir tir titreyen, küçük kız çocuğu yok. Artık ben büyüdüm. Artık bana zorla baskıyla yaptıramaz hiçbir şeyi. Ben kendi istediğim bölümü, kendi istediğim üniversitede, kendi istediğim şekilde okuyacağım.
Başörtü meselesine gelecek olursak -ki aslında yazmak istediğim konu buydu. Konu biraz fazla dağıldı. Ne kadarını yayınlarsınız bilmiyorum ama ben ilk defa, yaşadıklarımı anlatmak istedim birilerine. Evet, tahmin ettiğiniz gibi üniversiteye gider gitmez kendime kurduğum yeni hayatımda açılacağım. İlk günümde hem de. İstanbul’a gider gitmez. Artık kimseden korkmuyorum, ne babamdan ne başkalarından… Babamın korkusundan taktığım başörtünün, ne bu dünyada ne başka dünyada hiçbir faydası olmayacak bana. Babam her şeyi zorla yaptırarak, bana iyilik yaptığını sandı. Ama beni dinden soğutmaktan başka hiçbir şey yapmadı. 8 sene boyunca İmam Hatip okudum ama hiçbir şey öğrenmedim. Arapça derslerinden hep nefret ettim, hepsi babam yüzünden.
Siz, siz olun asla kimseye zorla bir şey yaptırmaya çalışmayın. Babam benim çocukluğumu çaldı. Hiç parka gidip doya doya oynayamadım. Hiç doya doya dans edip şarkı söyleyemedim ben. Açılınca hepsini yapmak istiyorum. Ben henüz daha çok küçükken bisiklet sürmeyi, basketbol oynamayı çok severdim. İlkokulda okul basket takımındaydım ama babam izin vermedi diye devam edemedim. Açılınca onları da yapacağım. 18 yıldır yapamadığım ne varsa hepsini yapacağım. Belki çocukluğumu geri getiremez ama en azından bundan sonraki hayatımı kendi istediğim doğrultuda yaşamak istiyorum. Özgürce…
Şu an üniversitelerin açılmasını dört gözle bekliyorum, 18 yıldır hayalini kurduğum özgürlüğüme kavuşabilmek için. El alemin ne dediği ise zerre kadar umurumda değil. Yine de içten içe, geceleri insanlara açılma sebebimi nasıl açıklayacağımı da düşünmüyor değilim. Beni her gece bunu düşünmek zorunda bırakan toplum utansın. Her şeye rağmen açılacağım sadece şimdi değil, babamdan uzağa gidince. Korkmuyorum desem de hala bir korku var içimde. Çünkü beni öldürebilir. Gerçekten öldürebilir. Bir gün belki haberlerde çıkarım karşınıza: Açıldığı için babası tarafından katledilen genç kız.
Üniversiteye göndermez diye de korkuyorum. O yüzden İstanbul’a gitmeyi bekliyorum. Eğer başarırsam ve açılırsam bu sayfaya tekrar yazacağım. Sokağa açık çıktığım ve o rüzgarı saçlarımda hissettiğim ilk gün… Buraya gelip “Başardım” yazacağım. İnanıyorum ki o gün gelecek…
(Görsel: Colleen Tighe)
“Tam hatırlayamasam da şunu çok iyi hatırlıyorum ki 5 yaşlarından beri kapalıyım.” için 2 yanıt
Merhaba yazının tamamını okudum. Belki bu yorumu göremezsin ama yine de yazayım. Ben de üniversiteye yeni geçtim. Eğer biriyle konuşmak dertleşmek istersen bana yazabilirsin. Instagram hesabım @alonealbus
Merhaba tamamını okudum bu yazı ne zaman yazıldı bilmiyorum ama umuyorum hayallerini yaşamış yada yaşıyorsundur sen gibi kadınlara hayranım sohbet etmek istersen seni tanımak isterim