Arkadaşlar, herkese iyi günler. Gerçekleştirdiğiniz platform ve mücadeleden dolayı sizleri en içten dileklerimle kutlarım. Ben bu yazıyı erkek kimliğimle yazıyorum. Sizin sitenizi ve gönderilen yazıları ben de takip etmekteyim. Ataerkil egemen bir düzenin kadınlara ve dolaylı yoldan aslında hepimize yaşattığı bu işkence ve saçmalıkları gördükçe insanlık olarak daha katetmemiz gereken çok yol ve verilmesi gereken çok mücadele olduğunu anlıyoruz. Sizler gerçekten cesur insanlarsınız ki bu ortaçağ kalıntısı kültür ve yaşam biçimlerinin hâlâ önemli bir ağırlıkta olduğu bu ülkede her türlü faşist, gerici, ilkel baskıyı göze alarak insanlara yardımcı olmaya çalışıyorsunuz.
Özellikle genç ergenlik yaşlarında insanın gerek çevresindekilerde gerek aile ve toplum içinde danışacak, düşüncelerini ve duygularını paylaşacak kimse olmamasının o genç insanı nasıl üzdüğünü yakından bilenlerdenim. Bizim ailede annem de babam da üniversite mezunuydu. Bu durumu duyduktan sonra ilkin şanslı olduğumuzu düşünebilirsiniz. Ancak bizim ergenlik yıllarımız olan 70’li yıllarda da ne kadar okumuş olurlarsa olsunlar; cahil ve eğitimsiz ailelerde yetişmiş olan ebeveynlerimiz o kültürden edindikleri tüm olumsuzlukları biz çocuklarına yansıtırlardı. Babam erkek çocuklarını her fırsatta ezmekten, dövmekten, aşağılamaktan çekinmeyen, gücünü bizler üzerinde test etmekten mutlu olan zavallı bir tipti. Annem ise mutsuz evliliğinden dolayı devamlı stres yaratan, yarattığı sorunlarla mutlu olan bir nevi ruh hastası bir kadındı. Biz 2 erkek kardeşin yardım alacağı hiç kimse yoktu. Çevremizdeki hemen herkes genelde tek bir fikri savunuyordu: “Ne kadar kötü olsalar da onlar sizin büyükleriniz. Sabredeceksiniz, sineye çekeceksiniz. Hepimiz bunları yaşadık yapacak, bir şey yok.”. Daha ortaokul yaşlarında kardeşim de ben de kutsal bir zırha bürünmüş anne ve baba kavramlarının aslında nasıl sahte birer kavram olduğunu anlamış olduk. Bunlar doğuştan kazanılacak değil, sonradan emek verilerek elde edilecek kavramlardı. Anlayacağınız erken yaşta soru sorma, sorgulama ve bu sorunları düşünmeye yani olgunlaşmaya mecbur kalmıştık. Erkek çocuk olarak avantajımız, belli bir yaşa gelince ve fiziksel olarak güçlenince babanın bizlerden çekinmesiydi. Yapmaya cesaret edeceği herhangi bir fiziksel zorbalığın çok daha şiddetli bir şekilde kendisine yansıyacağını tahmin ettiği ya da yaşadığı anda siniyor ve aslında gerçekte var olan korkak yanı açığa çıkıyordu.
Daha ileriki yaşlarda da toplumdaki din, gelenek, görenek, örf ve adetler gibi toplumsal yapıları ve tarihsel köklerini düşünmeye ve yorumlamaya başlayınca anlamaya başladım ki aslında hemen hepsi koca bir yalana, bu dünyada gerçek mutluluk ve çözümlerini bulamamış insanların hayallerinde yarattıkları sanal mutluluk özlemlerine dayanmakta. Tabii bir de bu ideolojilerle eşitsizlik ve sömürüye dayanan toplumsal yapıyı yönetmek de insanları buna ikna etmek de çok kolaylaşıyor.
Kutsal ilkeler, kurallar adı altında yapılan kadın cinselliğini kontrol altına almak, kadınların erkeklerin çıkarına olacak şekilde paylaşımlarının kurallarını oluşturmak. Tabii kadınları buna ikna etmek için erkek faşizminin bu kurallarına kutsal bir kılıf oluşturmak çok önemli… Güya birbirinden farklı dinlere veya kutsal kurallara bakın; kadın konusu hep aynı: Kadınları erkeğe bağımlı olacak şekilde nasıl paylaştırırız?
Kimi zaman yabancı ülkelere gezi ya da iş amaçlı gittiğimizde bizim gibi amaçlarla ülkemizden yabancı ülkeye gelmiş erkeklerin çoğundaki cinsel açlığa şahit olurduk. Üstelik bunların önemli çoğunluğu namazında niyazında, eşleri ve kızları kapalı, dindar ve muhafazakâr geçinen tiplerdi. Yabancı ülkede geçirecekleri birkaç gün, bu kişiler için tüm baskılardan kurtuldukları, savundukları her türlü ilkeye ters olan ne varsa yapacakları bir özgürlük alanıydı. İçki içer, genelevlere gider, seksshop’lardan alışveriş yapar, biz sorunca da “Seferiyiz, günahı olmaz” diye gevrek gevrek gülerek espri yaparlardı. Yabancı dil bilmez, pejmürde, tipsiz, bakımsız halleriyle oradaki kadınlar tarafından bile çoğunlukla terslenip kovulduklarında ise kızıp üzülürlerdi. Müthiş bir cinsel açlık içindeydiler. Yakından izlemiş olsanız acırdınız, inanın. Aslında farkında değillerdi ama onlar da bu ortaçağ ilişkilerinin kurbanıydılar. Doğruluğu kendinden menkul kurallara küçük yaştan beri hapsolmuş bir halde mutsuzca ama bilincinde olmadan yaşayıp duruyorlardı. Ne kendilerine ne çocuklarına ne de eşlerine saygı ve sevgi duyuyorlardı. Her türlü birliktelikte sevgiden bile en güçlü olan duygunun saygı, saygının da en önemli kriterinin karşısındakini anlamaya çalışmak olduğu yaşam şekli, tamamen yabancısı oldukları bir yaşam şekliydi. Böyle milyonlarca sahte yaşam devam edip gidiyor.
En son olarak, buradaki bazı genç arkadaşlarımızın yazılarında gördüğümüz umutsuzluk, yorulmuşluk duygusunun varlığına şahit olmak gerçekten üzücü. Sizler daha yolun başındasınız; daha çekeceğiniz çok zorluk, belki yaşayacağınız sevinç ve başarılardan çok daha fazlası yaşayacağınız nice üzüntü ve başarısızlık olacak. Hepimiz bütün bunları farklı boyutlarda yaşadık. Yaşanılan çağın ve ülkenin gerçeklerinden kaçmak maalesef mümkün olmuyor. Pes mi ettik, ‘Tamam, yenildik’ mi dedik; tabii ki asla. Her biri gerçeği keşfetme çabamızda bir tecrübe oldu. Yaşam gerçeğimizi oluşturmak için her şeyden önce kendimize güvendik. Devamlı merak ettik, okuduk, araştırdık. Öğrendik ki bilgi, her türlü cehaleti yenecek tek güçtür. Yanlış yapmadık mı; çok yaptık ama onlar bizim yanlışlarımızdı, kimsenin yanlışına ortak olmadık. Mücadele edere hep birlikte olunursa her şeyin kazanılabileceğini kavradık. Tarihte de gördük ki mücadelesiz, bedel ödemeden kazanılan hiçbir şey mevcut değil. Uygar dediğimiz Avrupa’daki kadın mücadelelerini inceleyin. Kadınlar yakın sayılabilecek zaman önce seçilmek vs. amacıyla değil, sadece ve sadece oy kullanmak amacıyla mücadeleye giriştiğinde erkek egemen faşist düzen onları hapsetti, işkence uyguladı, yüzlercesini öldürdü, idam etti. Üstelik en acısı da birçok kadın erkeklere hak verip bu kadınlara olmayacak hakaretlerde ve tacizlerde bulundu. Peki sonuçta kim kazandı? Kadınların bu dünya için daha yapacakları çok şey var. Ülkemizdeki genç kızların da bu cesaret ve tarihsel birikime sahip olduğuna inanıyoruz.
(Görsel: Francesco Clemente)