Merhaba. Aslında nasıl ve nereden başlamalıyım, bir fikrim yok. Burada yazıları zaman zaman okurdum ve bugün ben de bir şeyler yazmak istedim kendi hayatıma dair. Ben de buradaki pek çok kişi gibi başörtüsü takmaya zorlandım, hikayem ise şöyle… Bir yaz tatilinde bundan 8 yıl kadar önce arkadaşlarımla dini bir eğitim veren bir yurda gittik. Yazın için hem ailelerimizin isteğiyle hem de bize yeni bir deneyim olur düşüncesiyle isteyerek gittik. Fakat ailelerimizden ilk kez ayrılıyorduk ve diğer arkadaşlarım daha fazla kalamayacaklarını söylediler Aileleri onları hafta sonu almaya gelecekti. Ben ise pek zorlanmıyordum, ama ben de tek kalmak istemedim ve annemi aradım. Birkaç arama sonrasında, annem bana eğer buraya geldiğimde kapanmazsam beni yurttan almayacağını söyledi. Bunu duyunca korktum, ama hemen “Tamam” diyemedim. Gün de gittikçe yaklaşıyordu. En sonunda kabul ettim. Yarım bir ağızla da olsa.
Oraya gittiğimde 1 hafta içinde, annem her gün “Daha kapanmıyor musun, ne zaman kapanacaksın?” gibisinden beni sıkıştırıyordu. O günlerde de kardeşlerimin doğum günü vardı. Kız kardeşim güzel güzel giyinip süslenirken, bana bunu tekrar sordu ve kardeşime bakıp böyle bir soruyu almak daha çok üzülmeme neden oldu. Olamayacağım halleri düşündüm, isteyip de… Anneme 8. sınıfı beklemesini, arkadaşlarımın da o zaman kapanacağını söyledim, ama dinlemedi. Dikkatinizi çektiyse, babamın adı hiç geçmiyor. Keşke o da müdahil olsaydı bu konuya. Belki ertelenebilirdi bu süreç, ama yaşanılması gereken şeyler var sanırım işte.
Ve artık başörtüyü takmıştım. O hafta içinde mahalleden iki arkadaşım beni gördü ve onlar da kapanmak istediklerini söylediler. Hiçbir şey diyemedim, Yapın veya yapmayın diye. Zaten o kadar şaşkın, o kadar beklenmedik bir şeyin etkisindeyim ki… Bir gün kapanacağımı biliyordum, ama bu kadar erken değildi. O gün bugün değildi. Bir açıklamayı bile hak etmemiştim. Bunun cevabını sonra alacaktım ama… Neyse, konuya dönelim. Ve onlar da kapandı. Zaten o zamanlar okullarda başörtüsü yasağı vardı. O yüzden okul dışında örtülüydük ve açıkçası benim için başımdakinin bir anlamı bile yoktu. İdrak edememişim. Bir kıyafet, normal, sıradan… Gerçi içim biliyor, farklı bir şeyler var, bir ağırlık var, ama üstünde durmuyorum.
O yaz bir sahil kasabasına, dayımlara gidiyoruz. Bu kapanma olayından bir 10 gün sonra falan herhalde, ben de açık geziyorum. Orada annemin bir arkadaşına uğruyoruz. Anneme nasihatte bulunuyor. Güya “Bak ben kapatmadım kızları, sen bırakma, yaşı küçükken bastır” hesabı. Kızı dediği kişiler benden 5 yaş büyük. Akıl akıl, gel bana takıl işte. Öyle bir süreç…
Liseye geçiyorum. Lise 2-3 derken… İçimde olan şeyler gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Zaten hep dinle alakalı kafasında soru işaretleri olan biriydim. Ara sıra inkâr ederdim, sonra biraz düşünür, araştırır tövbeye gelirdim. Böyle bir süreç olurdu. Fakat bir gün oldu ki ben o tövbeyi yapamadım. Onu gerektiren sonuca ulaşamadım. Bu 11. sınıfta oluyor. Öyle bir süreç başladı. Birçok konu üstünde düşünmeye, onları kurcalamaya başladım. Sonra öyle bir hâl aldı ki artık yeter yoruldum, dedim ve bir karar verdim. Hangi konulara inanmıyorum, neler hakkında şüpheleniyorum’dan, inandığım şeyler ne’ye kadar düşündüm ve günün sonunda inandığımı bildiğim tek şey tanrıydı. Bu bir zaman böyle sürdü . Kendimi deist vs. bir şey olarak adlandırmadım .
12. sınıfım. Bir yandan dersler, bir yandan bu düşünceler yorucu bir süreçti. Odama gelip aynanın karşısında “Bu ben değilim, olduğum kişi bu değil.” diyerek saatlerce ağladım. Sonra da dersime çalıştım. İyi ki de çalışmışım.
Hiç unutmam, ilkokul 3. sınıf sanırım, Mevlâna’yı işliyoruz dersimizde ve konu o meşhur söze “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” kısmına geldi. İçimden şöyle düşünmüştüm: İnsan göründüğü gibi nasıl olabilir ki, nasılsa öyle görünür, diye. Bizzat yaşayarak öğrenmiş oldum. Teşekkürler hayat, iyi bir ders oldu.
Bu arada hikâye hâlâ devam ediyor. Biraz uzun, kusura bakmayın. Annemle bu konu üzerinde her hafta tartışıyoruz, bir şekilde birbirimizle konuşmuyoruz. Annem yaptığı hatayı da kabul ediyor. “Evet, erkendi. Evet, sana baskı yaptım.” diye, ama ardından da ekliyor: “Girdin bir yola, bir kere devam ettir.” Bu son kısım asıl beni üzen bu kabullenme zorunluluğu. Kimseye de diyemiyorum, artık bunu yapmamı gerektiren bir şey yok, diye. Elimde değil, inanmıyordum ki… Nasıl olsun? Bunu geçtim, açılmak istediğimi bile söyleyemiyordum. Buradan tavsiye, yaşadıklarınızı anlatabileceğiniz insanlar olsun çevrenizde. Yoksa o geldiğiniz dikenli yolları unutup, kendinizi suçlamaya meyledebilirsiniz. Bunu da yapmıyorsanız günlük yazın. Size hatırlatacak bir şeyler olsun.
Böyle zaman geçti üniversiteyi kazanmıştım. Annemle yerleşmeye gittik ve bavul hazırlarken yanıma hiç başörtü almadım. Annem sonradan koymuş gizlice. Otobüsten indik ve ben başımdaki örtüyü çıkarttım. Bunu ilk öğrenmeyi hak eden biri varsa o da annemdir. Anneme gerçekten değer veririm ve böyle bir şeye önce o şahit olmalı ve o öğrenmeliydi. Kendime duyduğum saygı açısından da önemli idi bu. Sonrasına annemle yine tartıştık ve bir sonuca varmayacaktık belli, ama en azından da mesajı vermiş olmuştum. Bugünü annemle beraber güzelce geçirecek, ertesi gün de artık örtüyü çıkaracaktım. Ve yaptım. Okulun ilk günü okula öyle gittim. Sabah tereddüt etmedim mi, ettim. Ama yapmıştım. Sonra annem bir süre konuşmadı. Tatile gideceğimde “Ben seni böyle kabul edemem. Geleceksen kapalı gel” dedi ve ben de çoktan biletimi almıştım zaten. Annemle konuşarak arayı düzeltebileceğimi umarak örtülü gittim, nasıl olsa sonrasında gitmeyeceğim diyerek.
Ve pandemi çıktı, apar topar eve döndüm. Açık dönmüştüm, fakat öyle devam etmedi. Zaten evden de dışarı çıkmıyordum, sorun etmedim. Fakat bu süreç uzayınca işte, ipler orada bir gerildi… Aldı bir belirsizlik başını… Babaannemler en başından beri biliyordu, ama diğer dedemler, işte orası büyük problem. Beni hiç sevmemiş dedem. Bunu da her seferinde hissettirmiş dedem. Şimdi, dedelik görevlerini yerine getirmek için pusuda bekliyordu. Bir tavşanın onu uyandırması yeterliydi. Bana her seferinde eşofman giydiğim için lanetin üzerime olacağını, ne kadar olumsuzluk varsa her seferinde dile getiriyordu. Kardeşime ise bunun konusunu açmayıp, anneme şimdi ben söylemeyim ters anlar, sen uygun bir dille anlat, diyecek kadar da aklı başındaydı. Neyse, insan ayırmasıyla ünlüdür zaten. Bu yüzden onlardan korktum, daha doğrusu bana yapacaklarından. Ve bir şekilde de de denk gelmedik. Ben kendi şehrimde kendi istediğim şekildeyim yaklaşık 5-6 aydır ve onlar ise hâlâ bilmiyorlar. Bu süreç ise fazla uzadı ve bir sonuca ihtiyacı var. Bu gidişimde bir şeyler olacak, biliyorum. Umarım en az hasarla güzel bir şekilde çıkarım. İyi dileklerinizi bekliyorum, kendinize çok iyi bakın.
(Görsel: Edmund Dulac)