Başlık metninizi buraya ekleyin

Nursema'yı tanıyoruz

Kızılcık Şerbeti, Türkiye’nin uzun süredir içerisinde bulunduğu seküler-dindar gerilimlerini, yaşayan ve birbiri ile etkileşimin sahici halleriyle önümüze koyan bir dönem dizisi. Dizi, her ne kadar klasik Türk dizisi kalitesi ile ortaya koyulmuş olsa da, çok yaşayan bir anlatıcılığa sahip. 

“Dizide değişim fikri, karakterler üzerinden anlatılıyor ve karakterler birbirleriyle ilişki içinde değişiyorlar.” diyor Prof. Aksu Bora ve şu şekilde devam ediyor; “Dindar kadınların hikayesini epeydir biliyoruz aslında. Kendilerine biçilen gömleklere sığmayan, çeşitli biçimlerde dışarı taşan, itiraz eden, değişen öyle çok kadın tanıyorum ki… Öte yandan, 2005’te TESEV için yaptığımız bir araştırmada bu daralmanın sadece dindar ailelerde yaşanmadığını da görmüştük. Gençler, hele ki genç kadınlar, değişmek istiyorlar, kendilerine konan sınırlara itiraz etmeye çalışıyorlar, hayatlarının dizginlerini ellerine almak istiyorlar. Fakat bunun önünde yalnızca aileleri değil, başka engeller de var. İş bulmak bir dert, ev bulmak bir dert, yurt bulmak bir dert, üniversite bir dert…

Nursema, izleyicinin en sevdiği kahramana dönüştü son birkaç bölümde. Ailesine meydan okuduğu sahne, bir tür katarsis etkisi yarattı resmen. Zorla evlendirilme, sınırlandırılma, baskı altına alınma, değer verilmeme, sesini çıkaramama… Bunlar kadınların iyi bildikleri şeyler ve Nursema’nın isyanı, hepimizin yüreğini ferahlattı.”

Evet, bunlar herkesin bildiği ama pek dillendirilmeyen bir Türkiye gerçekliği. Dindar/muhafazakar ailelerin kız çocukları, ömürlerini o ailelerin içerisinde geçirmiş kadınlar, klasik manada zihinlerimize kodlanmış seküler-dindar mahalleler çekişmesinin başka bir yerinde, yüzlerce ve binlerce insanın pek duyulmayan ve bu paradigmaların dışarısında, daha farklı bir boyutunda süregelen hikayeleri ile her yerde varlar. Dizinin sahiciliği ve özellikle Nursema karakterinin bu denli tutulmuş olmasının sebebi de bu sahicilikten kaynaklanmakta. 

Yalnız Yürümeyeceksin platformu olarak 2018 yılından beri yüzlerce, binlerce kişiden, dini ve kültürel baskı altına alınmış ve aileleri ile özgürlükleri, birey olma hakları yönünde mücadele etmiş özellikle genç kadınların hikayelerini yayınlıyoruz. Bu hikayeleri, yaşadıkları baskılar, çekingen yetiştirilmiş bir kültür içerisinde olmaları, alamadıkları riskler ve kendilerini korumak adına anonim olarak yayınlıyorduk. Bu yazıda, bazı mektuplardan alıntı yaparak ülkede binlerce Nursema’nın gerçekliğine biz de şahitliğimizi koymak istedik.

Benim hikayem de çok küçük yaşta başladı, tıpkı sizinki gibi. Muhafazakâr bir ailem var, psikolojik baskıyı en dibine kadar yaşadım. Bana kimse fikrimi sormamıştı. Benim adıma söz sahibi olmaya çoktan başlamışlardı. Babam, annem, çevremizdeki insanlar, akrabalar… Ben hariç herkes benim hakkımda fikirlerini söylüyordu.

Ailemi hiçbir zaman affetmeyeceğim, benden özgürlüğümü aldılar. Her gece ağlıyorum, dua ediyorum, ama Allah bana neden yardım etmiyor? Neden beni bu yükten kurtarmıyor? Ben artık böyle yaşamak istemiyorum… İntihar edersem beni yakacak mı? Her şeyin sorumlusu ben mi olacağım?

“Yobaz ailede olanlar anlayabilir ancak. Yani bu yobaz kesimde ‘kadın için’ imandan sonra başörtüsü geliyor. Bunun mücadelesi de hiç kolay değil. Bunun fragmanını kardeşim açılacağını söylediğinde yaşadık. Evin huzuru tamamen gitti.”

“Öyle yorucu bir durum ki ruhsal olarak tamamen tükendim. İntihar etmeye bile isteğim kalmadı, zaten çoktan ölmüşüm de hissiz şekilde yaşıyorum. Özgürlüğümü anneme tercih ettim de diyebiliriz.”

“Kadın olmak çok ağır geliyor benim omuzlarıma. Belki de uzun zamandır kadın olduğum içindir. İçimdeki çocuğu bastırdığım için hep bilmiyorum. Bazen düşünüyorum, acaba bu kendimi kötü zihniyetli erkeklerden korumam için mi diye. Niye benim bir şeyler yapmam gerekiyor kadınım diye ya da örtüm beni korur mu bilmiyorum. Cevabını bulamadığım bir sürü soru var kafamda. İslam’ı çok seviyorum ben. Her şey düşünülmüş dinimde, ama kadınlarla ilgili konularda diyemiyorum bir şey. Ailem böyle yaparak soğuttu beni her şeyden.”

“Bir seçim yapmam gerekiyordu. Ya onlar üzülecekti ya da ben… Ben yeteri kadar üzüldüm. Şimdi üzülme sırası onlarda. Benim içim çok rahat. Çünkü ben yanlış bir şey yapmadım. Ben sadece yaşamak istiyorum. Özgürce yaşamak… Kimin ne dediği de ne hissettiği de umurumda değil.”

O zamanlar ailemin isteyeceği ve ruhumun isteyeceği arasında sıkışmıştım ama uzun sürmeden flört ettiğim kişiyi engelledim. Bu dönem çoğu şeyi kabullendiğim dönem oldu. Ailemin istekleri hiçbir zaman tatmin olmayacaktı. Onların kuklası değildim, gençliklerinde yapamadıkları kadar başarılı olamadıkları kadar dindar olmak, onları tatmin etmek için çabalamak zorunda değildim. Ben böyleydim ve olduğum kişi için savaşacaktım.

“Keşke erkek olsaydım. Aileme göre, abimin düşünmeden yaptığı şeyleri hayal etmek bile suç benim için. Neden onlar daha önemli? Nefret ediyorum kadın olmaktan.”

“Şu an mutlu olmam gerekiyordu, değil mi? Değilim. Ailemde, annem hariç kimsenin bundan haberi yok. Annem, eve döndüğümde bana hayatımda duymadığım hakaretleri etti. Erkekler için açıldığımı ve orospu olduğumu söyledi. Oysa erkeklerle bir ilgim yok. Hayatımda bir kere bile sevgilim olmadı. Yıllarca maruz kaldığım psikolojik şiddet yüzünden erkeklerden soğudum. Kendimi bir erkekle yan yana yürürken bile düşünemiyorum. Bütün erkeklerin babam, abim ve erkek kuzenlerim gibi içlerinde bir canavar beslediğini düşünüyorum.”

“Fakat benim savaşım henüz bitmedi. Dayak da yesem özgürlüğümden vazgeçmeyeceğim. Artık korkum yok. Saç teli göründü diye dayak yiyen çocuğu içimde öldürdüm. Aslında ben kendimi öldürdüm. Şu an geleceğimi bile göremiyorum. Ailem kararından vazgeçip beni kabul edecek mi yoksa ömür boyu onlara hasret mi kalacağım, bilemiyorum.”

“Hiçbir hobim yoktu ve olamazdı, okuldaki yüzme ve beden eğitimi derslerine katılmama bile izin vermediler. Sınıf arkadaşlarım yüzerken ve eğlenirken, ben kenarda onları izlemekle yetiniyordum. İçim gitse de bana bunların günah olduğu söylendiği için kendimi dizginliyordum. Bu yüzden gizli saklı hiçbir şey de yapmamıştım. Şimdi düşününce; resmen, medeniyetin göbeğinde her türlü bilgi alma kaynağımı kısıtlayarak, her şeyi yasaklayarak tamamen izole şekilde büyümeme neden olmuşlar. Hiç uyanmayayım diye, gerçekleri görmeyeyim diye gerçekten çok uğraş vermişler.”

“O zamanlar kendime bakmayı çok severdim. Saçlarımı tarardım, kremler sürerdim. Diğer kızların anneleri yapardı bunu, ben kendim yapınca “Sen ilerde evden kaçarsın, hemen evlenirsin *r*spu.” denirdi. 5. Sınıftayken benden 4 yaş büyük abim imamlardan duyduklarını bana yaptırmaya çalışırdı. Gelir “Örtüneceksin!” diye baskı kurardı. Psikolojik şiddet uygulardı.”

“Ailem beni sever ve ben de onları severim. Ancak özgürlüğü her şeyden çok seviyorum. Ailemi sevsem de onları üzmek pahasına mutluluğumun peşinden gideceğim. Her ne kadar yobaz olsalar da onlardan nefret edemiyorum çünkü onlar da dinin getirisi korkularla büyütülmüşlerdi. Yine de sorgulama zahmetine girmedikleri için onlara hep kızgın kalacağım.”

“Birkaç saat öncesine kadar cesaretimin kırıldığını ve açılmaktan vazgeçtiğimi düşünmeye başlamıştım, ama ailemden daha çok korktuğum bir şey varsa o da korkularımın yön verdiği bir hayatta yaşamak. Ne kadar korkarsam korkayım asla cesaretimi yitirmeyeceğim çünkü önemli olan korkusuz olmak değil cesur olmaktır. Kaybedecek çok şeyimiz varken aynı zamanda hiçbir şeyimiz yok.”

“Bana bir tek bu seçenek sunuldu; “Yoksa okumayıp evlenirsin” dediler. Tehditler, şiddet, korkutmalar…”

“Merhaba, benim hikâyem de buradaki herkesin hikâyesine benzer. Zorba bir baba, her şeye boyun eğen bir anne ve neyi istediği asla sorulmadan onun adına bir ton karar verilen ben…”

“Ben kimsenin egemenliği altına girmeden bir birey olarak kendi yolumda yürümek istiyorsam ne olacak peki?”

“Kendilerini Tanrı yerine koyan aileler, farkında olmadan o çok korktukları şirki sürekli olarak yapıyorlar. Çünkü onlar kimin cehennemlik olduğunu biliyorlar. Kendilerince belirli doğruları var ve bunun dışına çıkamıyorlar.”

“Siz çocuk değil, köle yetiştirmek istiyorsunuz. Siz ebeveynlik değil, sahiplik yapıyorsunuz. Siz bize sahip olduğunuzu sanıyorsunuz ama değilsiniz. Aile ne demek, onu bile bilmiyorsunuz. Öğrenmemişsiniz, cahil kalmışsınız. Ve bunu bir ödülmüş gibi herkese sunuyorsunuz. “Cahillik mutluluktur.” sözü ne kadar doğru aslında. Bir şeyleri görebilen, araştıran insanlar bu tür zorbalıkları çocuklarına yapmaz.” “Siz zorbasınız! Asıl dinsiz sizlersiniz! Çocuklarınızın kalbini kırarak, onları yıkıp dökerek Müslüman ayaklarına yatmayı kesin! Yeter artık, sen bilirkişi değilsin. Sen mükemmel değilsin. Ne bu şımarıklık? Kendinizi ne sanıyorsunuz? Çocuğunum ben senin, satın aldığın bir köle değilim!”

“Ben ailemi çok seviyorum, belki bu yazdıklarımdan bağnaz ve cani insanlar oldukları anlamı çıkmış olabilir ama nasıl kendi hayatıma kendi kararlarımla devam ederken diğer yandan onların da gönlünü hoş tutup aile huzurumuzu bozmadan yaşamıma devam ederim; işte bunu bilmiyorum.” “Siz zorbasınız! Asıl dinsiz sizlersiniz! Çocuklarınızın kalbini kırarak, onları yıkıp dökerek Müslüman ayaklarına yatmayı kesin! Yeter artık, sen bilirkişi değilsin. Sen mükemmel değilsin. Ne bu şımarıklık? Kendinizi ne sanıyorsunuz? Çocuğunum ben senin, satın aldığın bir köle değilim!”

“Bu arada, artık kendimin farkına vardığım ve kendi bedenim hakkında benim karar vermem gerektiğine inandığım için aileme açılmak istediğimi, kapanmanın artık zor geldiğini ve hiç istemediğimi söyleyeceğim. Görücü usulü evlendirilen, ‘Tanıdıkça seversin’ denilen kadınlar gibi hissediyorum. Onları üzmekten çekiniyorum ama birinin mutluluğu gözetilecekse bu ben olmalıyım çünkü önümde upuzun bir hayat var ve o hayatı keşke’lerle geçirmek istemiyorum.”

“Hayat ne kadar ironik değil mi? Kendi evladının ne düşündüğünü ne hissettiğini bile merak etmeden onun için kafanda bir hayat belirliyorsun ama ben böyle yaşamaktan bıktım. Annem her şeyime karar veriyor. Geleceğim onun kafasında hazır. Ben ferace giyecekmişim. Biraz büyüyünce çarşaf giyecekmişim. Görücü usulü evlenecekmişim. O zamana kadar evden çıkamayacakmışım ama artık başkalarının istediği hayatı yaşamak istemiyorum.”

“Bir tane yakın arkadaşım vardı. Onunla da sadece annemin gözetiminde evde görüşürdüm. Evde bir odam bile yoktu. Oturma odası dedikleri televizyonlu ve ikili koltuk bulunan odada yaşadım evlenene kadar. 18 yaşımda eşim ile tanıştım. Tanıştım derken öyle görüşmek, aşık olmak falan mümkün değil tabii. Ailemin tanıdığı biri aracı olmuştu; görücü usulü tanıştık.”

“Babamın benim için istediği hayat belli. Lise bittiği sene üniversite kazanmak zorundayım. Yoksa ertesi sene ‘Senden bir bok olmaz’ diyerek sınava girmemi engeller. Sonra da 20 yaşında görücü usulü evlendirilir ve hiç tanımadığım, babam gibi geri kafalı bir XY kromozomlunun koynuna zorla sokulurum. Reddediyorum!”

Kendilerine ait odaları dahi işgal edilen, iradeleri yok sayılan, yaşamı ile ilgili bütün kararları ailesi tarafından verilen, erkek kardeşlerine sunulan yaşam kendisine asla sunulmayan, gelişim hakkı engellenen, bir birey olarak değil ailenin namusu ve onların devamı olmak dışında hiçbir varoluşu tanınmayan, sözüne güvenilmeyen, psikolojik/fiziksel ve cinsel şiddete uğrayan, çocuk yaşta bütün dini ve kültürel pratikler üzerine yığılan, zar zor ayakta tutulmaya çalışılan “aile huzuru” ve hasır altı edilen günahların altında ezilen kadınlar, kız çocukları… Biliyoruz, tanıyoruz ve şahidiz. Yalnız yürümeyeceksiniz.