Alice Harikalar Diyarında, en popüler modern masallardan biridir. Ben çocukken evimizde Raksotek’in kasetleri vardı. Bu kasetlerden birinde Alice’in hikayesi anlatılıyordu. Yıllar sonra ise Tim Burton’ın fantastik evreninde karşımıza çıktı. Alice pek çok şarkıya ve filme ilham vermiştir. Her kuşak ve her birey için de anlamı başka başka derimleşit. Prli Alice Harikalar Diyarında, Yalnız Yürümeyeceksin özneleri için ne anlam ifade ediyor? Bir önceki yazıda hatırlarsanız, Dorothy ve onun köpeği Toto’dan bahsetmiştim. Toto kadar olmasa da beyaz tavşan da Alice için çok önemliydi. Alice sıkıcı hayatı olan bir kızdı. Ailesi despottu, neyi ne zaman saat kaçta yapacağı belliydi. Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabında söylediklerini hatırlıyor musunuz? İnsan -yalnızca kadınlar değil bütün insanlar- bir şeyler üretebilmek, var olabilmek, kendi varoluşlarını ortaya koyabilmek için zamana ve özel bir mekana ihtiyaçları vardır. Eğer her gün kardeşlerinizin ev işlerini yapıyorsanız, eğer sürekli baskı altında yaşıyorsanız, odanıza ebeveynleriniz ve evin diğer üyeleri kapıyı hiç çalmadan girebiliyorlarsa, değil bir odaya sahip olmanız, kendi bedeninize dahi sahip olamıyorsanız, sizin dışınızda herkesin sizin bedeniniz hakkında bir fikri ve söz sahipliği varsa, o zaman kim beyaz tavşanın peşinden gitmez ki? Hatırlarsanız Matrix’teki Neo da beyaz tavşanın peşine böylesi bir varoluşsal sancıyla takılmıştı.
Alice beyaz tavşanla birlikte delikten aşağıya düştüğünde iki nesne ile karşılaşır. Birinde “BENİ YE”, diğerinde “BENİ İÇ” yazmaktadır. Alice neden hiç düşünmeden bu yiyecekleri yiyip içer? Gelin hep birlikte hem Alice’in, hem de kendi çocukluğumuzun gerçekliğine dönelim. Kız çocukları doğdukları andan itibaren itaat etmek ve her şeye evet demek üzerine yetiştirirler. Belki kendi kendinize “Alice bunları hiç düşünmeden yedi, çünkü çok meraklı bir çocuktu.” diyebilirsiniz. Oysa Alice’in temkinli, hatta isyankar olduğu birçok durumla da karşılaşıyoruz. Ne zaman ki Alice emir kipi ile karşılaşıyor, işte o zaman itaat etmek için sabırsız davranıyor. Bu hepimizin alıştığı bir şey. Ebeveynlerimiz bizi itaat etmek üzere yetiştirirken, ergenliğe yaklaştığımızda “Bir saniye! Şunlara, şunlara, şunlara, hayır demelisin!” demeye başlıyorlar. Bu durumda sınırlarımızın nasıl anlayabiliriz? Kime karşı dur diyeceğimizi nasıl ayırabiliriz? Ebeveynlerimiz kendi otoritelerinin meşru otoriteler olduğunu bize söylerler ve dolayısıyla onların söylediklerine itaat etmeliyizdir. Peki bir gün bizim için başka biri meşru bir otorite olursa? Ne yazık ki bu, genelde bir erkek arkadaştır. Öyleyse bu otoriteye karşı itaat etmemizi kim engelleyebilir? Otoriteye itaat eden Alice önce büyüyüp ağlamaya başlar ve sonra küçülüp kendi gözyaşlarından bir denizde yolculuğa çıkar. Bireyselleşme yolculuğunun ilk adımı bu değil mi? Önce kendi gözyaşlarımızdan bir denizde, bize emirler verenlere karşı mücadele etmeliyiz. Kendi yolumuzu çizmek için…
Alice için en öğretici anlardan biri Şapkacı ve tarla faresi ile birlikte içtiği akşam çayıdır. Bu akşam çayı ziyaretinde tarla faresi ona çok önemli bir şey söyler. “Feed your head.” Yani “Kafanı besle.” Alice’in bu macera sürecinde pek çok öğrenme alanı edildiğini görüyoruz. Belki de beş çayı en önemli öğrenme alanıdır. Şunu unutmayın ki beyninizi ne kadar beslerseniz sınırlarınızı o kadar iyi bilirsiniz. Kendinizi o kadar iyi tanırsınız ve kendinize olabilecek en güvenli alanı yaratırsınız. Aklımızın içi kimsenin zincir vuramayacağı bir alandır. Her şeyimize sahip olabilirler. Bedenimiz hakkında söz sahibi olamayabiliriz Virginia Wolf’un söylediği kendine ait bir odaya sahip olmayabiliriz veya kendimize ait bir zamanımız olmayabilir, ancak ve ancak bize ait ve her zaman bize ait olarak kalacak, hiçbir zaman başkasına ait olmayacak tek şey kafamızın içidir. Öyleyse tarla faresinin söylediği çok doğru, asla zararlı çıkmayacağınız bir tavsiye: Kafanı besle. Bir insan en başta kafasına yatırım yapmayacaksa neye yatırım yapabilir ki? Çünkü diğer her şey elimizden alınabilir veya çoktan hiç bizim olmamış olabilir. Üstelik eğer bir savaş vereceksek yine beslenmiş bir kafaya ihtiyacımız var. Seneca’nın dediği gibi, “Issız bir yerlerde kendine evren ol.”