Merhaba, neredeyse 30 olmanın bir etkisi olarak galiba veya artık göğsüm çok ağırlaştığından mıdır bilemiyorum, ama anlatacak çok şey varmış gibi geliyor.
Çok küçük yaşlarda başladı birey olma mücadelem ‘Ben buradan gideceğim.’ diyerek. 14 yaşında lisede yatılı okula gittim kendi başıma olabilmek için. 17 yaşında bin bir hevesle, aşkla inançla başımı örttüm. Namaz kılar, duamı eder inancımı yaşardım. Ailemdeki bütün kadınlar başörtülü. Arkadaşlarım başörtülü. Ben de uyum sağlamıştım. Sonra Umre’ye gittim. Kalbime dokundu Arabistan, yeryüzünde cennetten bir parça olsa gerek Kâbe diye geçirdim içimden. Ama biliyor musunuz ben ilk Kâbe’de sorguladım inancımı. Şeytanın bir oyunu bu diyerek bastırdım.
‘Allah’ım bana girdiğim ve çıktığım halim arasında dağlar kadar fark olan, vizyonumu genişleteceğim ve kendimi geliştireceğim bir üniversiteye gitmeyi nasip et’ diye dua etmiştim. Türkiye’deki en iyi devlet üniversitelerinden birinden kabul aldım. Liseyi okuduğum şehre göre daha kozmopolit bir şehre ve sol, liberal görüşlü insanların olduğu bir eğitim kurumuna başladım. Bir arayışım vardı. Tefsir, hadis, meal okuyup ünlü hocaları dinlerdim. Kampüste feracemin üstünde gezinen negatif bakışlara direndim. Ama annemin ‘Sen genç kızsın, koyu renk giyme. Başörtünü öyle dolayınca kafan kocaman oluyor. Ferace çok uzun, sana renkli tunik, kap alalım.’ demesini aşamadım bir türlü içimde. Doğru gelmiyordu bana. Hepsini Allah katında farklı bir kabulü olacağını bilerek, ben başımı örtmek değil; tesettüre girmek istiyordum. Bu benim için bir bedensel ve ruhsal bir teslim oluşun idealiydi. Ben Hz. Ayşe olmak istiyordum güçlü ve bilge, ama toplum ve ailem beni radikal buluyordu. Farklı Müslüman topluluklara dahil olmaya çalıştım ama ne ben onlara ne onlar bana uydu.
19 yaşında depresif hissederek başladığım terapi yolcuğunda ilk kez “Peki ben ne istiyorum?” diye ilk kez sordum. ‘Ne yapmak gerek ve benden ne bekleniyor?’ Buna o kadar odaklanmıştım ki, bu soru beni bir buhrana sürükledi. Bir süre perdelerim kapalı, karanlıkta yattım ve okula da gitmedim bi hafta kadar. Antropoloji dersi alıyordum o ara, din konusu da dersin bir parçasıydı. Okuduğumuz makaleler beni derin bir sorgulamaya itti. Ama nötr bir yerde kendimle olmam lazımdı. Sol görüşlü liberal okulum ve muhafazakâr ailemin zihnimde yarattığı gürültüden uzak bir yere ihtiyacım vardı. Erasmus’a başvurmuştum, gittiğim süreyi fırsat bilip düşünmek istedim. Ve orada hem sol hem sağ mecranın üzerinde söz hakkı varmışçasına konuştuğu başörtümü çıkarmaya karar verdim, ama bunu orada yapmak istemedim. Zorla olmamıştı çünkü. Erasmus bana özgürlükten ziyade kafa dinginliği vermişti. Bana göre özgürlük, başkaları tarafından hadsizce benim için çizilen sınırları kendi irademle bozmaktı. O yüzden Türkiye’ye döndüğümde üniversiteyi okuduğum şehirde çıkarttım başörtümü. İnsanlar başörtümün altında sakladığım kısa renkli saçlarımı ve piercinglerimi görünce şaşırdı. “Bir açıldı, pir açıldı oldum.” Bunu hem liberal hem de muhafazakâr kesimden de duydum.
Annemi babamı karşıma aldım “Ben artık başörtüsü takmak istemiyorum.” dedim. Babam dünya tatlısı adam, karşısında geçip ben artık ateistim desem de yine onun evladı olduğumu ancak ellerin laflarıyla uğraşmamak için onları ziyaret ettiğimde başımı örtmemi istedi. Hayır, ben başımı Allah için örtmüştüm ve başımı açacaksam da bir Yaratan ve benim aramdaydı. İki yüzlü olamazdım. Annem bende en büyük yarayı açan oldu. İnanın ne dedi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım ben ağlamaktan nefes almayınca kardeşimin annemi odadan çıkardığı oldu. Çünkü o da biliyordu annem haksızdı. Zamanla alıştılar ve bütün aile kabullendi. Bu mücadelemle, aileden birkaç kız kardeşime birey olma yolunda bir karar da baş örtüsünü açmaksa onlara da yolu kolaylaştırmış olmayı umuyorum
Üniversiteden mezun olup, 5 sene çalıştıktan sonra ilk dövmemi yaptırdığımda ve annem kazara dövmemi gördüğünde “Birini öldürsen anlardım. Çocuğuma bir şey yaptı da o yüzden katil oldu çocuğum derdim. Ama senin bu dövmeyi yaptırmanı anlayamıyorum. Beni çok üzdün. Ben seni çok seviyorum. Senin için her şeyimi feda ettim ama sen ben neyi sevmiyorsan inadıma yaptın. Ben böyle bir evlat istememiştim.” dediğinde bir kez daha anladım ki mesele başörtüsünden büyüktü. Arkadaşlarımı, ölçülü aldığım alkolümü, İslam’a inanmadığımı, partnerlerimi, dövmemi, diğer bir deyişle her şeyimi gizliyordum. Yalan söylemeyi bilmezken hayatım yalan olmuştu.
Bugün ailemle arama yollar ve saatler koydum, “Hayat kısa ben onların gönlünü kırmak istemem bu da onların doğrusu” diyerek. Çözüm gitmekti; suçlu hissetmek, yalnız olmak, yabancı olmak pahasına da olsa huzurlu olmayı ve daha az yalan söylemeyi seçmekti. Yeni bir hayat kuruyorum. Maddi manevi verdiğim bir sürü mücadele sonrası, nihayet huzura eriştim. Ve zorluğunu çektiğim o hayat bugün benim karşıma dünyanın en güzel kalpli sevgi dolu partnerini çıkardı.
Tam bugün arkadaşlarına “Biliyor musunuz ben bir sırım. Ailesi beni onaylamayacağı için gizliyoruz.” dediğinde içimdeki o yara tekrar kanadı. Bu bana da ona da çok büyük haksızlık ama değiştiremiyorum. Türk ve Müslüman olmadığı için onu kabul etmeyecekler ne kadar iyi bir insan olduğunun ve birbirimizi ne kadar sevdiğimizin önemi yok… Utanç, hayal kırıklığı, suçluluk, korku ve öfke… Hepsini ruhumda ve bedenimde hissediyorum. Biliyorum ki bunu da atlatırım. Hem belki bu sefer yalnız değil partnerimle beraber atlatırım. Bir yanım hep kırık bir yanım hep buruk. İçim sevgi dolu. Ruhum bir kabulleniş halinde. Arada kabuk bağlamış yaram kanar ama sonra durur. Belki bir gün iyileşir bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var: Birey olmak kolay değil, hele ki kadınsan, hele ki muhafazakâr bir ailen varsa.
Yol arkadaşlarımızı ve seçilmiş ailelerimizi en yakın zamanda bulmak dileğiyle. Cesur yüreklerimizden öperim.
“Yalan söylemeyi bilmezken hayatım yalan olmuştu” için bir yanıt
Merhaba, benimle iletişime geçebilir misiniz, bir konuda desteğinize ihtiyacım var. Mail: [email protected]