Merhaba,
Dini pratikleri gelenek boyutunda olan bir aileye doğdum. Çocukluğum boyunca Allah ile olan ilişkim, ailem ve çevremiz sayesinde itaat ve ceza boyutunda oldu. “Allah, açık giyinen kadınları yakar. Kocalarına itaat etmeyen kadınları yakar. Erkeklerle flörtleşen kadınları yakar. Allah’ın çok korkunç bir cehennemi var ve her günahın için ayrı ayrı katlarda tasvir edemeyeceğim işkenceleri mevcut.” Bugün 37 yaşındayım ve bunları tamamıyla bilinçaltımdan atıp atmadığımdan hâlâ emin değilim. Bunlara rağmen, devletin her koşulda yanında olan bir çevrede büyüdüğümüz için başörtüsü takan genç kadın tanıdığımız neredeyse yoktu. Benim başörtüsüyle tanışmam lisede oldu. Başarılı bir öğrenciydim fakat oldukça yoksul bir ailem vardı. Üniversiteyi kazanabilmek için o dönemin popüler bir dershanesinden sağlam bir burs kazandım. Hikâyem burada başladı. Derslerden sonra hocalarımız bize kısır, kek, börek hazırlıyor ve beraber sohbet etmeye çağırıyorlardı. Kantinden bir tane su bile almanın çok zor olduğu bir hayatı olunca insan, bu tür aktiviteleri kaçırmıyor tabi. Bu sohbetlerde dinden, başörtüsünden ve bu cemaatin liderinin kitaplarından konuşuluyordu ve benimle de çok ilgileniyorlardı. Önemsenmek o kadar hoşuma gidiyordu ki daha sık gidip gelmeye başladım.
Benimle ilgilenen hoca okuluma geliyor, “Seni rüyamda gördüm, kapanmıştın, melekler sana dua ediyordu.” vs. diye sık sık beni teşvik ediyordu. Hatta en son rüyamda gördüğüm eşarbı senin için aldım. Sana hediyem bu, bir gün kapanırsan bunu takarsın diye getirdi ve ben birkaç gün sonra, 17 yaşımda kapanmaya karar verdim. Okula gittiğim ilk günü hiç unutamam; arkadaşlarımın çoğu dalga geçti, “Çıkart bu saçmalığı kafandan, kanma bu insanlara.” diye kızdılar. Böyle olunca ben daha çok sarıldım tabi. Ailem öğrendiğinde onların tepkisi de aynı oldu. Kapanmamı istemediler çünkü başörtüsüyle üniversite okunmayacağını biliyorlardı. Ben herkesi karşıma alarak başörtüme sahip çıktım. Üniversiteye başlayınca da bu cemaatin evlerinde kaldım. İlk zamanlar her şey harikaydı. Bana söylenen her şeyi sorgulamadan yapıyordum. Fakat bir yıl dolmadan işler değişmeye başladı. Kitap okumayı aşırı seven bana, okuduğum kitapların çok boş olduğu, bana bir yarar sağlamayacağı; okumak istiyorsam tarikat liderlerinin kitaplarında her şeyi bulabileceğim söylendi. Film izlemek istediğimizde bunun şeytan işi olduğu, bizi günaha sokacağı, sadece dinimizle ilgili filmleri izleyebilmemizin mümkün olduğu söylendi. Hele sinemaya gitmek; sinemada başımıza her şeyin gelebileceği, hatta geçen haftalarda birisinin AIDS’li kanı şırıngayla bir koltuğa bırakarak o karanlıkta başka birisine bulaştırdığını ifade ettiler.
Okulun bahar şenliği başladığında nefes alacağız diye sevinmiştik ama bu şenliklere gitmenin en büyük günah olduğu ifade edilerek kamp düzenleyip bizi eve hapsettiler. Buraya sadece aklımda kalan basit yaşanmışlıkları anlatıyorum tabi. Böylelikle benim sorgulama sürecim başladı. Dışarıdaki dünyaya inanılmaz bir arzu duymaya başladım. Arzum arttıkça öfkem de arttı. Dini sohbetlerde onların garip algıladığı sorular sormaya ve küçük isyanlara başladım ama kalmaya da devam ettim. İkinci sınıfa başlar başlamaz bir erkek arkadaşım oldu. Dışarıda arzuladığım hayatın tam da içinde hissediyordum kendimi. Fakat erkek arkadaşımın başörtümden utandığını da çok rahat hissedebiliyordum. Bu kez işler daha da çıkmaza girdi; cemaat, erkek arkadaşım ve Allah korkusu üçgeninde ezim ezim ezilmeye başladım. Ne de olsa nikahın olmadan bir erkeğin elini tutmak, onunla yalnız kalmak, saçını göstermek en büyük günahlardı. Aylar böylece geçti ve tarikattakiler erkek arkadaşım olduğunu anlayınca babamı arayıp türlü iftiralar attılar. Erkek arkadaşım da bu kaostan korktuğu için benden ayrıldı. Ve ben oradan ayrılıp kendimi KYK yurduna attım.
İlerleyen günlerde bir pazar günü sırtımda sadece yük olarak hissettiğim o başörtüsünü çıkartıp kendimi sokaklara attım. O anı hiç unutamıyorum. Kendimi dışarıda çırılçıplak yürüyor hissediyordum ama bir yandan da saçlarıma vuran rüzgarın hissiyatıyla garip bir mutluluk içerisindeydim. Fakat ayrıldığım tarikat yaşadığım şehirde, üniversitede hatta ülkede bile o kadar güçlüydü ki o günden sonraki üniversite hayatımı burnumdan getirdiler. Her şeyimin dedikodusu yapıldı. Bir erkek uğruna başörtümü çıkarttığımı söylediler. O kadar çok dedikodumu yaptılar ve beni baskıladılar ki kendimi yapayalnız hissediyordum. Bu kimlik karmaşası ve bunalım, dört yıllık fakülteyi yedi yılda bitirmeme neden oldu. Kendimi o kadar başarısız hissediyordum ki sınırda zekaya sahip olduğumu düşündüm. Hep özgüvenim uzun yıllar çok düşüktü. Ta ki evlenip son bir cesaret tekrar üniversite sınavına girip hem dereceyle sınavı kazanıp hem de mezun olana kadar.
Geriye dönüp baktığımda hayatının on senesi çöp olmuş bir kadın var burada. Ben o açığı kapatmak için iki katı çalışmak zorundayım hep. Süreç sonunda inançlarıma gelince, artık bir deistim. Bizi yaratan Tanrı’nın sırf kadın olduğumuz için kalıplara sokmayacağını, engellemeyeceğini, bizi bu dünyaya sadece birilerinin eşi, annesi olmak ya da bir ailenin dışa açılan vitrini olarak getirmediğini biliyorum. Bu zorlu süreçte felsefe okumak, dünyayı anlamlandırmaya çalışmak benim için en büyük yardımcım oldu. Yalnız yürüyen tüm kız kardeşlerimin her zaman yanında yürümek dileğiyle…
“Beni baskıladılar ki kendimi yapayalnız hissediyordum” için bir yanıt
Seni canı gönülden tebrik ediyorum pes etmediğin için 👏🏻 Gerçekten kendinle gurur duyman gereken bir pozisyondasın.Senelerce birsürü zorluğa göğüs gerip,o yılan yuvası cemaate katlanmışsın,yetmemiş bir de üstüne sınavda derece yapmışsın.Kendine kocaman sarıl güzel insan.Hepimiz seninle gurur duyuyoruz.Çok tebrik ederim seni pes etmediğin için.Yüzün hep gülsün.Okumaya devam 👏🏻👏🏻💐