Bir bedende iki ayrı ruhum ancak hangisi en çok “ben”, bir tek ben biliyorum.

Mahalle kültürünün içinde büyüdüm ben. Hani böyle akşamları apartman kapılarının önünde annelerin çekirdek çitlediği, çocukların saklambaç oynadığı, futbol oynayan erkek çocukların cam kırdığı, bisikleti olmayanın olandan bir tur istediği; samimi, kavala kurabiyesinin bademi tadında, bir o kadar da dedikodusu hiç bitmeyen bir Söğüt Sokak’ta. Erkeklerin borusu hareketleninceye, kız çocukların göğsü şişinceye dek oyunlar beraber oynandı. Erkekler lastik ip atladı, kızlar futbol oynadı. Meybuzlar paylaşıldı, arka mahalle ile kavgalar edildi, düşmanlıklar beslendi. “Bizim” mahallenin erkekleri ile gururlanıldı. Sokağın biraz yukarısında ki Hürriyet İlköğretim Okulu’na beraber gidildi.

İlkokul bitti, altınca sınıfa geçildi. Cıvıl cıvıl çocuk sesleri yerini dingin bir sessizliğe bıraktı. Önce iki sokağın hemen arasındaki ağaçlık arazi sağlık ocağına çevrildi. İki samimi sokak arasına devlet girdi. “Anneeeeeğ, ben dışarı çıkıyorum.”lar yerini izinlere bıraktı. Cevaplar hep farklı, ama sonuç aynıydı: “Bulaşıkları yıka da git.”, “Yerleri gırgırla, ondan sonra.”, “Çamaşırları topla, sonra serbestsin.” Saklanbaca veda ettik. Hala çocuk kalan yanlarım, birilerini sobelemek istedi. Ancak kız arkadaşlarım çocukluğumdan utandırdı beni. Bir hevesle ettiğim oyun teklifleri “Ben artık kendime oyun oynamayı yakıştıramıyorum.” gibi cümlelerle reddedilmişti. Sokağın kocakarıları gibi bir köşede oturup çekirdek çitlemeye ve dedikodu yapmaya başladık. Giyilen tişörtlerin kol boyu uzadı. Köprücük kemiklerinin biraz altındaki şişkinlik bir hırka ile örtülmeye çalışıldı. Falancanın kızları başlarını örttüler diye örnek gösterildi.

İlk regl kanı geldi, ergenliğe girmiş bir genç kızın başını örtmesi farzdı.

Anneden gizlendi ancak uzun sürmedi. Anneler anladı, anneler hep anlar. Bir akraba gezmesine giderken başımın örtülmesi istendi. Saçlarımın görünmesi büyük günahtı. Sanki sokağa o şekilde çıksam, kafama bir pencere önünden saksı düşecekmiş, merdivenlerden yuvarlanacakmış, arabanın altında ezilecekmiş gibi hissederdim. Hemen cezalandırılacağımı sanırdım. O gaddar Tanrı tarafından. Lise yıllarımın okul adı altında kapalı bir cezaevinde geçeceğini bilseydim tercihlerim çok farklı olurdu. “Beterin beteri”ndeki ikinci “beter”le tanıştım. Benim paralı imam hatip dediğim, din eğitimi verilen bir kolejde, tam burslu öğrenci olarak kaydım yapıldı.

Okulun kurucusu, avukat bozuntusu, Osmanlı aşığı muhafazakar hanımefendi, ilk görüşmemizde “Başı kapalı olsaydı ne iyi olurdu.” dedi. Kayıt olmaya giderken, babamın arkasında gözümde iki damla yaş, kafamdaki kahverengi şalla, eteğimi uçuşturan rüzgarla beraber savrularak yürüdüm. Resmi olarak kapanmamıştım henüz. Ama o gün, o gözü yaşlı yürüyüş adıma verilen örtünme kararının ilanıydı. Okulun ilk günü, törene yetişmeye çalışırken bir hızla giyindim. Elime bir başörtü verildi. “Hayırlı olsun.” geldi ardından. O çok sevdiğim saçlarımı rüzgardan esirgedim. Diz kapağımın bilmem kaç karış altında, sofra bezi okul eteğimle, kafamı sıkan bir bone ve başörtü ile okul yolunu yürüdüm. Üçüncü “beter” de geldi. “Beterin beteri”nde olmayan beter. Bir cemaat yurduna yazdırıldım. Asıl mahpus günleri şimdi başlamıştı. Yurda girerken tüm teknolojik aletler teslim edilir, eteksiz, tülbentsiz dolaşılmazdı yurdun sınırları içerisinde. Benden onlarcası var zannettim. Başını örtmek istemeyen asi kadınlar çetesi kurma düşlerim her bir kadını tanımaya başlamamla yerle bir oldu. Hemen hemen hepsi ailesi cemaate derinden bağlı olan, benden daha küçük yaşta kapanmış, erkeklerin adını ağızlarına almayan genç kızlardı. Yalnızdım. Dört yıl farklı bir kimlik altında, yüzümde maskemle gördüklerimi taklit etmeye başladım. Kızlar; ferace giydi, aileme ferace aldırdım. Armine eşarplar, şallar taktılar; param yetmedi çakmalarını aldım. Bir taraftan her gün bir buçuk saat dini ders almaya devam ettik. Hiçbirinin anlamını -hala- bilmediğim, 6-7 sayfalık dualar ezberledim. İslam’ı yutturdular hepimize ezberlettikleri kitaplarla beraber. Hep karşı çıktım. “Neden cemaatlere ihtiyaç duyuluyor?” dedim. Yanıtsız bırakıldım. Sahte namazlar kıldım.

Okulda da işler yolunda değildi. Edebiyat öğretmeni gelir, Hz. Muhammed’i anlatırdı. Hocalarımız kadın, sınıf arkadaşlarım kadın, yemekhane çalışanları kadın, hademelerimiz kadındı. Hayatımda onca kadını ancak 8 Mart’ta Taksim’deki yürüyüşlerde görüyorum bugün. Tüm sınıf AKP yandaşı, camlardan çıkıp siyasi sloganlar atan bir kadın topluluğuydu. Onca “ahlaklı” ancak ergen genç kızın arasında birinin bile cinsellikten söz ettiğini duymadım. “Bu nasıl ergenlik?” diye sordum bu kez. Cinsellik iyiden iyiye tiksindiğim, utanç verici bir şeye dönüştü. Öyle ki cinsel dürtülerini belli eden kişilere “orospu” sıfatını ile bakmaya başladık. İşte ben bir tek o güruha katıldım. Yakın arkadaşlarımdan birinin bir erkekle cinsel içerikli mesajları yakalandı, yurttaki bir hoca tarafından. Kovuldu yurttan. Hem de babasından dayak yiyerek çıktı gitti o kapıdan. Çoğunluğa karıştım; ben de onu “orospu” olarak nitelendirdim.

Bugün nasıl oldu hala bilemediğim, ara ara beni düşündüren bir süreç yaşadım o dört yılda: Asi karakterim okuldaki siyasi propagandalardan, yurttaki din seferberliğinden beni korudu, deforme olmadım. Sormaya devam ettim, aynı zamanda cevap alamamaya. Cemaati hiçbir zaman sahiplenmeden, her zaman dışarıda kalarak ama maskemi de koruyarak geçirdiğim üç yıldan sonra konu üniversite kazanmaya gelince, dünya ile zaten pek de olmayan bağım, iyiden iyiye koptu. Girdim kan emici sınavlara, sosyolojiyi kazandım. Hem de şu marjinal öğrencileri ile ün yapmış Mimar Sinan’da. Bir dönem kapandı ve bir dönem açıldı. O yurttan, okuldan sonra Mimar Sinan’a gitmenin camiden çıkıp bara gitmekten farkı yoktu benim için. Uzun süre afalladım. Önce karma eğitime alışmakta zorlandım. Saçı mavi, pembe insanların rahatlığını sevdim. Hava kararmadan eve girmek için çabaladım. Artık aile evimdeydim çünkü. Dört yıldır uzak olduğum baba otoritesi ile yeniden yüzleştim. İşte ona alışamadım. Hala da alışmış değilim. Okudum, daha çok okudum. İnancımı kaybetmekten korktum okuduklarımdan sonra. “Din, halkın afyonudur.” diyen sosyoloji peygamberi Marx, İslam’ın peygamberi ile çatıştı zihnimde. Kendime savunamadığım gerçeklerimi, bir maske altında insanlara savundum. İslam’ı savunmaya yeltendim, içten içe kendime yalan söyleyerek. Başörtüm, inançsızlığımı örtmedi hiçbir zaman. Sorularıma engel olmadı. Oldukça sancılı bir süreçti. Kavga etmeye başladım içimdeki bir diğer “ben”le. O bana her zaman doğruyu söyledi. Duymazlıktan geldim, bir günün onun haklı çıkacağını bilerek. Ve yenildim. “İstemiyorsun o bez parçasını.” diyen o ses kazandı. Önce ablalığa terfi ettirdiğim komşumuza danıştım. Güzel kıyafetler giyerek, kombinler yaparak tesettürlü giyim şeklini sevebileceğimi söyledi. “Sana yakışıyor.” dedi. Ruhuma yakışmıyordu ama kendime yalan söylemek. Anneme gittim, atmosferin kara gebe olduğu soğuk bir Şubat gününde. “Sen o okula gideli çok değiştin.”

Belki de en acısı buydu; rahminden çırılçıplak çıktığın kadının karşısında ruhunun tüm çıplaklığıyla var olamamak. “Hiç istemiyordum ki, zorla kapattınız beni.” Yalnızdım. “Ben karışmam, babanla konuş.” diyerek arka saflara doğru yürüdü. Yine yürüdüğüm yolda yalnız bırakıldım. Konu babama kadar gitmedi hiç, ben çaresizliğimle debelendim durdum. Korktum ve hala da ondan korkuyorum. Yapabileceklerinden değil, isteklerimin nedeninin ben olduğumu düşünemeyeşinden. Bir şeylerden etkilenmiş olabileceğimden, okuduğum “adı çıkmış dokuza inmez sekize” üniversitenin günah keçisi seçilmesinden korktum. En çok da anlaşılamamaktan.

Tüm bunlar olalı yaklaşık altı yıl geçti. Konu hala gerekli merciye, babama ulaşmadı. Ama ben başımı açtım. Cesaret ettim, kendime dürüst olmayı aileme yalan söylemeyi seçtim. Bir külkedisiyim belki ama prensimi beklemiyorum. Eve girmeden önce belirli uzuvlarımı, en çok da saçımı örtüp her akşam yeniden bir yalana doğuyorum. Bir bedende iki ayrı ruhum ancak hangisi en çok “ben”, bir tek ben biliyorum. Ara ara yolda babamı görüyorum, beni tanımıyor. Her kadına baktığı gibi bakıyor, baştan aşağıya süzüp yanımdan geçip gidiyor.

Bir gün ona da dürüst olacağım, yanımdan geçip gidip beni arkada bırakamayacak gerçeklikte olduğumu hatırlatacağım. Her gün biraz daha “ben” oluyorum. Bir maskem daha düştü. Yavaşça soyunuyorum. Çıplak kaldığım gün benim hikayem de bitecek, biliyorum.

(Görsel: Roger Duvoisin)

“Bir bedende iki ayrı ruhum ancak hangisi en çok “ben”, bir tek ben biliyorum.” için 7 yanıt

  1. Bu kadar edebi bir dil, bu kadar etkileyici bir yazı mutlaka vasat olmayan bir beyinden çıkmıştır. Lütfen kaleminizin ucunu açmaya devam edin. Hiç bırakmayın.

  2. Başlık beni çok etkiledi çünkü 1 sene önceki beni anlatıyordu.Resmen kendimi okudum.Aynı durumları neredeyse aynı şekilde yaşadım.Paralı imam hatip okulundan burs kazanmak gibi ve Zaten ben onlardan etkilenerek başörtüsü yolculuğuma başlamıştım.Sadece hikayemizin tek farkı sağolsun ailem bu konuda yanımda oldu.

  3. Sizin aynı akıldan uydurduğunuz hikayelerle inancı būtün insanlara zarar veremezsiniz Allah c.c benim sadık kullarımı şeytan ve ruhunu şeytana satmış insanlar zarar veremez diyor maksadınız belli kime hizmet ettiğinizde. Allah tuzak kuranların tuzağını elbette bozar 15 temmuzda olduğu gibi göreceksiniz.büyük ihtimal yayımlamayacaksınız fakat Allah herşeye şahittir.

  4. Sizin aynı akıldan uydurduğunuz hikayelerle inancı būtün insanlara zarar Allah c.c benim sadık kullarımı şeytan ve ruhunu şeytana satmış insanlar zarar veremez diyor maksadınız belli kime hizmet ettiğinizde. Allah tuzak kuranların tuzağını elbette bozar 15 temmuzda olduğu gibi göreceksiniz.büyük ihtimal yayımlamayacaksınız fakat Allah herşeye şahittir.

  5. bu bloğu yeni farkettim ve lütfen lütfen lütfen diyorumm… Sorun kuranda değil.. Kurana bakan geri kafalarda.. Şimdiye kadar yazılan tüm fıkıh kitaplarını erkekler yazdı şekillendirdi ve 80den sonra mısırda arabistanda çok şeyler değişti bu ülkemizede yansıdı. Osmanlıyı düşünün padişah hanımlarının tüm fotoğraflarında saçları gözükür..
    Ve bende bu konuda yıllardır araştırıyorum… 10 yıldır bir isviçreli İslam psikoloğundan eğitim alıyorum. Kendisi tüm dinlere hakim ve İslama sonradan girmiş olan şeyleri tek tek ondan öğrendim.. Ayrıca İlahiyat mezunuyum.. Anlatılmayan,erkeklerin tercüme etmek istemedikleri çok şeyler okudum dinledim.. Ama lütfen İlahi olandan vazgeçmeyin…
    Sorun İslam da değil. Biz din adına kuran adına konuşuyoruz diye çıkan,bilim felsefe bir çok eğitimden uzak kibirli hoca takımında…
    iletişime geçmek isteyen lütfen yazsın..
    [email protected]

  6. Böyle kör olun iste bu hikayelere. Iki ayetle de kendinizi haklı çıkarmaya çalışın Gülhan hanım , bende inançlı bir insanım ama sizin gibi empati yoksunlarını gördükçe ne diyeceğimi bilemiyorum. En anlayamadığım şeyde su 15 temmuzu herşeye kullanmanız , nasıl bi bağlantı kurdunuz acaba Allah akıl fikir versin..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir