Bu bir başarı hikayesidir.
Muhafazakar bir ailenin, ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Tek kız çocuktum. Denek gibi bir şeydim bir nevi. Annem, 4-5 yaşlarımdan beri beni paralı Kuran kurslarına yolladı. Babam, 9 yaşında Kuran’ı okumayı öğrenen ben hakkında, her yerde caka sattı. Eğlenceliydi bir yere kadar. Normalde birbirine sevgi sözcükleri kullanmayan bir evde yaşayan ve ilgiye aç olan ben için çok eğlenceliydi. Her yıl bazen annemle bazen de Kuran kursundaki arkadaşlarımla hatim indirirdik ama bir sorun vardı. Okuduğum şeyi neden okuyordum? Sonunda kazandığım hediyeler yüzünden miydi? “Hey, sorun değil. Sonunda kazandığın şeylere bak” derdim kendi kendime. Mealini bir kere okumadığım Kuran ile ilk tanışmamız böyle oldu. 12 yaşında kandırmalar başladı. Ödül sistemini uygulayarak beni dizginlemeye devam etmek istediler.
Babaannem “Kapanırsan sana renk renk etekler alırız” demişti ama benim daha renk renk tokalarım bile olmamıştı ki.
Öyle kolay kanmadım bu sefer, hem arkadaş ortamımda da kimse kapalı değildi. 13 yaşına geldiğimde, hükümet okullarda kapanma izni verdi. Ailem bana ikinci kez aynı teklifle gelmedi ama ben ilgiye aç bir canavardım. Ayrıca kendimle hiç barışık olmadım. Kulaklarım kepçe idi. Annem saçımı hep at kuyruğu yapardı. Farklı bir şey yapmasını istediğimde “Bilmiyorum, altı üstü okula gidiyorsun” derdi. Saç tellerim çok kalındı ve aşırı kabarık bir saçım vardı. Başörtüsü, kusur olarak gördüğüm birçok şeyi yok edebilirdi. Bir gün öylesine, hevesle okula kapalı gittim. Ailem, özellikle babam, havalara uçtu. Ben de onlar mutlu olduğu için mutlu olmuştum ama neden tesettüre girilir, amaç nedir bilmiyordum. Gel zaman git zaman sorgulama güdüm ortaya çıktı. Bir şekilde kendi kendime cevabını bulmaya çalıştım. En kısa cevap “Güzel olanı saklamak” idi.
16 yaşında iken içimde kalan ukdeler arttı. Çocukken asla tırnaklarıma süremediğim pembe ojeler, çıt çıtlı tokalarla bezenmiş uzun saçlar… Tesettürlü denemeyecek bir kapalı oldum. Dar pantolonlar, kısa sweetler, ağır makyajlar, büyük topuz… Annem arada kızsa da çok bir şey demezdi. Sonuçta kafası kapalı, adı kapalı, kapalı… 17 yaşında iken bir şeyler ters gitmeye başladı. Okuduğum kitaplar, izlediğim diziler, takip ettiğim ünlü düşünürlerin yazıları derken kendi kendimi test etme kararı aldım. Makyajı bıraktım, süslenmek gibi bir şeye hiç girmedim. Tam bir yıl kendimle savaş verdim ama başarılı olamadım. İçimdeki şüphe, dağ gibi büyümeye başladı. Ya açık olsaydım diye hayaller kurmaya başladım. “Bu bir imtihan olmalı” diyerekten kendimi kandırdım.
Lisenin son senesi derslerime tamamen odak oldum ve düşüncelerimden bir tık uzaklaştım. Şalımı dahi ütülemiyordum. Okul kıyafetine uyan tek şalım bu diyerekten de hep bu şalı taktım. Haftada bir kere yıkanan bu şal, hep saklamak istediğim bir eşya şu an. O şal benim kendime direnmemin sembolü ama yine başaramadım. Aslında bu başarıp başarmama olayı da değildi. Kendime ilk defa “Ben bunu baba rızası için mi yoksa Allah rızası için mi yapıyorum” diye sordum. Cevap çok açıktı; ailem mutlu olsun, ilgimi alayım, egomu tatmin edeyim, gösteriş yapayım… Çok gülünç, değil mi?
Üniversitede kendimi hep açık hayal ettim. Beni ders çalışmaya iten en büyük etkenlerden biri de buydu belki de. Sınavdan sonra, yani bu yaz, anneme açılmak istediğimi söyledim. Bana “Senden zaten bu beklenirdi” dedi. O an büyük şoka uğradım. Bunca zaman ben bunu sizin için yaptım. Neden böyle bir tepki almıştım ki? O an, o konuşmayı yarıda kestim. İkinci seferimde daha ciddiydi. “Baban isteseydi açık bir kadınla evlenirdi. Çocukları da açık olurdu. Bu eve geldim geleli babangil zaten benim ömrümü tüketti, şimdi sıra sende mi? O x arkadaşınla takılalı böyle oldun. Babana de hele bi’, seni nasıl evden atıyor.” Ve daha nicesini sayıp döktü. Korktum, babamdan çok korktum. Annemden alamadığım destek bana daha çok koydu ama. “Ne haliniz varsa, görün” demesi bile bunca zamandır yaptığım şeylerin saçmalığını yüzüme vurdu.
Ağustos ayına kadar sabrettim. Benim tek kurtuluş yolum tercih dönemi idi. Şehir dışını yazarsam ailemden izin almama gerek kalmaz diye düşündüm. 12 Ağustos 2020 günü, sabah kalktığımda hiç de hoş olmayan bir güne uyandım. Babam “Bu kızın şehir dışı aşkı nedir” diye sorduğunda annem açılmak istediğimi vs., her şeyi anlatmış. Neden bana köstek olmak istedi, niye böyle bir şey yaptı, hala daha anlamış değilim. Yemek yemek için mutfağa gittiğimde direkt bana saldırmaya başladı. “Namusumuzu iki paralık mı edeceksin? Ben isteseydim açık biriyle evlenirdim. Ben bu evde olduğum sürece asla bu tür bir şey yapamazsın. Evlenince kocanın himayesinde ne yaparsan yap. Bunu duymamış gibi yapacağım. Bir de biz seni Kuran kurslarına yolladık. Komünist misin, nesin anlamadım ki. Allah emretti bunu yapacaksın.” Tahmin ettiğim şeylerle kaşıma çıkmıştı ama hazır değildim. Benim, söylemem gereken bir şeydi bu. Sinirle “Ben bunu babamın adı için yapıyorum Allah rızası için değil. Artık inancımı da yitirdim. Bunu yapmam bile dine hakaret” dediğimde “Gözümün önünden kaybol” dedi. Kahvaltımı bile yapamadan odama çıktım. Tüm gün aç karna ağladım, yalvardım. Ağzıma bir noktadan sonra tuzumsu bir tat gelmeye başladı. Burnumun içi alev gibi yanıyordu.
Ertesi gün, yine odamdan çıkmadım. Babam odama geldi. Üniversite tercihlerimi kendi il sınırlarımız içinde yapmamı ve adını anmaya dili gitmediği konuyu kapatmamı istedi. O an ona dedim ki; “Kendi seçimlerimi, kendi hayatımda yaşama hakkına sahip olmam için evlenmem gerekiyorsa; bana koca bul.” Duraksadı. Konunun bu olmadığını söyledi. Ben de “Konu ne zaman bana gelecek ve sizin isteklerinizden ayrılacak” dedim. Sesini hiç o kadar yüksek duymamıştım. “Y’nin kızı açıldı mı desinler istiyorsun. Benim evimde 1 kişi bakar, dışarıda 100 kişi bakar. Bu evdeyken asla yapamazsın. Oku okulunu, evlen git. O zaman ne yapıyorsun yap” dedi. Ne denebilirdi ki? Allah’ın emri falan yalandı. Bana kompleksli biri olduğum için hep “Bırak başkalarının ne düşündüğünü, kendi hayatına bak” derlerdi ama o gün başkalarına aldanacak bir babam olduğunu öğrendim. Odadan çıktığında anneme “Bunun okumak da falan gözü yok” dedi. Ağlamaktan sesim kısılmış, kulağım bile tıkanmıştı. Masadaki bardak ilgimi çekti. O an kendime şu soruyu sordum “Koyun gibi yaşamak mı aslan gibi ölmek mi?”
Kapıyı kilitleyip, bardağı masada kırdım. Elimde tuz buz olmuştu. Parçalardan birini elime aldım. O sırada sese gelmişler, kapıyı zorladılar. Açmadım. Zorla kapıyı kıran annem oldu. Sesi titriyordu. Beni saçımdan tuttuğu gibi dışarı çıkardı. O sıra bir şey dediyse bile hatırlamıyorum. Çıplak ayakla, ağlayarak merdivenlerden aşağı inerken; beni yaka paça içeri, odaya soktular. Sanırım birkaç sert tokat yedim. Kafamdaki çoğu an, net değil şu an. O anki endişe ile elimdeki camı sıktığımı bile zor fark ettim ama fiziksel acı ruhsal acıyı bastırdığı için hoşuma gitti. Karşımızda oturan dedem bile bizim evimize gelmişti. Kurbanlık koyunun sonuna karar verilecek andı. Benim için son çıkıştı. Eğer bu haltı yediysem sonuna kadar gitmem gerekiyordu.
“Bu boktan hayatı yaşamayacağım. Siz benim annem, babam falan değilsiniz. Gözünüzün önünde can çekişen çocuğunuzu bile görmezden geliyorsunuz” diye bağırdım. Bu cesaret bir daha bana ne zaman uğrar, bilmiyorum. Tek bildiğim, şu hayatta yaptığım en doğru hareket olduğu. Dedem, aralarında en büyük saçmalama potansiyeli olan kişiydi ki öyle de oldu. “Ben açık kişiler gördüğümde “Iyy’ ediyorum. Sen Allah’ın emrini yerine getiriyorsun” dedi. Iyy’dan sonrasını dinleyemedim bile. Herkese karşı çok ağır konuşmak istiyordum ama gücüm yetmedi. Annem elimdeki camı ve akan kanı yeni fark etti ki elimden almaya çalıştı. Vermedim. Ağladı, sarıldı. Bana sarılmayalı yıllar olmuştu. Bu sefer gözyaşlarım bunun için oldu. “Sen benim ilk göz ağrımsın. Benim yaşadıklarımı yaşama diye oku istiyorum” dedi. “Hayır, bana yaşadığın cehennemi yaşatıyorsun” dedim. Belki de dönüm noktası bu sözüm oldu. O gün annemden sonra babam da ağladı. Bir an suçlu hissetmedim değil ama acıma zamanı değildi. “Ölmek istiyorum” nidalarımdan sonra evi büyük bir sessizlik kapladı.
Babaannem geldikten sonra herkes bir yerlere dağıldı. Babam odamdaki camları temizlemekle kalmayıp, makas gibi kesici aletlerin hepsini yok etmişti. Odama gittim. Annem yemek yiyip, konuşmaya gelmem için yanıma geldi. Ben “Yemeyeceğim. Geberip gideyim siz de kurtulun ben de” dedim. Annem o sıra birçok şey söyledi ama aklımda kalan tek söz “Sen beni kafanda bitirmişsin. Açıl, git şehir dışına” oldu. Babam, babaannemle olan konuşmasından sonra “Tamam, gitsin. Neresini açıyorsa açsın da. Kendi hayatını yaşasın. Gitsin, tamam” oldu.
Ben bu kadar kolay olabileceğini düşünmemiştim. Şoktaydım ki hala daha şoktayım. Elimde bir kuş varmış da her an kaçabilecekmiş gibi. Doğum günüm, tercihlerin son günüydü. İlk 10 tercihimin hepsi şehir dışı. Şu an vazgeçseler elimde kaçış biletim var. Umarım, o bileti kullanırken ailemin düşünceleri değişmemiş olur. Daha dışarı kafam açık çıkmadım. Sanırım hem ailem hem benim için, asıl dönüm noktası bu olacak. Bekliyorum, acele etmiyorum. Önce elde ettiğim hakkı derinlemesine sindirmeliyim. Size “Kendinizi öldürmeye çalışın” demiyorum ama şu an kendime sorduğumda kendimi öldürmek için yapmadığımı fark ettim. İlgiyi seven ben, bir nevi şov yapmıştı ve bu şov izleyicisini derinden etkiledi.
(Görsel: Andrea Koporova)
“Koyun gibi yaşamak mı aslan gibi ölmek mi?” için bir yanıt
Açıldın mı bilmiyorum ama benim yaşadıklarımın aynısı bunlar umarım bari sen mutlusundur ben hiç mutlu değilim hala başaramadım umarım sen başarmışsındır hikayeyi okurken ağladım senin adına çok mutluyum