4 yaşındayken kızlığıma acı biber sürmüştü annem.

Okula başlayacağım ilk günkü heyecanımı sanki dün yaşamışım gibi hiçbir zaman unutmadım. Mavi önlüğümü annem giydirip güzel tokalar takmıştı; kısa oluşunu sevmediğim canım saçlarıma. Samsung tuşlu telefonuyla aile binamızın önündeki merdivenlerde durup beni çekmişti. Güzeldi, güzeldik be canlarım. Ben çocukken her şey çok daha güzeldi. Okula götürüp beni bıraktığında hiç ağlamamıştım, daha o zamandan belliydi özgürlüğe olan tutkum. Çok mutluydum, gerçekten…

Bana annem, babam, öğretmenlerim “sevgi kelebeği” derdi. O kadar sevgi doluydum ki… Beni besleyen şey buydu. Hayata tutunma biçimim buydu. Anneme “papatyam” derdim. Şimdiyse o sevgi dolu çocuğun ölüşüne ağlıyorum, aslında ben birçok şeye ağlıyorum. Bir çocuk düşünün, geri dönmemek üzere derin bir uykuda ve uyanmıyor. Bu gerçekle yüzleşmeye dayanamıyorum. Telefonu elime zor aldım, yazamadım günlerce bu hikayeyi. Ama şimdi kasvetli bir sabahtan yazıyorum, herkes uyuyor, ben hayallere dalıp çocukluğumu anımsıyorum. İnsan, kendi cinayetini anlatırken zorlanıyor. “Katilim; beni o telefonuyla çeken, güzelce hazırlayıp okula gönderen annemdi” demeye zorlanıyorum haliyle.

Annem… Hayatı acılarla geçen bir kadının canavar olmasına şaşıramayız, aynı zamanda ona hak veremeyeceğimiz gibi. Her gün babasının annesini dövmemesi için annesine kol kanat geren, kendini parçalayan, daha 5 yaşındayken kucağına kardeşlerinin bırakıldığı ve kışın soğuğunda büfede toz gördüğü için sobayı kırıp döken, televizyon fırlatıp camları indiren bir babayla büyüyen; evlendiği ilk gün kocasının bağırışıyla yemek hazırlamaya geçen; kayınvalidesinin yıllarca eziyetlerine, pis iftiralarına susup evine geçtiğinde üç küçük kızını duvarlara çarparak döven; kocasının evden gidip alkollü ortamlarda keyif çatmasına ve eve hiç gelmemesine sabreden, kayınvalidesinin yaptırdığı ağır işler yüzünden oğlunu düşüren, oğlunun dudaklarına kapanıp nefesini üflediği anı hiç unutamayan, dudaklarındaki küçük dudakların hissini hep hisseden, sonra bir sabah uyandığımızda duman almış evimizin yanışına şahit olan, kocasını içerde zannedip yanan eve tekrar girip yüzüne vuran alev rüzgarıyla yüzü yanan, bir sabah namazı vaktinde sokakta yanmış yüzüyle yardım isteyen, bütün bunlar geride kalıp şehre taşındığımızda ona bir kere bile canım demeyen kocasının başka bir kadına “Canım kapat sen, eşim yanımda şu an” dediğini duyan, sırf sevgilisi için Ankara’ya kadar giden kocasına çocukları için sabreden, bir de üstüne kocasından birkaç kere ölesiye dayak yiyen, akrabaları yüzünden hiç rahata ermeyen, bir kere bile kadın olduğunu ona hissettirmeyen, ilgisiz bir adamla ömür tüketen, sırf kocası yüzünden kaba bir erkek gibi davranan; tabiri caizse pis ağızlı, sevgisini dile getiremeyen ve çocuklarına ölesiye şiddet uygulayan, dediğim dedik bir kadından bahsediyorum.

Çocukken her şey güzeldi dediğime bakmayın, en azından özgürdüm demek istiyorum. Şiddetin her türlüsünü küçücük yaşımda gördüm. Keşke hak etseydim. 4 yaşındayken kızlığıma acı biber sürmüştü annem. Ayaklarımdan tutup kafamı yere vurarak döverdi beni. O zamanlar maddi durumumuz çok kötüydü. Kuzenlerimin evi bez bebekteki oyuncaklar diyarı gibiydi. Onlardan istediğim için ağlardım, annem de benimle ağlardı. Evdeki korkutucu havadan uzaklaşmamı sağlayan okulum vardı ve orada çok mutluydum, çok…

Hayatım boyunca dış görünüşümden memnun olmadım. Kalbim küçükken bile kırgındı kendime. “Neden güzel değilim” diye ağlardım. Annem saçlarımı güçlensin diye hep kısacık keserdi, erkek çocuğu gibi. Saçlarım biraz uzadığı zamanlarda zaten alelacele kapatılmış bir kadın gibi görünmeye başlamıştım.

6. sınıfta annemin baskısıyla, “Artık dikkat çekmeye başladın, kapan” ikazlarıyla daha regl bile olmamışken kapandım. Henüz okullarda başörtüsü yasağı yeni yeni kalksa da yine bazı hocaların kötü bakışları altında eziliyordunuz. Okulda ilk kapanan bendim, bundan inanılmaz gurur duyuyordum. Olması gereken buydu ya hani, açık kızlar pisti, iğrençti… Bana böyle öğretilmişti. Bilirsiniz işte, ailem dışarda açık giyinen birilerini görse küfrederdi – ki özellikle annem yapardı bunu. Okulda kapandığım ilk zamanlarda görüntümün bir kadın gibi olduğunu bildiğim halde dik durdum hep. Güzelce taşıdım onu.

Erkekler alay ediyordu, “Annem gibi olmuşsun” vs. diyorlardı. Bunlar beni incitse de davamda kararlıydım ben, ailem bunu istiyordu. Okulda her sene müzik hocası koroya birilerini seçmek için herkese şarkı söylettirdiğinde biri çok konuşulur ya hani, o bendim. Sesim çok güzeldi, hoca 1 ve 2. sene beni koroya almak için çok ısrar etti, sonraki senelerde ise anladı durumu ama bir şey yapmadı. Neden karşıma hayatımı değiştirebilecek bir öğretmen çıkmadı? Sesim harammış, erkekler duyamazmış, böylece gidememiş oldum koroya. Güzel resim çizerdim, hala daha resim çizen biriyim. Hoca resim kursuna gelmemi istedi, annem göndermedi. Okul bi an önce bitmeliydi ve ben dışarı tek çıkmamalıydım, tek gayesi buydu.

Arkadaşlarım rahatça hayatını yaşardı. Benimle gezmek istediklerini söylerlerdi. Okul dışı buluşmalara annem asla izin vermezdi, bu beni çok üzerdi ama yine durumun vahimliğini tam anlamıyordum. En yakın arkadaşımın aile ilişkilerine çok özenirdim, babasıyla okula gelip basketbol oynarlardı. Düşünebiliyor musunuz? Mükemmel bir his olmalıydı.

Ortaokulda bir sürü kırgınlıklar yaşadım, bir çocuğu 5 sene sevdim. Onun yaptıkları, olmayan özgüvenimi altüst etti. Sonra sanki sinemadaymışız gibi ışıklar bir anda açıldı ve okul bitti. 8. sınıf bitti. Evine gitti herkes.

Ortaokulu bitirdikten sonra okumayacağımı, evde oturacağımı bilmeme rağmen dumura uğramıştım. İlk 3 ay kendime bile itiraf edemedim bu olanları. Çocuk dediğin evde oturup tembellik yapmak isterdi zaten, ama yavaş yavaş büyürken hayatın gerçekleriyle yüzleştim. O ilk sene benim için çok zor geçti. Garip. Hangi senem çok zor geçmedi ki? O sırada 15 yaşındaki ablam nişanlanmış, 16 yaşına gelince de imam nikahıyla evlenmişti kendi isteğiyle. (Çocuk yaşta evlenme konusunda söz hakkı vardı, evet.) O ablam her zaman dinine düşkün ve annesinin bir tanesiydi. Onun evlenmesiyle ben tamamen yalnız kaldım. Zaten en büyük ablam, ben okulumu bitirmeden çoktan evlenmiş ve başka bir şehirde yaşamaya başlamıştı.

Evin alt katında kendime ait bir dünya kurdum, mutfak ve salon aşağıdaydı. Evet, ailemin elini çektiği bi ortam yoktu ama yine de alt katta yalnız uyuyordum. Sadece iki yatak vardı odamda ve diğer yataktaki ablamın yokluğu gün gibi ortadaydı. O boş yatağı izleyip titreye titreye ağladığımı dün gibi hatırlıyorum. Dört duvar arasında tek tesellim telefonumdu. Sürekli kitap okur ve bir şeyler izlerdim. Sonrasında gece yemek yemeye ve geç uyumalara başladım. Hayatım altüst olmuştu. Kilo alıp, olmayan özgüvenimi de yerle bir etmiştim. Sanaldan bir sürü arkadaş ediniyor ve mutluymuş gibi yapıyordum. Sosyal medyadan görüyordum, ortaokuldaki arkadaşlarımın profillerinde okudukları lisenin adı yazıyordu. Bu o kadar zoruma gidiyordu ki, anlatamam. Tabii telefonu hep gizli saklı kullanıyordum. Sosyal medya veya daha birçok şey yasaklıydı bana, annem tarafından… Her gün yakalanacağım korkusuyla yaşıyordum.

Ailemin bağlı olduğu bir cemaat vardı. Orada, beraber büyüdüğüm kız arkadaşlarımla bile görüşmeme izin yoktu. Hiçbiri annem yüzünden benimle olamadı. Annem canıma okumakta kararlıydı. Özgüvenimi yerle bir etti, insan içine çıkamaz oldum. Onun istediği cemaat ortamlarında bile dik bir şekilde yürüyemiyor, kimseyle göz göze gelemiyordum. Biri bana bakacak korkusu vücudumu zangır zangır titretiyor, beni çaresiz bırakıyordu. Ama yine de annemin zoruyla belirli günlerin her gecesinde zorla o ortamlara çıktım. Anlayacağınız her gün öldüm. Kilo verdim ama buna sevinemedim. Tamamen sağlıksız yöntemlerleydi. Kendimden nefret ettim. İnsan, elinden bile nefret eder miydi? Vücudumun neresi olursa olsun kendimden inanılmaz bir şekilde nefret ettim, bu nefret yavaş yavaş anneme yöneldi. “Bir insanı nasıl ezerim” adlı bir kitap yazacak kadar bilgili olan annem, beni hep aşağılıyordu. “Sorunun ne” diyeceğine daha da dibe düşmemi sağlıyordu. Bir yürüyüşe çıkmama bile izin vermiyordu. Sadece sokağın sonundaki ablamın evine gitmeme izin veriyor, verdiği gün sanki vermemiş gibi tavırlar alıyor, hayatı sana zehir ediyordu. Geceler artık uyuma vakti değildi benim için, ağlama vaktiydi.

Bileklerimi kestim, annem öğrenince kızmayacak sandım, benden öyle nefret ederken kızmaz sandım. Öğrenince de zaten beni sevdiğinden değil de “Allah’ın yarattığı bir vücuda nasıl bunu yaparsın” dedi. Canıma okudu. “Sorunun ne” demedi yine.

Tak etti artık. Gittim annem ve babamın karşısına geçip konuştum. “Ben okumak istiyorum” dedim. “Tamam, normal bir liseye olmasa da İmam Hatip’e gönderin bari ama ben böyle evde kalırsam delireceğim” dedim. Annem delirdi, küfürler savurdu. Babamsa beni bir kenara çekip güzelce izah etti. “Okuman dinimizce uygun olsaydı, seni ben okuturdum en güzel şekilde ama uygun değil” dedi ve bir sürü nasihat etti. Yani hiçbir şey değişmedi.

Öyle öyle geçti yıllar… 16 yaşındaydım. Ben sevgisizlikten ölmek üzere bir şekildeyken, sanaldan insanlarda aradım teselliyi. Bir kişi beni sevsin istedim. Anonim mesajlaşma uygulamalarında güvendiğim bir erkeğin tehdit ve tacizine uğradım. Durumumu biliyordu, beni taciz etse gidip aileme söyleyemeyeceğimi biliyordu. İşte, bu nasıl bir çaresizlik bilir misiniz? Beni çıplak fotoğraflar atmam için sabaha kadar ağlattı telefonda. O gün anneannemde kalıyordum, yani kimse odaya gelmiyordu. “Hayır” dedim, ölsem atmayacaktım o fotoğrafı. “İntihar ediyorum” dedim. Yüzümün fotoğrafını internette yanlış sitelere yayacağını, ailemin görmesini sağlayacağını söyledi. Tehditler savurmaya devam etti. Çocuktum ailemden o kadar korkuyordum ki, bunu yapabileceğine inanmıştım. Ağlamaktan gözümde yaş kalmamıştı. Pencereye çıktığımı ve kendimi atacağımı, telefonumu ben öldükten sonra araştırabileceklerini söyledim. Yine de ikna olmamıştı ama artık sıkılmış olacak ki “Tamam, atma” dedi. Ettiği küfürleri söylemiyorum. Pencereden inip, yere oturdum. Sadece etrafı seyrettim, donup kalmıştım. Vücudumda dolaşan bir enerji vardı. Artık içimde geri dönüşü olmayan şeylerin koptuğunu, ve eskisi gibi olmayacağımı anladım. Ölüme meydan okudum. Şimdilerde kendimi kaybedip intihar etmeyi kolayca seçebilmemin tek sebebi bu andı. Büyümek miydi, bilmiyorum ama daha ağırdı.

(Görsel: Giulia Pintus)

“4 yaşındayken kızlığıma acı biber sürmüştü annem.” için 9 yanıt

    • Şuan iyiyim korkmayın kendimi toparladım…Kişiliğimde değişen şeyler oldu tabi ama hala aynı evde aynı hayatı yaşıyorum

    • Ağladığım için devamını yazamamıştım anlatacaklarımın kötü bir yerde bitmiş.Merak etmeyin üzülmeyin şuan iyiyim, hayatımda bir şey değişmedi.Hala esir gibiyim ama yaşıyorum iyiyim.

    • Şuan iyiyim, instagramdan mesaj attım ama herkesten gelen mesajları kabul etmiyor olarak ayarladığın için ulaşmadı.Korkma iyiyim toparlandım…?

  1. Yalnız değilsin kendini iyi hisset şuan nasılsın bilmiyorum ama istediğin zaman yazabilirsin@kelebekhissi13

    • Şuan iyiyim…Teşekkür ederim.Sen de bana yazabilirsin istediğin zaman.Çok sağ ol :’ @elindekipapatya

  2. Anne babanı şikayet et evden kaç ya da onları çok korkut gerekirse onlara zarar ver evden kaç cehennemden kurtul

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir