Ben 12 yaşımdaydım, ablam 17 yaşındaydı. Babam o dönem ablama baskı yapmaya başlamıştı; eğer başını örtmeyeceksen benim soframa oturup bereketini kaçıramazsın, eğer başını örtmeyeceksen git dükkanımdan… O dönem benden 3 yaş küçük erkek kardeşim vefat etmişti ve terapi alıyordum, sanki çok iyi durumdaymışım gibi bir de 12 yaşında en çok duyduğum sözler bunlardı. Ablamın hüngür hüngür ağlayışını, kapanmak zorunda kalışını izledim. O psikolojiyle çok etkilendim, ben de kapandım.
Şu an 18 yaşındayım. Son 3 yıldır bir şeylerin yanlış olduğunu, doğrusunun bu olmadığını, başımı kapattığımda yaşadığım hayatın bana ait olmadığını fark ettim. Bunları fiile dökmekten hep korktum çünkü babam dediğim adam gözümde öyle biriydi ki ben onunla konuşmaya çalışsam en azından dayak yerim diye korkuyordum. 11. sınıfa geçtiğimde her şeyi daha açık görüyordum, benim için doğrusu bu değildi ve o yıl fiile dökmeye karar vermiştim.
Her çocuğun ihtiyacı gibi ben de küçükken çok sevdiğim babamın onayını alma ihtiyacı duymuştum, ailem tarafından kabul görmek istemiştim. Tam 1 yıl boyunca cesaretimi toplamaya çalışıp babama ne diyeceğimi prova ettim. O 1 yıl boyunca mental olarak çok yoruldum ve artık tahammülüm kalmamıştı, babamla konuştum. Bana öyle şeyler dedi ki kanım dondu. Eğer ben başımı açarsam sokaktaki erkekler bana laf atsa ya da taciz etse beni korumazmış çünkü ben iffetimi korumamış oluyormuşum. Öyle kanım dondu ki beni koruması için sığındığım adam, başörtümü çıkarırsam başıma bir şey gelse bile yanımda olmayacağını söylemişti. O gün tüm araştırmalarımı dizlerim titreye titreye karşısında anlattığımı hatırlıyorum, böyle olmak istemediğimi söylüyorum ama ben 1 yılın sonunda ‘Tamam ya, kabullenecek beni’ diye yanına gitmişken o beni elinin tersiyle itiyor. O kadar yıkılmıştım ki sınav seneme girmiş olmam da cabası… Yine de beni öldürmediği için şükrediyordum.
Birkaç gün sonra hâlâ umut var, diyerek kendimi toparladım. Hâlâ kabul ettirebilirsin, dedim. Aylar sonra tam dışarıya çıkmam gereken bir günde yine karşısına geçtim, bu kez de bunu bana tamamen yasakladığını ve asla böyle bir şeye izin vermeyeceğini söylemişti. O an her şey bana çok saçma geldi; bir baba kızının karşısında zangır zangır titreyip ağlayarak konuştuğunu görüyor, ona yalvarmasını dinliyor ve kalbi yokmuş gibi ‘Hayır’ diyor. O gün gitmem gereken yere gidene kadar otobüste hıçkırıklarla ağladığımı biliyorum. Sınav senemin berbat oluşunun ve başarısızlığımın temel etkeni de buydu, belki beni kabullenseydi 2 gün önce girdiğim sınavdan çok mutlu çıkardım. 1 yılım ellerimden kayıp gitmezdi. Baba figürü böyle olmamalı, dedim o gün kendime; bir babanın böyle olmaması gerekirdi. Sığındığım ev cehennemim olmuştu ve tüm psikolojik sorunlarımın baş gösterdiği noktadaydım.
Şimdi evden çıkamıyorum, başörtüsü takmam gerektiğinde ağlama krizlerine girip nefes alamıyorum, ait olmadığım bir cinsiyetin kalıplarına sokuluyor ve başka birinin hayatını yaşıyorum ama ne için? Bu saatten sonra başörtümü çıkarsam bile 6 yılın yaralarını taşıyacağım ruhumda, ne için? 6 yılımı geri getirebilecek miyim, çocukluğum travmalarla doluyken şimdi başörtü konusunu açtığımda da tetikleniyorum, saatlerce ağlıyorum; gerçekten ne için? Bugünlerde tekrar cesaretimi kazanmaya çalışıyorum. İçimdeki kabul görme isteği de tükendi, sadece omzumdaki yükten kurtulup rahat olmak istiyorum. Ait olduğum hayatı yaşamak istiyorum. Artık babamdan sevgi görme arzum yok; o beni sadece onun istediği kişi olursam sever. Eğer benim panseksüel olduğumu ya da agender olduğumu öğrense gözünü kırpmadan beni sokağa atacağını, belki de öldüreceğini biliyorum. Ondan hiçbir beklentim kalmadı, sadece bana göz yummasını istiyorum.
(Görsel: Pekka Halonen)