Pişmanım… Daha da pişman olabilirdim, neyse ki bana engel olan insanlar vardı. Okul birincisi olduğum hâlde İmam Hatip lisesine gitmek istediğimde beni durduran, tekrar düşünmemi söyleyen ve Anadolu lisesine gitme kararımda büyük pay sahibi olan bir resim öğretmenim vardı. Lisede sorduğu sorularla bana kendimi sorgulatan, radikal düşüncelerimden beni sıyıran sınıf arkadaşım vardı. Üniversitede ufkumu açan, farklı dünyaları görmemi sağlayan insanlar vardı; hâlâ da var.
Nihayet yalnız yürümeyen kız kardeşlerim vardı, hâlâ var…
Bir gün tesadüfen denk geldim Yalnız Yürümeyeceksin’e. Lise sondaydım, kafamın fazlasıyla karışık olduğu zamanlardı. Okumaya başladım, saatlerce okudum, belki yüz kişinin öyküsünü öğrendim. Birbirinden farklı öykülere sahip bir sürü insan vardı, hepsinin bir ortak noktası vardı: Olmak istedikleri kişi olmalarına izin verilmemişti ya da verilmiyordu. O zaman kafamda bir şimşek çaktı. Ben kimseden izin istemediğim gibi kimse de bana izin verme(me)ye kalkışmazdı. O hâlde ben neden hiç istemediğim bir hayatı yaşıyordum?
Biraz düşündüm ve cevabı çocukluğumda buldum. Anne ve babam dışında en çok teyzemle vakit geçirirdim. Birlikte gezer, kitap okur, yapboz yapar, resim çizer, çizgi film izler, yemek pişirirdik. Hemen her hafta bir kez görüşürdük. Fakat bir gün görüşme sıklığımız azalmaya başladı, altı ay kadar sonra da görüşmelerimiz tamamen kesildi. Çünkü teyzem evleniyordu, hem de başka bir şehre taşınacaktı. Öfkeliydim, yabancı biri teyzemi benden çalmıştı.
Eniştem dindar bir insandı, tarikat mensubuydu; herkesin giyimine kuşamına, namazına niyazına karışırdı. Özellikle çocukları -beni ve kuzenlerimi- defalarca örtünmeye, namaza, oruca teşvik etmişti. İşin tuhaf yanı; biz ne zaman başımızı örtsek, namaz kılsak teyzemle beraber bizi takdir ederlerdi. İşte ben başımı bu takdiri kazanmak için kapatmıştım. Keşke hiç böyle bir aptallık etmeseydim…
Oysa annem geleneksel dindardır, ibadetlerini aksatmaz, başörtülüdür, ağzından dua eksik olmaz. Babamsa cumadan cumaya -o da işi yoksa- namaz kılan insanlardandır. İkisi de radikal değildir. Başımı hiç kapatmasam bana bir şey demezlerdi sanıyorum. Gerçi annemin küçüklüğümden itibaren var olan aşırı korumacı tavırları da beni başımı kapatmaya iten etkenler arasındadır. Yirmi yıllık hayatımda bir defa olsun askılı tişört ya da elbise, şort giyemedim mesela. Çünkü annem çevreye güvenmezdi. Ortaokulda bir türlü bedenime uygun, diz altına kadar inen etek bulamadığımızda etek diktirmişti. Çünkü merdivenlerden çıkarken uyluklarım görünüyordu, yine çevreye güvenemezdi. Kapüşonumu, şapkamı eksik etmez; saçlarımı güzelce örterdi. Çünkü üşümemi istemezdi. Bense bunların hepsini örtünmemi istediğine dair birer sinyal olarak algılamıştım.
On bir yaşımda ansızın başımı kapattım, sanki otuz yaşımdaymışım gibi giyinmeye başladım. Okulun kapısına geldiğimde başımı açıyor, çıkarken kapatıyordum. Bu şekilde geçen bir yılın ardından ortaokullara türbanla girme izni verildi, başımı açmadan girmeye başladım. Düşüncelerim de -teyzem, okuduğum hidayet romanları, yaşımın getirisi olan ait olacak bir yer arayışı- beni radikalleştirmeye başladı. Hayatımı dine adamayı, tabiri caizse rahibe gibi yaşamayı planlamaya başlamıştım. Şimdi düşündüğümde yalnızca gülebiliyorum, hayatımın dokuz yılı boşa gitmiş gibi hissettiğimde histerik bir kahkaha atıveriyorum. Neyse…
Zamanla, yine pek çok değişkenin etkisiyle -anlatması uzun sürer, hiç gereği yok- dinden uzaklaştım. Başımı kapatmam da anlamını yitirdi dolayısıyla. Yalnızca başımı açtığım takdirde karşılaşacağım tepkilerden çekindiğin için her gün bıkkınlıkla başımı örtmeye devam ettim.
Geçenlerde, Taliban Afganistan’da iktidarı büyük ölçüde ele geçirdiğinde, siyaseten açılma kararı aldım. Evet, siyaseten açılma kararı aldım. Çünkü başörtüsü, türban, hicap; adına ne derseniz deyin erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün sembolünden ibaretti benim için. Başımı açmak bir protesto hâline geldi o yüzden.
Annemle yürüyüşe çıkacaktık, nefes almakta bile zorlanıyordum, kararımı uygulama vaktiydi artık. Başımı örtmedim. Annem sordu: “Böyle mi çıkacaksın?”. Evet, dedim. Eğer şimdi yapmazsam bir daha yapamayacak gibiyim. Dışarı çıktığımda herkesin bakışları üzerimdeymiş gibi geldi, muhtemelen kimse bana bakmıyordu. Baksalar da umurumda değildi, olmamalıydı. Gerçi giysilerim komikti, başörtünün ağırlığı yoktu ama giysilerim hâlâ aynıydı. Siyah pantolon etek, dizlerimin altına kadar gelen bir tunik ile tek eksik eşarptı. Giysilerimin hepsi aşağı yukarı böyle çünkü.
Şimdiyse alışverişe çıkmak istiyorum, kot pantolon alacağım. Biliyor musunuz? Hiç kot pantolon giymedim. İçimde kalmış, yirmi yaşımda ilk defa kot pantolon giymek istiyorum.
(Görsel: Hayv Kahraman)