Şu an gece saat 02.38. Ben, geçmişim, geleceğim, tüm hikayemi yalansız ve eksiksiz bilen oda arkadaşım ve kaktüsüm Süheyla; her birimiz birbirimizle çekiştik ve tam 4 kez vazgeçtikten sonra yazmaya karar verdim. Çünkü susturulmaktan ve yokmuş gibi davranmaktan 18. yaşıma yeni girdiğim şu aylarda saçımda 2 beyaz tel fark ettim.
Şeriatın hüküm sürdüğü bir ailenin en büyük çocuğu, maraz çıkartanıyım. Evet, 7 yıldır bir yükle yaşıyor ve artık bu tiksinç histen, boyunduruk altındaki köle hissinden kurtulmak için her gece oturup beni yarattığına inandığım yaratıcıya saatlerce yalvarıyorum. Müslüman değilim. 2 defa bundan kurtulmak için savaştım. Ben 2 defa yenilmiş, kendine güvenini ve inancını kaybetmek üzere olan bir komutanım. Ailem, 11. yaşımda “Ramazan ayının ilk günü kapanacaksın, kendini hazırla” dediği zaman buna hiç karşı çıkmadım. Yani isteyerek yahut istemeyerek kapanmadım. Usulca boyun eğdim. Boynuma binen yükten isyan edip başkaldırmaya teşebbüs ettiğim her seferde bana “Sen böyle değerlisin, ortalıkta değersiz olursun” denildi. Değerli olan ben değildim, başıma sarılmış bez parçasıydı artık. Uyum sağlamak için çok mücadele ettim fakat dedim ya, ben maraz olanım.
16 yaşımda bir gece karşılarına geçtim, “Kapanmayacağım artık, bu benim hayatım” dedim. Sabahına evden kendim olarak çıktım. Ailemin yolda sanki adam öldürmüşüm ya da birine kastetmişim gibi ağlaya ağlaya yürümesi mi dersiniz, babamın mahalle bakkalının yüzüne bakamaması mı dersiniz… Liseye geçecektim. Okulun son günleriydi, okula giderken minibüste sinirlerim boşaldı. Ben 4 yıl sonra boynuma hep hayal ettiğim rüzgârın değdiğini hissetim. Hayatımın en özgür, en kendim günüydü. Eve döndüğümde beni sanki bir pislikmişim gibi karşıladılar. Annem bana dönüp “Baktı mı herkes sana? ‘Oo, ne güzelmiş’ dediler mi? Rahatladın mı kendini gösterince?” dedi. Olacakları anladım. Tartışmayı hiç sevmem, öfke sorunlarını kendini hasta ederek çözmüş bir insanım. Odama geçtim, uzandım. Babamın yanıma gelip “Sen benim kızıma ne yaptın?” diye ağlaması öldürdü beni. Benim bir dalım kırıldı, bir çiçeğim o gün soldu. Annem bana dönüp “Ya bizimle kurallara uyacaksın ya da …. ‘e gidecek, amcanla yaşayacaksın” dedi. Ben var olmak için ailesinden geçmek zorunda bırakılmış genç bir insanım. Bana bir gece düşünme süresi verdiler. Aksini hiç düşünmedim, gidecektim. Sabah annem ‘Güzel yavrum’ diyerek yatağıma gelince bendeki tüm isyan ve tüm o alev alev varoluş mücadelesi bir sarılmayla köze döndü. Bile isteye, göre göre prangamı geçirdim boynuma; farkındayım.
Bu olayın üzerinden 3 sene geçti. Geçen ay tekrar meydana çıktım. Topladım kendimi; savaş, dedim. “Evladım değilsin” dedi babam bana. Bana babamı, “İnsanlar öfkelendiklerinde istemedikleri şeyler söylerler” diye savundular. Ağladım, “Rol yapıyorsun” dediler. Nasıl ifade edeceğim kendimi, söyleyin, yardım edin, ne olur! 2. defa geri döndüm, bu defa güvenliğim için. Artık gün gün, dakika dakika bunun hayalini kuruyorum. Saçlarımın rüzgâra değdiğini, kollarıma güneşin dokunduğunu hayal edip iç çekiyorum. Ben 18 yıl yalnız yürüdüm. Bir 18 yıl daha yalnız yürüyeceğim. Pes etmeyeceğim ve tıpkı ilk başardığım günkü gibi bir gün Queen’den We Are The Champions söyleyip bana tanık olan sokaklarda koşacağım. Var olacağım. Var olacağım tüm prangalı akıllara, tüm yozlaşmış kafalara inat! Bir gün zaferimi yazacağım, sizlere sözüm olsun.
(Görsel: Paula Modersohn Becker)