Çocukluğumdan beri yaşadığım baskıya ve travmaya artık dayanamıyorum. Özgürlükçü bir ruha sahibim ancak sadece düşüncelerimde özgür olabiliyorum. Bu evde düşünmek bile suç. Hele ki fikir belirtmek, dayak yemek için bir nedendir. Evin en küçüğü olduğum için haklı olabilmem söz konusu değil. Büyüklerime cevap vermem terbiyesizlik anlamına gelir. Abimden dayak yerken kendimi savunmak için el kaldırdığımda “Bana ne cüretle el kaldırırsın” diyerek beni daha çok döverdi. Yediğim dayak üzerine güldüğümde “Terbiyesizlik yapma” diyerek yine döverdi. Kendimi bildim bileli bu şiddete maruz kaldım. Ben 8 yaşındayken abim askere gittiğinde o kadar sevindim ki anlatamam. Vücudumdaki izler kendiliğinden kaybolmuştu. Ama belli bir yere kadar.
Uzun zamandır görmediğim çocukluk arkadaşım çok uzaklardan gelmişti. Evimin önünde beni bekliyordu. Ben tam ona gidecekken -o zamanlar 9 yaşındaydım- abim beni tuttu ve “Başörtüsü tak, sana çok yakışır” diye zorlamaya başladı. İstemeyip fırlattığımda çok ağır bir şiddetle karşılaştım. Bu benim hayatımda başörtüsü için yediğim ilk dayaktı. Abim karşısında küçücük bir çocuk olduğunu unutarak yapıyordu bunu. Beni kurtarmaya kim geldi, bilmiyorum ama arkadan gelen “Yüzüne vurma” sesi sanki annemi anımsatıyordu. Bu olaydan sonra arkadaşımla maalesef görüşemedim ve o, onu beklettiğim için küsüp gitti.
O yaşta kapanmamış olsam da zorla camiye, mukabeleye ve teravih namazlarına götürülürdüm. Sınıf arkadaşlarım yaz tatilinde eğlenirken ben büyük kadınların içinde elimde Kur’an’la saatlerce sohbet dinlerdim. O kadınların çocukları dışarıda oynarken annem benim yerimden kıpırdamama bile izin vermezdi. Keşke benim annem de diğer anneler gibi olsa, derdim. Oradakiler anneme sürekli beni övdüğünden bu durum annemin gururunu okşardı. Kadınların övgü dolu sözleri annemi daha baskıcı birine dönüştürmüştü. Sohbette anlatılan konular genellikle kız çocuklarının okula gitmemesi gerektiği, onun yerine yatılı Kur’an kurslarında eğitim alması gerektiği üzerineydi. Sonumu getiren bu sohbetleri mecburen dinlerdim.
Annem ablamı Kur’an kursuna gönderdikten sonra sıra bana gelmişti. Okulunu çok seven başarılı bir kız çocuğuydum. Her ne kadar ailemin bu baskıları yüzünden garip davranan, insanlardan korkan, sosyalleşemeyen ve neticede dışlanan biri olsam da benim de hayallerim vardı. Evet, o yaşlarda sadece hayal kurardım. Çünkü bana yaşanılacak bir hayat bırakmamışlardı. Hayallerimde kendimi başarılı bir kadın olarak düşünürdüm. İnsanlara, çocuklara yardım eden biri olmak isterdim. Bir öğretmen veya doktor olabilirdim, belki de bir polis. Hayallerimin hiçbirinde başörtüsü yoktu. Evet, inanıyordum, çok da dindardım. Hatta başka kadınların da kapanmasını desteklerdim. Ancak bu örtü işi hiç de bana göre değildi. O zamanlar neden böyle düşündüğümü anlayamıyordum. Benim için mesele baş örtmek değildi. Sıcaktan bunalacağım için de istememezlik yapmıyordum. Benim niyetim bambaşkaydı. Benim derdim özgürlüktü. Ben bunu küçük bir kızken bile böyle benimsemiştim. Etrafımda hiç özgürlükçü biri olmamasına rağmen düşünce yapım bu yöndeydi.
Bu düşünceyle SBS’ye -lise geçiş sınavı- girdim. Çok iyi bir puan almıştım. Bunu aileme sevinçle söylediğimde bana karşı göz devirdiklerine ve dalga geçtiklerine şahit oldum. Yaşattıkları bu psikolojik travmayı hâlâ atlatamıyorum. Bu zamanlarda gece balkona çıkıp kulaklıkla müzik dinler ve gökyüzünü seyrederdim. Ailemin o çirkin sözlerini ancak müzik susturuyordu. Kendime lise araştırmaya başladığımda tam da bilgisayarın başında kalbim hızlanıyor, mutluluğu ve kaygıyı aynı anda hissediyordum. İstanbul’daki en iyi Anadolu liselerine puanım yetmesine rağmen tercih yapmama bile müsaade edilmedi. Hatta sinsi planlarının kurbanı oldum. Ne zaman haberlerde tercih tarihi ve tercihlerin nasıl yapılması gerektiği ile ilgili bir haber çıksa bizimkiler hemen kanalı değiştirirdi. Bu süreci takip etmemem için bilgisayara şifre koyulmuştu. Tercihler başladığında annem beni yanına alarak bir süre dayımlara götürdü. Aslında olan biten her şeyin farkındaydım. Dayım kızını okula gönderen hatta saçlarının açık olmasına bile karışmayan biriydi. Buna rağmen annemi beni okula göndermesi konusunda ikna etmemişti. O kadar çaresizdim ki… Hiç tanımadığım yabancılardan bir el bekledim. Otobüste istemsizce gözlerinin içine bakıyordum.
Ailem yapacağını yaptı ve beni zorla Kur’an kursuna gönderdi. Açık öğretimde bile İmam Hatip’e kaydettirdiler. Kaydolmaya gittiğim gün okul müdürü babama “Kızınızı açık öğretime değil de örgüne alalım, kayıtlar bitti ama bir şekilde hallederiz, puanı çok yüksek, yazık olacak” demişti. O gün bir türlü ikna edilemeyen babam ve ağlayarak eve gelen ben, açık öğretime kaydım yapıldığı için artık her şeyin çok geç olduğunu mecburen anlamıştım. Bu öyle bir travma ki anlatamam. Eğitim hakkımın elimden alınması, bana bir malmışım gibi muamele edilmesi hâlâ çok gururuma dokunuyor. Ben bu dünyaya bir kere geldim ama insan gibi yaşayamadım.
Şu anda 22 yaşımda olmama ve üniversitede çok iyi bir bölüm okumama rağmen yaşayamadığım çocukluğumun bende bıraktığı ağır yükle karşı karşıyayım. Geçen aylarda açılmak istediğimi aileme söyledim. Hiç hak etmediğim sözlere maruz kaldım. Elime erkek eli bile değmemişken ‘fahişe’ dediler. Şu an şehir dışındaki okulumda saçlarımı açtım ama hâlâ mutlu değilim. Annem “Saçını açtığını duyarsam oraya gelir, seni saçından sürüklerim” demişti. Abim ise bunlardan haberdar olmadığı için sadece “Pantolonunun üstüne uzun giy, beni oraya getirtme” dedi. Buraya gelmeden önce de annemle ablamın konuşmalarını dinledim. Eğer açılırsam bana yapacaklarını bir bir anlattı. Çok korkunç şeyler, sadece eve almasa iyi ama okula gelmesinden korkuyorum. Gerçekten sadece öldüreceğini, döveceğini söylese bu kadar korkmazdım ama insanların içinde beni rezil edeceğini söylemesi beni ürpertiyor. Ben artık rezil olmak istemiyorum. Diğer insanlar gibi yaşamak istiyorum. Sürekli kabuslar görüyorum. Yolda yürürken bile her an arkamdaymış gibi hissediyorum. Okulda hâlâ bir arkadaşım yok. Belki bir tanıdık çıkar, aileme haber gider korkusuyla kimseye yaklaşamıyorum. Yapayalnız kaldım. Mezun olduğumda çocukken kurduğum hayali gerçekleştirmiş olacağım ancak bu ruh halim ile kendime bir faydam yokken nasıl başkalarına el uzatabilirim? Uzattığım el bana ailem gibi davranırsa ben ne yaparım? İnsanlardan çok korkuyorum.
(Görsel: Nakagawa Isaku)