Merhaba. Umarım iyisindir. Aslında tam olarak ne yazacağımı, nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Çok gerginim, tükendim, umudum yok, sevgim yok, nefretim gittikçe artıyor. ‘Kapanma’ hikayesine gelecek olursak anlatayım…
10 yaşında kapandım, ortaokuldayken. Bir arkadaşım vardı, adı Menekşe’ydi. Çok severdim. O da henüz 11 yaşındaydı. Kapalıydı (Kapalı, açık tabirlerinden nefret ediyorum. Aynı şekilde türban, tesettür gibi söylemleri de sevmiyorum, tam anlamıyla iğrenç geliyor, sanırım bende sıkıntı var, gerçekten sevemiyorum), muhtemelen ona özendim. Özentilik gerçekten sevmediğim şeylerin başında yer alır, aptalmışım, çok aptalmışım. Kapandım. Basitmiş gibi kapandım. Bunun bir de öncesi var. 7-8 yaşlarındayken dedem ölmüştü, cenazesindeydik. O zamanlar da ilkokuldaydım. Cenaze evinde başım örtülü durmuştum, sonra sanırım birden kafam esti, “Ben artık kapalıyım” deyip kapanmıştım. Argo kullanmak istemiyorum, gerçekten geriliyorum. Tabii sonra böyle gitmedi. Okul başörtüsüne izin vermiyordu. Okulda takmıyordum. Dışarıda başım örtülüydü. Sonra olmadı, açıldım, zaman zarflarını hatırlayamıyorum. Hikâyeye devam edeyim.
Özenip kapandım, hevesmiş, gerçekten hevesmiş. Kendimi biliyorum çünkü, bir ben biliyorum. Ne hissederek yaptığımı ancak şu an anlayabiliyorum. Her neyse, uzatıyorum. Sevinçliydim işte, ilerisini düşünemeden. Tabii sonradan sonraya “Saçım açık olsa ne olurdu sanki?” demedim değil. Çocukmuşum lan çocuk. 10 yaşında, çocuk. Kapandığımda anneme çok defa sordum “Kapanayım mı?” diye, “Sen bilirsin” dedi hep. Zaten annemle adam akıllı bir iletişimimiz hiç olmadı. Konuşurken yüzüme dahi bakmazdı, şu an da çok farklı değil. Olan o oldu.
Şu an 15 yaşındayım. İnancım bu değil, Müslüman değilim, ki inancım varken de örtünmek istemiyordum, saçma geliyordu. Şu an inancım da yok. Başımı örtmek acayip zoruma gidiyor. İnsanlara fikrimi savunamıyorum, ideolojimi anlatamıyorum. “İnancın ne?” diyorlar, “Agnostiğim” diyorum, “E niye başın kapalı o zaman?” diyorlar. Haksız değiller. 4-5 ay önce öz annemde kalıyordum. Şöyle anlatayım… 3 yaşındayken anne ve babam boşandı, annemle adam akıllı görüşmedik, istemiyormuş beni, karışık konular… Geçen sene görüşmeye başlamıştık. İşte 4-5 ay önce de onun evinde kalıyordum. Din konusu kafama ilk defa o zaman takılmıştı. İlk defa o zaman sorgulamaya başlamıştım. İyi ki de başlamışım. Din araştırmadan bir süre önce de düşünüyordum. Beni mutsuz ediyordu, farkındaydım ama kendime hep bahane buluyordum, ne istediğimi düşünmek istemiyordum. Başımı açabileceğim ihtimali hiç aklıma gelmemişti. Sonra birden geliverdi ama ‘Ben başımı açacağım’ diyerek değil. Sonradan o hale geldi. Tamam, dedim, istemediğimi anladım.
Açılmaya karar verdim. Anneme söyledim. “Neden şimdi söylüyorsun?” diye içimde tuttuğuma kızdı. “Sen nasıl mutluysan öyle olsun, sen her türlü benim kızımsın, seni hep seveceğim” dedi. Sevmedi, ne başım açıkken ne kapalıyken sevdi. Olsun, sevmesin. Neyse, benim bir de üvey annem var, 10 seneden fazla süredir onunla büyüdüm. O annelik yaptı, olduğu kadar. Ona söylemek istedim fakat söyleyemedim. Öz annem açık görüşlü bir insan, inancı var, başı örtülü değil. Babamla yaşadıkları şeyler pek iyi değil. Bu yüzden yanında kaldığım zaman ona özendim sanırlar diye hemen söylememeye karar verdim ama kararımı uygulayamadım. Evi ziyarete gittiğimde dayanamadım, içimi kemirip bitiren düşünceyi üvey anneme söyledim. Uzun karın ağrılarıyla oldu, hemen söyleyemedim. İlk söylediğimde sırf tepki vermek için “Ne, hayatta olmaz. Ben seni bu yaşına kadar kapalı tuttum(?)” dedi. Hatta başka şeyler de söyledi, birini söyleyeyim: “Saçın açıkken bir adam gelse saçınla tahrik olsa, kendini tatmin etse, ne olacak?”. Geriliyorum. O an gözümden o kadar düştü ki… Bu kadar geri kafalı olduğunu bilmezdim. Kendi başı örtülü değil. Bana laf söyleyene kadar kendin ört, madem önemli? Aptalsın, çok aptalsın. Çok büyük bir tepki de vermedi; dedim ya, sadece tepki vermek için yalandan bir tepki verdi. Evden çıkıyordum, babama “Nazlı sana bir şey diyecekmiş” dedi. Söylemesini istemediğim halde söyledi, “Açılmak istiyormuş” diye. Babam sadece net bir şekilde “Hayır” dedi. Sonra da evden çıktım zaten. Konu tekrar açılmadı. Sonra ben de çok düşünmedim. İstemiyordum ama düşüncemi kendimden itekledim, bilmiyorum.
Bir süre önce İslam’dan çıktım. Din konuşmayı isterdim fakat yeri değil. Sonra da bu konuyu düşündüm. İnancım bile değilken istemediğim bir şeyi yapmak zoruma gitti. İtaat etmekten, fikrimi savunamamaktan, susturulmaktan nefret ediyorum. Tüm bunlardan nefret ederken bu halde olmak beni daha da fazla nefretle dolduruyor. Birkaç gün önce üvey anneme tekrar söyledim, düzgünce konuşacaksa konuşacağımı da ekledim. Uzun uzun konuştuk. “Ben açılmanı istemem, ‘Açıl’ diyemem, ama sana ‘Açılma’ da demem” dedi. Sonra babama söylemesini istedim. Babamla aramız kötü. Selamlaşmam bile, öyle diyeyim. “Tamam, konuşurum” dedi. Geçen gün konuşmuş, bana söylemedi. Dün babamla ufak bir tartıştık, kolumdan tuttu, bana bir şeyler atmaya çalıştı. Bu tartışma başka bir konu içindi ama olaydan sonra odamda ağlarken “Açılmak falan yok” dediğini duydum. Dün akşam da annemle hastaneden dönüyorduk, yolda konuştuk. Babamın izin vermediğini söyledi. Artık üzülmüyorum çünkü nefret doluyum. Onun isteğine göre olmuyor, dedim. Bir hafta sonra psikolog randevum var, babamla konuşması için o zamanı bekliyorum. Anneme de dedim, “Bu şimdi olmazsa başka zaman olacak ama olacak” diye. Hiçbir şeyden umudum kalmadı. Tükendim, demiştim ya; gerçekten tükendim. Annem hiçbir zaman yanımda yoktu ama bu sıralar yokluğunu çok hissediyorum. Çocukluğuma üzülüyorum, yanımda olmadığına üzülüyorum. Babama benimle uğraşamayacağını söylemiş. Ufak bir tartışma sonrası bir süredir benimle konuşmuyor. İstemesin, bir gün bu hayattan koptuğumda ne istediğini anlayacak. Yaşarken içimde ölen babama da kızıyorum, nefret ediyorum. Diyecek çok şey var ama diyemiyorum. Üvey anneme kırgınım. Keşke beni ayırt etmeseydin, edemeseydin. Belki elinde değil, bilemem. Ama artık yoruldum anne, çok yoruldum. Artık sana ayıracak ilgim, sevgim, toleransım yok.
İlk defa sevmeyi öğrendim, gitti. Gider de, biliyordum gideceğini. Ben onu sevmemiştim zaten, biliyordum. Aşka âşık olmuştum, aşkı anlamıştım. Beni çok yordun, bitirdin. İyi ki gittin, bana yazık olmuş. Önüme ilk çıkan kişiyi sevmiş gibi hissediyorum ama inan, öyle değil. O gitti, sen gitme, olur mu, lütfen gitme. Çok ağlarım, ben ağlayınca üşüyorum. Kışa giriyoruz, ağlatma beni, olur mu? Yapamam, toparlayamam. Gitme. Hiçbir şeyden umudum yokken, hayatımdaki en güzel şey sen iken, ben sana bağlıyken, seni seviyorken gitme. Lütfen.
Özür dilerim… Tutamıyorum içimde. Konuşacak, anlatacak kimsem yok. Anlatsam anlayacak kimse yok. Sen varsın ama uzaksın benden, ben de uzağım senden. Senin beni anlayacağını biliyorum ama yoksun. Nereden nereye görüyor musun, beni dinleyen sen. Dün ilk defa gerçek anlamda umutlarım tükendi. Hayatımı boşuna geçirdiğimi, geçiriyor olduğumu, geçireceğimi anladım. Dün ilk defa hayatımı sonlandırırsam ruhumun daha mutlu olacağını anladım, belki başka bir hayat da vardır, belki seninle orada kavuşuruz, olur mu sevdiğim? Kahroluyorum, bitiyorum.
Sana yardımcı olabilirim ama kendime yardım edemem. Benimle konuşabilirsin, her konuda yanında olurum. Laf diye değil, gerçekten olurum. Diğerleri gibi değilim ben. Belki anlamadın beni, olabilir. Olsun. Okudun, çok teşekkür ederim. Dediğim gibi, bana ulaşabilirsin. Hoşça kal. Instagram: sizoflord
(Görsel: Francesco Clemente)