Enes Kara’nın intiharından sonra ben de yaşadıklarımı tekrar gözden geçirdim. Hislerini ve intihar motivasyonunu anlayabildiğimden (sanırım) onun ölümü beni çok etkiledi. Kendi yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.
4-5 yaşlarımda sübyan denen İslamî anaokuluna gittim. Orada kendi dilinizde okuma yazmayı öğrenmeden Arapça öğreniyorsunuz. Size dualar ezberletiliyor, namaz kılmayı ve İslam’ın kurallarını öğreniyorsunuz. O sübyanın çatı katında bir bölme vardı. Ceza için kullanılırdı. Doğru düzgün hava alınamayan, karanlık ve küçücük bir yere kilitliyorlardı bizi. Neyse… Ben oraya gitmeden önce de ailemden din “eğitimi” görmüştüm. Sübyanın ardından aklınıza gelebilecek her çeşit Kur’an kursuna, camiye gitmeye başladım. (Orta 3’e kadar sürecek.) İlkokul 3. Sınıfta, gittiğim Kur’an kurslarından ve annemin bulunduğu cemaatlerde duyduklarımdan dolayı kapandım. Anlık bir hevesti, hatta başörtü takmayı unutarak dışarı çıktığım olmuştu. Ama annemin dindar çevresi, gittiğimiz cemaatlerdeki ablalar, akrabalarım ve hatta ilkokuldaki sınıf öğretmenim bana ilgi göstermeye başladılar. Başkalarına örnek oluyormuşum falan… Babam fiziksel/psikolojik şiddet gösteren biri ve annem dışında kimseyle aram iyi değildi. Okulda da dışlanırdım. Annemin sevdiği insanlardan, büyüklerden ilgi görmek beni başörtüye bağlamıştı. Ama ilkokula o şekilde girmem yasaktı. Başka öğretmenler ve sınıf arkadaşlarım normal olarak engel olmaya çalıştılar. Sınıf öğretmenim olan dallama oradan buradan izin kovaladı, 28 Şubat falan anlattı bana… Manyak. Neden tesettürlü olmam gerektiğini bilmiyordum, ama bunun haklı bir “dava” olduğunu söylüyorlardı ve bir kesimden ilgi görüyordum.
Nurcuların kurslarına gitmeye başladım. Hafta sonu gidiyordum. Programları şu şekilde olurdu: Kur’an okuma-oyun- (Literally çocuğuz yani. Said Nursi okumadan oyun oynamamız da trajikomik cidden.) -Said Nursi kitapları, yani sohbet kısmı-namaz… Tatillerde “kamplarına” giderdim. Bu kamplar kursun evlerinde gerçekleşiyor. Telefonlar toplanıyor, ailenizle konuşma süreniz kısıtlı… (Annemi özlediğim için ağlayarak uyuduğumu hatırlarım.) 5 vakit namaz kılıyorsunuz, Kur’an+sohbet+oyun… Bir hafta boyunca ailenizden uzak bir yerde din eğitimi görüyorsunuz. Din istismarı ve çocukların beynini yıkamaları yeterince korkunç ama burada her şeyin propagandalarını yapabilirler. Ailelerin ya da devletin kontrol şansı yok ve ellerinde küçücük çocuklar var. Fetö ve benzeri oluşumlar için müsait yerler. Rıza diye bir şey de yok çünkü çocuksunuz ve teoloji bilginiz/anlama ihtimaliniz yok.
Ortaokulum İmam Hatip’ti. İlk senelerinde başka bir Kur’an kursuna da gitmeye başladım. Yazın orada aylarca kalıyorsunuz, bazıları full yatılı. İlkokula bile gitmeden böyle yerlerde yatılı okumaya başlayanlar var bir de… AKP için dua ettirirlerdi. Ortaokullu olmamıza rağmen cehennem gibi tehditlerle dini aşılayan sohbetler yapılırdı. Aynısı İmam Hatip’te de var zaten. Beni de yatılı Kur’an kursuna almaya çalıştılar, zor kurtuldum. Gittiğim İmam Hatip’te erkeklerle konuşan kızları idare çağırırdı. Sevgilisi olan kızların telefonları karıştırılır, aileleri aranırdı. Aileye söylemek alenen şu demek: Baban erkeklerle konuştuğunu öğrensin de seni dövsün. Sürekli “Siz İmam Hatip’liler farklısınız” derlerdi. Kindar ve dindar nesil… 7. Sınıfta queer olduğumu fark ettim. Makyaj yapmaya, yani tesettürden uzaklaşmaya başladım. Orta sondayken okula LGBTI+ kazağımla gidiyordum… Sosyal medya paylaşımlarımdan dolayı idare çağırıp uyarıyordu. Ben yavaş yavaş dinden ve siyasal İslam’dan nefret etmeye başlamıştım. Arada başörtümü ucundan açıyordum. Bir kızdan hoşlandığımı söylediğimde annemin benden soğuduğunu hissettim. İlk defa arkadaşlarım oluyordu ama babam dışarıya çıkmama izin vermiyordu, erkeklerle konuştuğumda bana şiddet uyguluyordu.
Liseye geçtiğimde burayı keşfettim. Ben de başörtümü çıkartmak istiyordum ve bu hikayeleri görünce neyden korkuyorum, dedim. Hiçbir şeyden. Babamın fiziksel şiddeti korkutmuyordu beni. Defalarca her yerimi morartmıştı ama umursamamaya gittikçe ona karşı sivrileşmeye başladım. Beni seven annem ben “modern tesettüre” kaydığımda bana ucube gibi bakıyordu. En fazla ne olabilir diye düşündüm. Babamla çok ağır kavga edebilirim, eve kitler, ışıkları kapatır. Dışarıya çıkmam gerektiğinde başörtüsüz çıkmama ne yapabilir? Hiç. Annemle konuştum, ağladı. Babam afalladı, ciddiye almadı. “Ağlayın, vurun, bağırın. Zorla taktırabilir misiniz?” minvalinde bir şeyler dedim.
Başörtüsüz çıktığımda heyecanlı ve iyi hissettim. Ya rüzgâr saçlarıma vurmadı, sinematik bir olay olmadı, ama yoktu işte başörtü. Sanırım rahatlamış hissetmişim. Dedim ki ben bundan kurtuldum. İslam’dan kurtuldum, İmam Hatip’ten, tüm o saçmalıklardan kurtuldum. Babam 1 sene boyunca sürekli benimle türbanla ilgili tartıştı. Ama gerçekten umurumda değildi. Başörtüyü kadını kısıtlayan, ataerkil ve gerici bir dini fiil olarak buluyordum ve bundan kurtulmak için (kendi adıma konuşuyorum) her şeyi göze alabilirdim. Özgürleşirken geri zekalı akrabalarımın laflarına, annemin sevgisinin azalmasına ve babama kafa tutabilirdim.
Bazılarında tesettürü ya da dini bıraktıktan sonra ne yapacaklarıyla ilgili bir korku oluyor. Ben ateistim. Kendi ahlak anlayışımı kurdum ve nasıl/ne için yaşayacağımı biliyorum. Çocukluğumdan beri propagandası yapılan ve baskı yüzünden “benimsediğim” dinle hayata baksaydım daha amaçsız olabilirdim. Sizi boşluğa düşüren şey ancak travmalarınız olabilir. Aile içi durumunuzu bilmiyorum, belki dışarıdan yardım almanız gerekir ama korkmayın. Özgürleşeceğiz.
(Görsel: Edvard Munch)