Çocukluğumu doya doya yaşayamadım ama gençliğimin ölmesine izin vermeyeceğim.

Herkes hikayesini anlatırken ben de eksik kalmayayım istedim. Benim yazınca içim rahatlamayacak ama yine de yazmak istiyorum. Sanırım benim de herkesin şikâyet ettiği sorunu olan din baskısı yüzünden pardon pardon “ayıp” kafası üzerinden yaşadığım ölü bir hayatım var. Dinden çok daha büyük bir sorun olan babam. Babam? Kelime de babam… Sözde babam. Ama onun bir parçası olduğum babam… Bana hiç sevgi gösterdiğini hatırlamıyorum. Hani çocukken bile göstermedi ki, büyüdükçe değişen bir şey de olmadı. Hep aynıydı babam. Onunla iletişimimiz pek yoktur. Ondan korkuyorum, onun hissettirdiği korkudan korkuyorum. Benim psikolojimin içine eden o kişi. Fiziksel şiddeti yoktur. Beni dövmedi hiç, içindeki sahte vicdanı buna izin vermiyor. Hatta bir ara beni şaşırtmıştı, gece yarısı telefonda bir erkek ile konuştuğumu duydu. Sadece kızdı, çok kızdı ama fiziksel şiddeti olmadı. Ama annem bana ne dedi? “Ben olmasaydım baban seni öldürürdü”. Sabaha kadar yatmadı, odada döndü dolaştı, bunu sahiden yapar mıydı? Düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum. Gece yarısı bir erkek ile konuştuğum için adam benim canıma kıyacak? Çok trajikomik bir durum. Annem öyle dedi, ama yine de babamın beni öldüreceğini düşünmüyordum. O kadar da değildi. Yapsaydı da şaşırmazdım ama, erkek sonuçta. Erkeğğk erkeğğk… Bu olayın sonrasında televizyonda Esra Erol’un programını izlerken “Bu mu?” dedi, “bu adam mı seninle konuştu?” dedi, adam o kadar kafayı yemiş ki siz düşünün artık. En çok da hayatımın içine eden baskı ne, biliyor musunuz? Tahmin ettiniz belki de… Çoğu kadın gibi benim de örtü belası, belki 3 ya da 4 yıldır sürüyor bu baskı. Bana “Biz Türk değiliz, kapanacaksın” demesi, yemekte kıl çıktığı zaman “Siz saçlarınıza örtü takmıyorsunuz, ondan böyle oluyor” demesi, sırf örtü taktığımızı görsün diye kız kardeşim ve benim sofraya örtü ile gelmemi istemesi, Konusu açıldığı zaman bile titriyorum.

Babam yanımda “Kapan” derken artık benim sadece sessiz kalmam. Hiçbir şey diyememem. O an dilim tutuluyor sanki. Ona karşı bir tepki veremiyorum. Sadece sussun istiyorum. Sadece sussun, ben konuşamıyorum, o da benim gibi sussun. Görmesin beni, duymasın, B. diye biri yokmuş gibi davransın istiyorum. Kopsun artık benden. Bedenimden kopsun istiyorum. Bu aralar konusunu açmıyor, annem ona “B. seneye kapanacak” demişti. Üstünden 4-5 ay geçti, belki de daha fazla. Fakat yine de şaşırıyorum bir şey dememesine. Peki neydi benim gözümde sadece bir bez parçasından ibaret olan bu örtü? Neydi, biliyor musunuz? Takmadığı için uğruna seni yakandı. Canını yakandı… Namusuydu bu bez parçası, Namusuydu. Anlıyor musunuz? O iğrenç kafalarında yarattığı namus kavramıydı bu. Örtüden nefret etmiyorum ben. Toplumun onu soktuğu kalıptan nefret ediyorum. Babam diyorduk, değil mi? Yani babam işte, babam değil mi? Baba baba. Türk aile kurumunun rezil babaları. Neyse.

Ha bir de annem var tabii, ondan da gülmedi yüzüm. Ne lanet şanssız biriyim ben ya, bunu yazarken ya da dile dökerken bana yine o nefret ettiğim çenesini açan annem, sonunda da “Saçma sapan işler yapıyorsun” diye konuyu kapattı. Zaten ona göre ben hep saçma konular ile uğraşırım. Onun gibi olmuyorum ya, onun istediği biri gibi olmuyorum ya, o yüzden ben saçmanın ta kendisiyimdir. Her neyse. Annem, babamdan sonraki bana çok hissettiremediği acım. Annem dinci bir kadındır. Yaratıcısı, Allah’ı ne derse onun doğru olduğunu düşünür. Babamın ayıp kafası tersine o İslam kafasını düşünür, “Allah böyle der kızım, şöyle der kızım” falan filan, sürekli gözünün bende olması… Bundan nefret ediyorum, beni izlemesinden nefret ediyorum, bana “Sen çıplaklığa aşıksın, seviyorsun, niye bu kadar düşkünsün buna” derken, bağırıp “Evet lanet olası kadın, ben çıplaklığa aşığım, tenime aşığım” demem gerekirken, içimden öfke patlaması ile susuyordum sadece. Aşığım buna, bedenimin açık olmasına aşığım.

Bir ara annem benim dışarıda çektiğim sıfır kollu atletli fotoğraflarımı görmüştü telefonunda, silmeyi unutmuşum oradan. Bana resmen dilde söylemese de ‘sen orospusun’ hissi verdi. Ama benim kafamda yarattığım güzel orospu değildi bu tabii ki. Annemin kafasında yarattığı halk dilinde kötü olarak bilenen kadın konumuna soktuğu kelimeydi bu.

Ne yaptım ya? Ben ne yapmıştım ki? Bedenim gözüküyor, tenim gözüküyor, memelerim belli oluyor. Dünyanın en iğrenç şeyini yapmışım da haberim yok! Arkadan erkek kardeşimin “Senin ağzını burnunu kırarım” diye sinirlenmesi… Peki ben? Ben o esnada ne yapıyordum, biliyor musunuz? Hep yaptığım gibi sadece ağlıyordum. Ağlayıp içimden sadece “Ben kötü bir şey yapmadım, ben kötü bir şey yapmadım” diye isyan ediyordum. Düşünsenize ya, düşünsenize, onlar yanlış bir şey yapmadığımı idrak edemiyordu. Bu benim canımı fazlasıyla yakıyordu. Çünkü hem senin parçandan olanlar ve en önemlisi de senin hayatına müdahale eden insanlar.

Özellikle evet anne, ben orospuyum, kızın bir orospu. Ve bundan dolayı gurur duyuyor, sen bundan nefret ediyorsun, şüphe duyuyorsun bunları sevdiğime, inanmak istemesen de bu korkunç olsa da senin beyninde, kızın bir orospu, kızın minik etek giyer, kızın İslam’dan nefret eder, kızın Müslüman değil, kızın para karşılığı erkekler ile yatar, kızın cinsel ilişkiye girer… Çünkü senin kızın bir orospu, anlıyor musun? Ben buyum, ben orospuyum lanet kadın. Onun dışında annem beni bir şeye zorlamadı bugüne kadar. Çünkü içinde öyle bir duygu yoktu. Baskıcı değildir. Psikolojik baskısı illa oluyor bana karşı, alıştıysam da alışamadım… Ama zorla bana bir şey yaptırmaz. Yaptırsa da ben yapmam zaten. Çünkü o bana korku hissini vermedi, ona ağzımı açabiliyorum. Sesimi çıkarabiliyorum, bilmesi gerektiği kadar.

Bir işe yarıyor muydu? Tabii ki hayır. Önemli olan o değildi ki… Önemli olan hayatımı tutsak eden adama karşı böyle olamamamdı. Evet, annemden de nefret ediyor olabilirim. Yine de içimde ona karşı küçük de olsa sevgi kırıntısı var. Evet, sevgi kırıntısı, bu yeni aklıma geldi. Yazarken bir anda çıktı ağzımdan. Ona karşı içimde küçük bir sevgi kırıntısı var. Yine de bana yaşattıkları onca acıya rağmen hakkımı onlara helal ediyorum. Benden uzak olsunlar da mutlu bir şekilde yaşasınlar. Mutlu olsunlar, onu istiyorum. Benim babamda hakkım yoktur. O yüzden onun bana hakkını helal edip etmemesinin gözümde bir değeri yok. Ama annem? Evet, o iyi bir anne değildi. Ama ben iyi bir evlat mıydım? Hayır. İyi bir anne olamadığı için iyi bir evlat olmam da saçma olurdu zaten. Kendimi aklamak niyetinde değilim ama durum böyle cidden. Fakat onun bana hakkını helal etmesini istiyorum. Çünkü ona da haksızlık yaptığım zaman çok oldu. Özür dilerim anne. Gerçekten özür dilerim. Hâlâ yapıyor olsam bile ben gerçekten özür dilerim senden. Sen benden bana yaptıkların için asla özür dilemesen de ben yine de sana yaşattığım, seni üzdüğüm zamanlar için senden özür dilerim. Bunu sözlü bir şekilde yüzüne söylediğim bir zaman olmayacak. Belki de sadece öldükten sonraki evrende olur. Bu dünyada asla olmayacak anne.

Biraz da beni anlatmak istiyorum sizlere. Öncelikle söze kendimden nefret ederek giriyorum. Ama yine de kendimi seviyorum. Nefret et sev, nefret et sev; garip bir duygu bu. Kendimden nefret ediyorum çünkü bunun için bir sürü sebebim var. Bilmenize gerek yok burayı. Nefreti sevmem. Anlatmaya da gerek yok diye düşünüyorum. Peki kendimi neden seviyorum? Ben doğru bir insanım çünkü. Çünkü ben fazlası ile iyi bir insanım. Bazen kendime ‘salaksın’ desem bile bendeki gereksiz iyiliği seviyorum. Çünkü ben böyle biriyim. Bu elde olan bir şey değil. İnsanın duygusu ile alakalı psikolojik bir kalp türü.

Hayat felsefem -özgürlük-, ben özgürlük dilencisi olan bir bireyim aslında. Kalbim isterdi ki tanrıçası olayım. Ama dilenciyim. Korkak biriyim demiştim zaten, asla cesaretli değilim. Böyle bir hayata katlandığım için güçlü denilebilir mi bana? İnanın ki bilmiyorum. Ama katlanmıyorum ki, korkuyorum, sadece korkuyorum. Neler yaşadım bu ortamda? Geceleri ağlaya ağlaya yattığım geceleri asla unutmam, duygusal müzik dinleyip olayı daha da dramatize etmemi asla unutmam, jilet ile daha da acı zevki yaşamak için kolumu kesmemi asla unutmam, gözlerimden akan yaşları asla unutmam, onlar benim canımdı. Her dökülen damlası benim taptığımdı. Bu yüzden aşk da canımı yakan kişiye bedduamdır hatta, döktüğüm gözyaşım kadar hayatın acı dolu olsun diye. O kadar yıpratılmış değerli elmas taneleri gibiydi benim için. Ben sevgi istemiyorum ailemden. Benim takıntılı olduğum şey saygı kavramı. Saygı en önemli kavramdır. Sevgiden bile çok çok üst konumda olan bir kavram.

Şu an 21 yaşındayım. Çocukluğumu doya doya yaşayamadım. Genç bir kadınım şu an. Ama gençliğimin ölmesine, bunu öldürmelerine izin vermeyeceğim. Yakında tutsak olduğum bu hapis hayatından kurtulacağım. Asla beni bedenen ölene dek bu hayata hapsedemeyeceksin baba. Ben inanıyorum, çok yakında kavuşacağım gerçek benliğime, özgürlüğüme… Onlar birinin kalbini kırıyorlar, o kadar kötü bir his ki birinin kalbini acıtmak. Duygularına değer vermemek, önemsenmemek, dışlanmak, bir canlısın ya, canlısın! Cansıza bile değer verdiğim evrende canlı olan birinin canını yakmak? İnsanlar, siz çok kötüsünüz. Beyniniz, kalbiniz bunu idrak edemiyor. Etse bile zevk alıyorsunuz bundan, bencil pisliklersiniz. İnanılmaz bir türsünüz. Son olarak, canım kadınlar, sizi çok ama çok büyük bir sevgi ve saygı ile seviyorum, hep var olun, bir gün hepimizin özgür olduğu bir evrende yaşamak dileği ile…

(Görsel: Lucille Clerc)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir