Bir kere ben Kur’anı en az otuz kez hatim etmiş, ama Türkçesini bir kez bile okumamıştım. İronik, annem de okumamıştı.

Merhaba, ben E. Genç bir kızım, bu 21 de olabilir, 18 de olabilir, 24 de. Sadece kendi günlüklerimin arasında sıkışıp kalan ve bunun artık yazmak bile istemeyeceğim kadar bunalttığı bir dönem aralığında, bu gecede, belki birileri bunu okur diye bunları yazıyorum. Bu siteyi henüz yeni keşfettim ve google’a girerken asıl arattığım “açılmak istediğini nasıl anlarsın?” sorusuydu. Evet. Biliyorum, oldukça absürt. Bunu anlamayacak kadar bulamıyorum cevapları içimde. Evet, acınası. Bunu da biliyorum. Ama bu evde o kadar çok şey oldu ki kendimi ara ara bulduğum için bile şanslı hissediyorum kendimi.

Ailem dindar bir sülaleden gelmekte. Baba tarafında olmasa da anne tarafında başörtüsü önemlidir; namaz kılmak, oruç tutmak, dua etmek, din olguları küçüklükten beri verilir. Annem de bundan mütevellit dindar bir kadındır. Çok daha dindar annelerin bulunduğunu bilmeme rağmen keşke bu kadar dindar olmasaydı dediğim türden hem de.. Zamanında dediğine göre bize “Allah rızasından” bakmıştır çünkü.

Neyse, her şey ablamla başladı, lisedeki halini hatırladığım kadarıyla evde kapalı olduğunu söyler dışarıda açılırdı. Ve bu yıllarca sürdü, üniversite yıllarına kadar. Artık açılmak istediğini en az üçüncü kez tartıştıklarında tabii ki evde ipler yeniden kopuyordu, kız ve annesi ağlıyor, babam hiç namazın n’sini bilmez bir adam, ablama “Dışarıda nasıl böyle giyinirsin?” diyerek kükrüyordu. Evin ikizleri, ben ve ikizim, bundan çokça etkilendiğimizi uzun yıllar hiç görmeyerek dört duvarın arasında sessizce beklerdik. Ne anneme hak verirdik ne ablama. Ablama hak verdiğimiz zamanlar daha çoktu ama sonra eklerdik; “Annem de haklı şimdi, ablam da çok yalan söyledi…”

Böylelikle evde yaşayan ablamız her zamankinden uzak bir yabancı gibi yaşamaya başladı evde. Sonra küçük kardeşim doğdu, annemin ilgisi oraya kaydı, biz biraz göz ardı edildik. O zaman bu sadece birazdı. Yaşıt kuzenlerim ergenliğe girmeye başlamışlardı, beklemişlerdi bir sene, öyle kapanmıştı hepsi. Ben ergenlikten üç gün sonra kendi isteğimle kapandım. Mutluydum. Şal bağlama biçimim garipti tabii, ilk hafta çok zor geçmişti, hatırlarım… Hatta tekrar açılmak istediğimi ilk ve son kez anneme küçük bir çıtlattığımda, “Böyle bir hata yapmayacağını biliyorum E,” derdi. Kapalı kalmaya devam ettim. Şalda boğuluyordum ve aşırı kasıyordum ama bunu da yıllar alıp götürdü, alışmam zor olmuştu.

Pandemi dönemine girdik, annem kafayı yemişti bize göre. Dinle kafayı bozmuştu ve durup durup ağlardı, altı kişilik ailemizde aynı evde yaşayan altı yabancıya dönüştük. Ablamla annemin arası hala bozuktu ve kime hak versek hala bilemiyor, arada derede duruyorduk ve bu bizi çok yıpratıyordu.

Derin bir depresyona girdim, maalesef bu tehşisi koyacak bir psikoloğa başvuramadım ama şimdi o zamanlara döndüğümde bir günümün bile intihar düşüncesi olmadan geçmediğini hatırlıyorum. Daha da kötüsü her sabah annem saatin altısında daha kendi bilincimden uyanamadığım uykudan beni “E. kalk, kalk, E., kalk” diyerek 45 dakika başımda söyleniyor, cehenneme gideceğimizi haykırıyor ve yaşamaya zorlandığım günlerim hiç yokmuş gibi bir de kavgayla başlıyordum her güne.

Her günüm saat altıdan mide bulandırıcı bir hal alıyordu ve nefret ediyordum. Nefret ettiriliyordum. Namazları hiçbir zaman oturtamamış olan ben sadece tuvalette biraz oyalanıyor, kapımı kapatıp namaz kıldığım imajını çiziyor ve geri uyuyordum. Tüm bunların üzerine bir de yalan söylememin yükü binmişti bana. İki yıl boyunca, Tanrı’nın, Allah’ın, yukarıdakinin, siz ne diyorsanız, beni bıraktığını düşündüm. Bu da beni epey sarstı. Bir kere ben Kur’anı en az otuz kez hatim etmiş, ama Türkçesini bir kez bile okumamıştım. İronik, annem de okumamıştı.

Hiç okumadığım bir şeye inanmanın aptal hissini çekiyordum ve bu gece hala çekiyorum. Hala kapalıyım,hala oruçlarımı tutar,tanrının tekliğine inanırım ve hala dikiş tutturamam namazlarıma. En son ne zaman kıldım hatırlamıyorum. Çok iyi kapanmam, yalan söyleyemem. Bu annem içinde önemli değildir aslında,onun derdinin hala başka insanlara çizdiği imajı düşündüğünü düşünürüm ki öyledir. Hal böyle olunca bendeki de din midir, değil midir… Ben neye inanırım, inandığımı nasıl açıklarım… Cevapları bende hep meçhul. Herkes aklımı çok karıştırdı. Annem ve “babam” bu kadar dindar iken, gelirler, başıma üşüşür bazı akrabalarım. “Sen neden kapandın,” “Biraz özgürlükçü olun.” , “Hayatınızı yaşayın” diye zor toparladığım kafamın içini darmadağın eder giderler.

Şimdi gelecekte kendimi göremiyorum, yüzüm hep bulanık. Ne kapalıyım ne de saçlarım açık. Belirsiz bir şey, o ben. Ve ona dönüşmeme çok az kalmışken artık bir karar vermeliyim. Ne kapalılığa bağlılığım var ne de açılmak kavramına çok fazla özlem duyuyorum. Bazen sadece iyi bir kapalı olmadığım için bile dinin aslını (ki bilmiyorum) göstermemekten utanıyor ve açılmam gerektiğini düşünüyorum. Bazen ise buna ne gerek var diyorum, sonuçta bana getireceği günahlar hiç umursayacağım kadar aklımda… İşte ben buradayım, çok karışığım. Tüm bunları bir kişiye bile açamayacak kadar uzak kalmış, günlüklerinin arasında sıkılıp kalmış, bunalmış bir birey olarak, karışıklığımın içinde tükeniyorum. Artık tükenmek istemiyorum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir