Öncelikle kalkıp tüm sayfanızı takip ettim ve hepsinin de benim yaşadıklarımın birebir aynısı yaşamış kadınlara ait olduğunu fark ettim. Ancak ben bu yazıyı bir erkek olarak yazıyorum.
Doğulu -tam olarak yazmak istemiyorum- bir ailede dünyaya geldim. 5 çocuklu bir aile idik ve küçüklükten beri bende bazı garip olaylar vardı. Gittiğim okulda hiçbir zaman iyi bir öğrenci olamadım. Hiçbir zaman sınıfta adam akıllı arkadaşım olmadı ve sürekli dışlandım. Neyse ki ben 2016 yılında kalkıp üniversiteye giriş sınavında da başarısız olunca -tabii onca FETÖ’cü ve diğer Nur cemaatlerinin dershaneleri ile…- babam kalkıp beni Kur’an kursuna verdi ve zaten zor ve cehennem olan hayatım daha da zorlaşmaya başladı.
İlk önce İstanbul’da M. Efendi denen beyin yamyamının Yusuf Hoca denen hocasına bağlı kursa gittim. Evet, belki arkadaşım olmamıştı ancak aklım çalışıyordu ve orada gördüğüm şeyleri sorguladığımdan dolayı bana mobbing yapmaya, her türlü hakareti etmeye başladılar. Tuvaletleri temizlettiler, mutfak ve banyoları yıkattılar. Kışın ortasında kalkıp medresenin camlarını temizletmek, ambardan malzeme aldırmak gibi her türlü yıldırma politikasını uyguladılar. Tek suçum milletin kurban kesilmesi için verdiği paraları ve aynı zamanda sözde talebeler yesin diye getirdikleri etleri neden sözde hoca efendinin evine taşıdığımızı sormam idi.
Düşünün, 6 ay boyunca camdan dışarıya bile bakmak yasak. 15 günde bir adı anne ve baba olan ailemizi 20 dakikayı geçmeyecek şekilde arayabiliyorduk. Düşünün, hastaneye bile tek başına yollamıyorlar, yanında 2 tane de sözde belletmen gönderiyorlardı. Tabii oradan kovulunca bu ülkenin başta Sakarya-Trabzon-Erzurum gibi yerlerinde ömrümün en güzel zamanlarını cehennem gibi geçirdim. Zorla sakal koydurmaya, şalvar giyindirmeye çalıştılar. Bu yetmezmiş gibi tuvalette idrarını yaptıktan sonra bir damla iç çamaşırına değerse namaz bozulacağından sürekli penisin içine pamuk tıkmak gerektiğini ve bunun bir sünnet olduğunu söylediler, bu konuda da sürekli psikolojik baskı yapıyorlardı. Bazen tuvaletten çıkınca 40 adım yürüdükten sonra resmen tüm millete göstere göstere ellerinde pamuk ve kürdan ile banyoya giriyorlardı.
Kısa keseceğim, babam en son beni Trabzon’a gönderdi. Yine Diyanet’in kursu gibi gözüken ama iç denetimi ve yönetimi M. Efendi denen beyin yamyamında olan bir kurstu. Dedim ya, bir türlü adam akıllı Kur’an okuyup ezberleyemiyordum. Zaten ailemde bir geri zekâlı ve saf gibi algılandığımı daha sonra anlayacaktım. Benimle beraber Kur’an okumaya ve ezberlemeye başlayan insanların beni geçmesinden sonra ise hem yaşımın büyük olması nedeniyle hem de beni sindirmek için yurdun yemekhane ameleliği gibi birçok işi sözde Allah rızası şeklinde göstererek beni beş kuruş para vermeden çalıştırdılar. 1 yıl geçmişti, daha Kur’an okuyamıyordum. Bir gün o zamanki aklımla kendi kendime ben neden buradayım, niçin bu pis işleri yapıyorum diye sordum ve o zaman yurttan kaçmak ve eve gitmek istedim.
Ancak geri zekâlı, şeriatçı, beyni sulanmış anne ve babamın bana gerekli desteği vermemesinden dolayı kalkıp başka bir kursa kaçmayı planladım ve yaptım. Peki ne oldu? Orada sorumlu müdür olan K. M. isimli şerefsiz benim diğer yurda başvurduğumu duyunca kalkıp benim valiz ve eşyalarımın olduğu yatakhaneyi kilitlemiş ve bana dediği şey şu oldu: “1 sene burada bedava yemek yedin, bedava kaldın. Bu kaldığın zamanların parasını yatır, kaldığın yurt aidatlarını öde, sonra eşyalarını alıp istediğin yere gidebilirsin.” Dedim, “Ya kaldığım bir senenin 6 ayında zaten amele gibi çalışmıştım. Beş kuruş para almadan…” Millet Kur’an okumaya gittiğinde, hoca bana “Sen yemekhaneye git!” diyerek beni oradan kovuyordu. Peki ne oldu? Orada adı Gö**** olan ve Trabzon’da ****** olarak bilinen memleketli arkadaşım teravih namazı sırasında benim bavulları almama ve oradan kaçmama yardım etti. Peki kurtuldum mu? Hayır!
Trabzon meydanda Moloz denen yerde bir kuytuda bu cemaatin sözde belletmenleri R****, M**** isimli kişiler ve yanlarındaki hiç tanımadığım birkaç kişi tarafından tartaklandım, kafama ve karın boşluğuma nefessiz bırakmak istercesine tekme, tokat ve dayak yedim, her türlü küfür ve tehdide maruz kaldım. Peki ne oldu, bu yaşadıklarımı kalkıp kendi anneme ve babama söylediğimde “Kesin sende bir sorun vardır. İlkokuldan beri gittiğin hiçbir yerde sığmadın. Sürekli sorun çıkardın, hep sen haklısın, millet haksız.” diyerek yine bana yüz çevirdiler.
Yeni geçmiş olduğum Kur’an kursunda nihayet sözde hafızlığa başladım. Ama bir türlü adam akıllı Kur’an ezberleyemiyor, ezberlediklerimi de sürekli unutuyordum. Hocanın bana dediği şey, ilk önce “İman ettin” oldu, daha sonra ise “Senin beynin cünüp” diyerek herkesin içinde hakaret etti ve psikolojik şiddet uyguladı, yurttan çıkamama ve sürekli mutfak temizleme gibi… Hatta kalkıp sözde şefkat eli dedikleri sopayla sırtıma ve ellerime vurdukları oldu. Peki yaşım kaçtı bu arada? 22-23.
En sonunda bir gün yine zar zor elimden gelen her türlü gayreti göstermeme ve dayak yiyeceğimi bilmeme rağmen yine hocanın karşısında Kur’an ya da Arapça zırvaları adam akıllı okuyamadım. Peki ne oldu? Hoca kalkıp Kur’an’ı suratıma fırlattı ve bana “Git de kendine mezbahadan öküz kafası taktır geri zekalı, aptal” diyerek hakaretlerde bulundu. Bu son sözü artık benim için son nokta oldu ve kalkıp bölge eğitimdeki psikiyatriye gittim. Oradaki kadına “Hocam ben gerçekten aptal mıyım, geri zekalı mıyım?” dediğimde beni psikoloğa gönderdiler. Sonunda benim DEHB (ADHD) olduğumu söylendi. Bana neden sürekli ellerimin durup dururken terlediğini, neden bu kadar gergin olduğumu sordu. Dedi ki, “Sen ne yaşıyorsun ki bu kadar streslisin…” Evet, ilaç kullanmaya başladım, ancak bu sefer babam denen adam kalkıp benim bahane ürettiğimi, yine haylazlık ve şerefsizlik peşinde olduğumu ima etti. İlaç kullanmaya başladığımda bende bariz değişikler oldu. Önceden ne olduğumu kendim bile bilmezken şimdi Arap’ın Kur’an’ı gözümün önüne geliyor ve dikkatimi toparlayabiliyordum ama yine bir sorun vardı. Kur’an’daki b-m-v gibi harfleri karıştırıyor ve sürekli yanlış ezberliyordum. Şimdi anlıyorum ki ben disleksiymişim. Sonunda bu kurstan da atıldım çünkü benimle beraber yurda girenler hafız olmuştu ve ben onlara göre yaşım büyük olmasına rağmen serserilik peşindeydim.
Neyse, memleketime dönmüştüm. Hayalim üniversite okumaktı, ancak babam evde oturmama, sınava hazırlanmama izin vermedi. Halbuki bendeki sorunu fark etmiştim. Kız kardeşim aracılığıyla “Kalksın gitsin, iş bulsun, bu evde çalışmayana ekmek yok” gibi şeyler söylediğini gördüm. Çevremde sürekli benden bir hoca gibi davranmamın istendiğini fark ettim. Sürekli onların dini inancına göre cumaya gitmem, sözde 5 vakit namaz kılmam gerekiyordu. Çünkü içinde bulunduğum kıyafet, saç ve şeklin hepsi Osmanlı torunu Müslüman bir aileye yakışır olmalıydı. Düşünün, 24 yaşına gelmiş bir insan evladı kalkıp kendi saçını sakalını nasıl kestireceğine bile karar veremiyordu. Sadece kirli sakalın üstüne keçi sakal belli etmesi için sakal koyduğumda bile babamın bana sırtını döndüğünü, konuşmadığını ve evdeki herkesin bana cephe aldığını gördüm. Dedim ya, evdeki herkes iyi çocuk olmak için kalkıp kullandığım ilaçtan okuduğum kitaplara kadar bakıyor, karıştırıyor ve bunları belki anne ve babamdan aferin alırım diye hemen onlara yetiştiriyordu.
Kendi param ile üniversite sınavına hazırlandım. Daha önceleri senelerce sözde cemaat ve tarikat dershanelerine gitmeme rağmen barajı geçip 230 puanı zor alan birisiydim. Bu sefer ise hem ilaç kullanarak hem de haftanın belli zamanlarında psikoloğa gidip onlardan destek alarak Fırat Üniversitesi Elektrik-Elektronik mühendisliğini kazanmıştım. Kimse benden bunu beklemiyordu çünkü hep vasat bir öğrenci olmuştum. Ama yine bir sonumun vardı: Barınma. Evet, benim üniversite sınavını kazandığım sene yani 2016 yılında darbe teşebbüsü ya da tiyatrosu -ne derseniz- olmuş ve neredeyse tüm devlet sistemi çökmüştü. KYK’ya başvurdum. Bana yurt çıkmadı ve beni yedeklere bıraktılar. Sonunda ne oldu? Yine cemaatlerin kucağına düştük. Yine babam denen geri zekalının kendi bağlantılarını kullanmasıyla Hizbullahçılara ait olan ve HÜDAPAR’ın desteklediği ***** **** camisinin tam karşısındaki ara sokakta iki katlı bir eve gönderildim.
Orada da yine onların ev temizliği, sözde zikir halkasına katılma, sabah namazı, teheccüd namazına kalkma gibi birçok zoraki uygulamasına katılmak zorundaydım. Şayet katılmaz isen tüm yurtta onlarla aynı görüşte olan kişiler seni yıldırmak ve oradan kaçırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Diğer öğrenciler 220 TL verirken, ben her ay 480 TL gibi bir para veriyordum. Bana karşı sürekli “Biz Müslümanlar…” diyerek cümleye başlıyorlardı. Beni kafir ve din düşmanı gibi etiketleyip öyle davranıyorlardı.
Neyse, güz döneminin sonuna doğru bana KYK yurdu çıktı ve ben de yurda çıkmaya karar verdim, ancak bir sorun vardı. Ben aylık yurt parasını yatırmıştım. 3 gün sonra KYK açıklanınca ben gittim ve adamdan paramı istedim. “Abi ben sizin yemeklerinizi yemiyorum, bana sürekli kuru ekmek ve sadece suyu kalmış haşlanmış kemikten başka bir şey vermediniz. Ben paramı istiyorum” deyince beni orada darp edip dışarıya attılar. “Sen git feriştahın gelsin, para mara yok” deyip kovdular. Benimse ağzımdan “Sizi şikâyet edeceğim” falan gibi sözler çıktı. Keşke çıkmasaydı.
Aradan zaman geçti. 2018 yılı, ne zaman hatırlamıyorum, oradan ayrıldıktan 2-3 hafta sonra polis Elazığ’daki Alp***** K***** da başta olmak üzere Hizbullah’a baskın yaptı. Peki ne oldu, olan bana oldu. Benim onları şikâyet ettiğim söylentisi dolaşmaya, dedikodu yapılmaya ve Whatsapp gruplarında benim komünist-din düşmanı-muhbir gibi iftiralarla fotoğraflarım paylaşılmaya başlandı. Örneğin mescide girdiğimde bazı insanlar yüzüme dik dik bakıyorlardı. Dedim ya, ben 24 yaşında insanların lisanstan mezun olduğu zaman üniversiteye yeni başlamış biri olduğumdan bu yalan ve iftira üzerime yapışıyordu.
Peki ne oldu, bu Hizbullahçıların ve Nurcuların her birinin birbirleri ile iletişimde olduğunu ben KYK’da öğrendim. Tam 4 tane oda değiştirdim, sırf beni odadan kaçırmak için gece lamba açmalar, yüksek seste müzik ve en sonunda ise tehditler… Elâzığ’da dolaşmadığım KYK yurdu kalmadı ve en sonunda merkezde bulunan Fırat KYK yurduna geldim. Aklıma eğer kalkıp ülkücülerden yardım istersem onlar beni bu Kürt dincilerden ve şeriatçılardan korurlar diye bir fikir gelmişti. Çünkü Fırat Üniversitesi’nde başta oradaki rektörlük olmak üzere ülkücüler her fakültede ve her kantinde örgütlenip bir çete gibi hareket ediyorlardı. En sonunda babamı aradım, akrabalar ve tanıdıklar falan derken buranın ülkü ocakları başkanından yardım istedim. Ancak işin ilginç tarafı, ülkü ocakları başkanının kardeşi bu cemaatin mensubu ve hatta yöneticisi olduğundan oradan da istediğim desteği bulamayacaktım. Sonunda beni ülkücülerin sözde reisinin evine davet ettiler, bana yardım edeceklerini söylediler ve bana Fırat Üniversitesi’nin çıkışındaki çeşmenin orada beklememi, beni oradan alacaklarını söylediler. Ardından beni o çeşmenin olduğu ara sokaktaki bir eve götürdüler. Bu ev ülkücülerin örgüt evi gibi bir şeydi. Döner bıçakları, demir sopalar, muştalar, duvarda Abdullah Çatlı ve Alparslan Türkeş gibi insanların olduğu fotoğraflar olan, balkonunda Türk bayrağı asılan 2 ya da 3 katta bir ev idi ve ben de saf gibi gittim. Bana orada demir sopalar ve bıçaklar çekerek “Burada dinsize, komüniste, muhbire, sütü bozuğa yer yok” gibi tehditler edip akıllı olmazsam başımın belaya gireceğini, evime tek parça gidemeyeceğimi söylediler. Öyle de oldu.
Bir gün KYK yurdunda bulunan oda arkadaşlarımın 2 tanesinin ülkücü, bir tanesinin de Pakistanlı olduğunu ve bana karşı sürekli tepkili ve organize bir şekilde davrandıklarını fark ettim. Mesela dolapta sadece benim eşyalarım varken fişi çekmeleri, BİM’den aldığım salam gibi şeyleri sözde kokuyor diye çöpe atmaları, gece saat 3 gibi kapıyı bilerek çarparak namaz gitmeleri… Sonunda aramızda tartışma çıktı ve yan odadaki birkaç kişi ile beraber beni orada tartakladılar. Ben de tartışmanın çıkacağını anladığımdan yurt yönetimindeki memura odamı değiştirmek veya odadakilerin yaptıklarını anlatarak yardım istemek için odasına gittim ve odada kimse yoktu. Kavgadan sonra benim dudağım patlamış, kafamda şişlikler olduğu halde ve üstelik tişörtüm yırtık olmasına rağmen hepsi tek bir ağızdan beni suçladılar. Ortadaki mağdur belli olmasına rağmen yurt memuru da benim aleyhime tutanak tuttu. Ben de son çare olarak kavgadan sonra anne ve babamı aradım, “Ne olur bana yardım edin” diye yalvardım. Annemin bana karşı kin ve öfkesi bitmemişti, ne de olsa hafız olmamıştım ve hatta onlara göre ahlakım bozulmuştu ya… Bana dediği şey şuydu, “Hangi kimsenin kızına tecavüz ettin ya da yavşadın ki seni dövdüler. Şerefsiz döl artığı!” Ağzına gelen her şeyi bana saydırdı.
Babamdan zorla birkaç kuruş para alarak öğretmen evinde 3 gün geçirdim ve bu sürede yine Fırat yurdunun B bloğuna geçtim. O zaman anladım ki herkesin birbiri ile bağlantısı var ve herkes birbiri ile danışıklı dövüş yapıyor. Okulda, derste, yurtta hiçbir yerde huzurum yoktu. Üstüne üstlük bu stres ve baskı ortamında normalde 3. sınıfta olmam gerekirken hâlâ 2. sınıftaydım. Annem ve babam da bana destek olmuyordu. Ben de son bir umut KPSS’ye girip belki gardiyan falan olarak atanırım ve kendi param ile okurum düşüncesi ile KPSS’ye girdim. Yetmedi, en sonunda başka bir üniversiteye yatay geçiş yaptım. Burada milyonlarca olay ve durum anlatıyorum da neyse, fazla uzadı.
Peki Elazığ’da hiç mi güzel bir şey olmadı derseniz akıl sağlığı hastanesinde bulunan doktor bende bir gariplik olduğu fark etti ve bana günlük tutmamı, aynı zamanda psikologla görüşmemi söyledi. Psikologla görüşmeler, onun önerdiği bazı kitaplar ve -zor da olsa- ilaç tedavisi derken şunu fark etmiştim. Evet, ben 25-26 yaşındaydım ancak akıl yaşım belki 12-13 yaşında gibiydi, küçük bir çocuk gibi hareket ediyordum. Bedenen büyümüştüm ancak içinde büyümüş olduğum baskı ve şiddet dolu evden dolayı maalesef zihinsel olarak gelişmemiştim. Üstüne üstlük bir de DEHB…
Şu an ne yapıyorum? Artık 28 yaşındayım. Okulumun 7. senesindeyim ve 12 dersim kaldı. KPSS’de eğer torpillilerden bana fırsat gelirse devletin herhangi kurumunda temizlikçi olarak çalışmak için başvurdum çünkü artık çok yoruldum. Sürekli üç kuruş para için babamın eline bakmayı ve onun o iğrenç ağzından çıkan hakaretleri artık bünyem kaldırmıyor. Özel sektörde defalarca paramın üstüne yatan patron sahipleri mi dersin, eşek gibi çalıştığım yerler mi dersin… Artık son umudum KPSS’de bir yere atanabilmek.
Dedim ya, tıpkı Kemal Sunal’ın 100 Numaralı Adam filmindeki gibi ya da Hababam Sınıfı’ndaki Şaban gibi saf ve çocuksu davranışlarımdan ve aynı zamanda yıllar sonra hayatımı cehenneme çeviren DEHB’den dolayı artık çok yoruldum. Peki, son olarak şunu yazayım… Bizim evdeki tek kurban ben miydim? Benden önce de ablam içine kapanık, sessiz sakin ve efendi, kimseye karışmayan, onlara göre namuslu bir çocuktu. O da hiçbir dersinde başarılı değildi ve babam onu Kur’an kursuna İstanbul’a gönderdi. Onun da önünde iki seçenek vardı: Ya hafız olacaktı; annem denen aptalın bulduğu sakallı sarıklı bir puştun karısı, nikahlı seks kölesi olacaktı ve içinde sözde eğitim aldığı Kur’an kursundaki hocaların pezevenklik yaparak fotoğrafını sözde imanlı Kur ’anlı imamlara gösterip onunla evlenme telkinlerine boyun eğecekti ya da kalkıp kendi ayakları üzerinde duracaktı. O zor olanı yaptı. Kur’an kursundan ayrılması ile ilk önce bulaşıkçılık-temizlikçilik derken şu an İstanbul’da bir huzurevinde hasta bakıcı olarak çalışıyor. Onunla gurur duyuyorum.
Ben sadece benim yaşadıklarımı yazıyorum. Bu dinden, ailemden, doğduğum memleketten tiksiniyorum. Hatta kendi görüntümden, imajımdan, adımdan bile… Ancak şu an hayatta bile zor kalabiliyorum. Sizlerden yardım talebinde falan bulunmuyorum. Sadece kadınların acı çekmediğini, erkeklerin de bu dinden ve İslam denen Arap pisliğinden hayatının, gençliğin, çocukluğun çalındığını anlamanız için yazıyorum. Şu an tek gayem okulumu tamamlayıp biraz yabancı dil ve biraz yazılım öğrenip bu ülkeden kaçmak. Nasıl düşünce yapım değiştiyse dış görüntümü, imajımı, adımı da değiştirmek istiyorum. En önemlisi de ailemin beni bulamayacağı yerlere gitmek istiyorum.
Şayet yazmış olduğum yazı biraz garip, dağınık ve yazım yanlışlı olmuşsa sizden özür diliyorum. Sadece derdimi açmak için yazdım.
(Mektup içerisinde geçen isimler gizlenerek yayımlanmıştır.)
“Zorla sakal koydurmaya, şalvar giyindirmeye çalıştılar.” için 3 yanıt
okurken inanamadim cidden yasadiklarina. eger konusmak istersen twitterdan @babylipsq64 adli hesaba mesaj atabilirsin
Bende sizinle gurur duyuyorum baskılara boyun eğmemişsiniz , insanlar gerçekten çok acımasız umarım bundan sonra sizin için her şey çok iyi olur. Unutmayın yalnız değilsiniz ve son olarak bu zorbalarda önünde sonunda yaptıklarının cezasını çekecekler gönlünüzü ferah tutun
En başından beri diyorum ki umarım bı ülkeden gitmek gibi bi fikri vardır cunku ancak bı sekılde kurtulabılır ve huzur bulabılırsın gıbı geldı belki iltica vs düşünürsen cıkabilir sansını denemen taraftarıyım Umarım hayatının gerı kalanı cok cok güzel olur Dını baskının ne demek oldugunu bende cok ıyı bılenlerdenım ne yazık ki