Kendim olmanın tadı; parçalanan kemiklerimi birleştirecek, sökülmüş kalbimi diriltecek kadar ilahi…

Kirletmedim sizi. Ne kederimle ne ahlaksız gülüşlerimle. Çığlıklarımla uyandırmadım vicdanınızı. Korkumla kanıma bulanan ellerinizi, sizden gizledim. Tanrı, derimi incecik yaratmış. Oysa uzanan eller ne kaba… Beni, kaldırımlarını lalelerden ördüğüm yolumdan çekip aldınız. Biraz tahtakurulu biraz çatlak çerçeveli kasvet mabedinde beni çürümeye bıraktınız. Hayır, itiraz etsem süründüğüm yollarda umutlarım terk ederdi beni. Hayır, sesim çıksa öfkeyle verdiğiniz nefesteki nefrette yanardı ses tellerim. Sustum. Ayaklarım tutmadı ama kendim istesem bu kadar hızlı dönüşemezdim bir sır abidesine. Büyümek? Hayır. Zorlanmak. Belki mecbur kalmak. Dokuz yaşında bir çocuk, omuzlarına ailesi bindi. Namus bindi. Kadın doğmak bindi. Kaburgalarım kırıldı. Sustum. Bağırsam dağılırdı kanım. Yayılırdı evinize, kalırdı iz benden. Yapmadım. Sizi hatalarınızın sonucuna maruz bırakmadım. Ama ben kadın doğmanın sorumluluğuyla ömür geçirdim. Her nefesim battı. Ben inadına nefes aldım.

Şimdi sadece et yığınıyım kan gölünde. Oturun üzerinde dilediğinizce. Yuttuğum sesim bir harabenin sesi. Yapmadım. Konuşup sizi utandırmadım. Giymedim boynumu gösterecek bir şey. “Fahişe” gibi tırnaklarımı uzatmadım. Bakmadım yerden başka yöne. Müzik aleti çalıp sizin evinize şeytan sokmadım. Yalanlarınıza, düzenbazlıklarınıza, haksızlıklarınıza göz yuman dostum şeytanı; ruhu okşayan melodilerle eve davet etmedim.

O gün o odada yaşanan “oyun”u size haber verip sizin biricik yeğeninizle aranıza nifak tohumu ekmedim. Ve bacaklarımdaki kesikleri gösterip edepsizlik yapmadım. Delik deşik olmuş bir tene, ne kadar yanaşırsa haya o kadar hayalı davrandım. Mahremimi kimseye açmadım. Çünkü biliyorum benim bedenim sizin malınız ve ben sizin olanı sizin istemediğiniz şekilde kullanamam. Saçımı “erkek” gibi kesmedim. Erkeğin ne demek olduğunu bilmesem de… Saçlarımı kapattım. Böylece sizin tanrınıza hizmet etmenize yardım ettim. Sahi; benim ruhumun zedelenmesini bu kadar hiçe sayan, boynuma dayanan bıçağı helal gören, tanrı saçıma gerçekten bu kadar mı önem veriyordu? Çözemedim.

Ailem ben bir şeyden kendimi uzaklaştıramadım. Adınızı lekelemek istemediğim için sakladıysam da hissetmekten kendimi alıkoyamadım. Ben aşık oldum. Onunla ettiğim dansla ağırbaşlılığım kayboldu. Neşem, üzüntüm, gözyaşlarım da, iffetsizliğim de onunla su yüzüne çıktı. Onun dudağıyla isyan zehri bedenime bulaştı bir kere. Hayır, bu zehri de kusmadım sizin önünüzde. O kızı da unuttum, evden nasıl çıkıldığını da. Buradayım. Bilmediniz. Sizi utandıracak hayatımı, sizin evinizin bana ayrılan küçük mahzeninde yaşadım. Özgürlük kurgularım ve gerçekliğimin çatışması her gece kabus yarattı. Merak etmeyin, artık kabus görünce sizin uykunuzu bölmüyorum. Ama geceleri mesken tuttum hayasızlığıma, iffet perdesine açtığım deliklerle. Ha iffet, haya ne mi? Bilmiyorum. Ama hayaya bir adım gitsem o benden bin adım gider biliyorum.

Üzgünüm anne, baba… Kendim olmanın tadı; parçalanan kemiklerimi birleştirecek, sökülmüş kalbimi diriltecek kadar ilahi…

(Görsel: Eric Pause)

“Kendim olmanın tadı; parçalanan kemiklerimi birleştirecek, sökülmüş kalbimi diriltecek kadar ilahi…” için bir yanıt

  1. çok duygulandım çok yeteneklisin bir kitabın olsada okusak alta bir iletişim falan yazsanda konuşsak çok güzel olur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir