Öncelikle merhaba… Benim hikayem 10 yaşına yeni girdiğim dönemlerde başlıyor. Şu an lise ikiye gidiyorum. Hayatım boyunca tek bir arkadaşı, bırakın bir yabancıyla iletişim kurduğum bile söylenemez. Sosyal hayatımda hiç başarılı olmamama karşın eğitim hayatım boyunca eve tek bir kez doksan beş altı ortalama ya da okulda ilk üç hariç bir dereceyle gitmedim. Kendimi sadece derslere ve yazmaya verdim. Yazmak demişken yazı, benim hayatımın can damarı gibi bir şey oldu. Kendi tercih ettiğim bu hayatın aksine hayallerimi yazdım, öyküleştirerek…
İnsanların içinde bebeklik dönemim hariç bir kez bile göz yaşı döktüğümü söyleyemem. Yapım gereği her zaman nötr, ‘ucube’, ruhsuz davranışlar sergilemişim insanlara göre… Hatta annemden her gün gözlerimi dolduran ve beni geceleri hüngür hüngür ağlatıp tekrar yazmaya iten ‘Öyle suratsızsın ki seni her gördüğümde midem bulanıyor’ başlıklı konuşmayı dinlerim.
Şimdi asıl konumuza dönelim… Daha 10 yaşındayken, kırkında yeni namaza başlayan anneannem ve evlendikten sonra kapanan annem tarafından kapanmanın iyi yönleri anlatıldı ve kendi hür irademle (tabii, 10 yaşında bir çocuk her ne kadar sağlıklı kararlar verirse) kapandım. O zamanlar bunu pek sorun etmezdim. Çevremdekiler de çocuktu ve beni yargılamazlardı. Daha doğrusu, yargılanmayı o kadar çok benimsemiş ve fazlaca ucube muamelesi görmüş birisi olarak bunu o zamanlar fark etmemiştim. Otuz derece sıcakta bile çocuk halimle kendime dört beden büyük gelen bol kıyafetler giyer ve uzun simsiyah bir eşarp takardım. Liseye başladığım dönemlerde, bu pek de hissedemediğim dışlanma duygusu birden belirivermişti. Oldukça açık sözlü sınıf arkadaşlarım -erkekler dahil- iğrenç, mide bulandırıcı benzetmeler yaparlar, kitaplarıma ağza alınmayacak şeyler yazarlardı.
İkinci sınıfa geçtiğimde ise bizzat sıra arkadaşım tarafından zeki olduğumu, ama berbat derecede çirkin olduğumu, bunun başımdakinden kaynaklandığını, dahası ‘bir taraftan kısıp bir taraftan vermişler’ tarzı komik olmayan ama sadece söyleyenin kahkahalarının bile zıvanadan çıkarttığı tarzda şeyler duymaya başladığımda ise artık cidden hayattan soğumam başka bir evreye ulaşmıştı.
Kapandığım döneme geri dönecek olursak, her ne kadar haz etmesem de sırf erkek olduğu için okutulan ve hayatı boyunca sadece kız kardeşinin sırtından geçinen hiçbir şey başaramamış embesilin teki olan amcam, yaşımın henüz küçük olduğu ve doğru kararlar veremeyeceğim tarzı haklı söylemlerde bulunmuştu. Babam annem gibi değildi hiçbir zaman… Belki de en büyük moral kaynağımdı. Malum kişiye resmen tapan anneme göre dinin güzel bir şey olduğundan bahseder ve kendim için doğru yolu bulma konusunu hep bana bırakırdı. Ben on yaşındayken neler yapıyordu, inanın bir fikrim yok.
Sakın ha beni ateist falan sanmayın, aksine Allah inancı olan bir insanım. Hatta namaz kılmaya başladım birkaç gündür. Ve bir gün hiç sanmıyorum bu cesareti gösterebileceğimi, ama eğer açılırsam da kılmaya devam edeceğim. Çünkü ağladığımda bile kendimi yalnız hissetmemeye ve huzur bulmaya başladım.
Başörtü takmak benim için cidden bir işkenceye döndü. Nefes alamıyor, boğuluyor ve bakışları üstümde hissediyorum. Hatta açık olsam daha az kişinin gözüne batarım desem yeridir. En azından artık benim için katlanılamaz hale gelen zorbalıklar biraz olsun azalır, kabul görmeye başlarım belki açılırsam. Ama hiçbir zaman yanımda olmayan ve adımı bile bilmeyen akrabalarımın söyleyecekleri ve komşumun ne diyeceğini hayatımdan daha önemli gören bir anneye sahibim. Bu yüzden ben hiçbir zaman cesaretli davranamayan korkağın teki olarak kalmaya devam edeceğim.
Ve sen, bu yazıyı okuyan kişi, cesaretini her zaman diri tut. Ben başaramazsam ve dilediğim hayatı yaşayamazsam bile sen başar olur mu?