Burada yazılan bazı yazıları okudum ve aslında kendi derdimi yazmaya biraz utanıyorum. Çünkü siz aile koşullarına rağmen dimdik ayakta kalmayı başarmış ya da bu yolda çabalayan insanlarsınız, ama ben bana verilmiş fırsatı bile değerlendiremedim.
Benim annem panik atak hastasıydı ve her türlü senaryoyu kafasından geçirebilirdi. Bir kere gözünün önünden kayboldum diye anksiyetesini durdurmak için elini bile yakmıştı. Sanırım o yüzden hep kapatılmış büyüdüm. Hatırlayabildiğim en eski yıllarımda enerjik ve girişken olduğumu hatırlıyorum, ama gittikçe içime kapanık ve korkak bir çocuk oldum. Annemin bana verdiği şeyleri kabullendim. Asla hislerimi dile getiremezdim başkalarına karşı. Okuldakiler ya da mahallemdekiler dış görünüşümle dalga geçseler bile sadece gülümserdim. Ama hayatımın her evresinde bir tek kendimi anneme anlatmaya çalıştım, onu da beceremedim. Çocuk aklımla duygularımı yazıp ona verdiğim mektubu gözümün önünde yırttığını hatırlıyorum. Bu durum yıllar ilerledikçe hem annemle hem de babamla bağlanma sorunları yaşamama sebep oldu. Babamla aram iyiydi, ama çocukluk yıllarımda yılda sadece birkaç ayı beraber geçirdiğimiz için bağlanamadım. Daha sonra bağımız gittikçe zayıfladı. Bunun için başta annemle olan bitmek bilmeyen kavgalarını sorumlu tutuyordum, hatta bir gün “Annem ölse babamla beraber kalabilir miyiz” acaba diye bile düşünmüştüm. Şimdi onun da bu hikayede suçlu olduğunu biliyorum. Annemin psikolojik sorunları ve güven problemleri vardı ve bunlar sağlanmazsa öfke krizlerine girerdi ve kırıcı sözler söylerdi. Kaçmak ve küçük kızını orada bırakmak yerine ikimize de destek olabilirdi. Çok uzattım sanırım.
Ortaokul ve lise dönemlerim de böyle geçti ve arkadaşlarım sürekli benim hakkımda bir şey bilmediklerini ve her zaman mesafeli durduğumu söylerlerdi. Hatta beni tanımayan insanlardan birkaçı çok sessiz göründüğüm için sinsi gözüktüğümü bile söylediler. Lisede en sevdiğim şey kitap okumak ve arkadaşlarımla vakit geçirmekti. Bu dönemde daha da muhafazakâr olan annem, kitapların beni yoldan çıkardığını ve duygusuz yaptığını söylerdi. O yüzden harçlıklarımı biriktirip gizlice kitap alır ve saklardım. Kitaplar, tek kaçış noktam olurdu. Liseyi bitirdikten sonra yaz döneminde, babam evde olmadığı ve annem de teyzemlerle beraber tatile gittiği için teyzemin evinde kaldım. Eniştem ve kuzenlerimle beraber yaşıyordum. O zamanlar çok mutluydum çünkü çok eğlenceli vakit geçiriyordum, ta ki o evde tacize uğrayana kadar. O zamanlar 9 yaşındaki kuzenimle beraber uyurken taciz edildiğimi anladım. Bir an donup tepki veremedim, ama küçük kuzenim de hemen uyandığı için kendime geldim. Bunun sorumlusu benimle aynı yaşta olan kuzenimdi. Küçük kuzenim, “Abi, niye buraya geldin?” sorusuna, “Uyuduğunu kontrol etmeye geldim,” diye cevapladı. Ama gözlerindeki korkuyu görebiliyordum, sürekli kaçamak bakışlar atıyordu. O odadan çıktıktan sonra kuzenimi uyuttum ve balkona geçip sabaha kadar ağladığımı biliyorum. Onun ardından her gece kapıyı kilitledim. Bu olayı kimseye söyleyemedim çünkü ailemin tepkisinden korktum. Annemin bunun benden kaynaklandığını söylemesini ve hayalini kurduğum üniversiteye gidemeyeceğimi söyleyeceğinden korktum. Fakat bu olay bende iz bırakmıştı. Mezuna kalmaya karar verdim çünkü ev dışında güvensiz hissediyordum.
Mezun senemde internetten bir çocukla tanıştım. Kendimi bildim bileli birisinden hoşlandığım olmamıştı, fakat başlarda arkadaşça olan konuşmamızda çok fazla ilgi görmeye ve buna alışmaya başladığım için bir ilişkiye doğru evrildi. Benim için zararlı bir ilişkiydi, gözüm ondan başkasını görmüyordu. İntihar düşünceleri olduğu için sürekli tetikteydim. Biraz bile haber almazsam hemen İstanbul’daki ölüm haberlerine bakıyordum. Anneme benzediğimi fark ettiğim ilk zamanlardı. Her an ölebileceği düşüncesiyle o kadar stresliydim ki ders çalışmayı bıraktım. Tüm dikkatimi sadece ona vermiştim. Bu sırada sürekli intihardan bahsettiği için onunla beraber gelen depresyonu da kabullendim ve benim de böyle düşüncelerim oluşmaya başladı. Hem depresyonla hem de tacizden sonra gelen yeme bozukluğuyla mücadele ediyordum. Tabii bu durum annem ve arkadaşlarım tarafından da fark ediliyordu. Annem konuşmalarımızı birkaç kez yakalamasına rağmen ilk defa anneme karşı çıktım. Bu karantinanın başlarında da devam ettikten sonra bir anda terk edildim. İlk başta neden terk edildiğimi bile anlayamadım ve düşünmeden peşinden koştum. Yaklaşık 1 yılım, onun peşinden koştuğum ve ara sıra durup hâlâ onu sevip sevmediğimi anlamak için bazen benimle konuştuğu anlarla geçti. Ama bu durumu yavaş yavaş kabullendim. Ben ona yazmayı bırakınca beni merak ettiğini ve tekrar arkadaş olmamız gerektiğini söyledi. Bunun üzerine kabul ettim ve 2 gün boyunca tekrar düzenli konuştuk. İkinci gün özür diledi ve yapamayacağını söyledi. Hiç karşı koymadan bunu da kabul ettim. Bunun benim suçum olmadığını anlamıştım. Yoluma devam etmem gerektiğini anladığım gündü. Daha sonra beni merak ettiğiyle ilgili yazmaya devam etti, ama hayatımın yolunda olduğunu ve bana yazmamasını istedim. Bana onsuz yapamayacağımı, kendisine geri dönmem gerektiğini söylediği günden sonra da yazışmayı tamamen kestim. Ama üstümde çok büyük bir yorgunluk vardı.
Tüm duygularımı tüketmişim gibi hissediyordum. Sadece evden kurtulmak ve yeni bir hayata başlamak istiyordum. O yüzden puanımın yettiği ilk bölüme gittim. Fakat sandığım kadar kolay değildi üniversite hayatı. İstediğim şekilde giyinebiliyordum ya da incitici sözler duymuyordum artık. Ama yaşamayı öğrenememişim gibi hissettim. Yurtta kaldığım insanlar veya üniversitedekiler çok hızlı yaşıyormuş gibi geliyordu. Ben ise sadece kabuğuma çekilmek istiyordum. İnanılmaz bir özgüven eksikliğim vardı. Bunu başta saatlerce makyaj ve saçımla uğraşarak kapatmaya çalıştım, ama alâkası yoktu. Özgüven içten geliyordu. “Ya birisi benimle konuşursa” korkusuyla gittikçe içime kapandım. Sadece görünmez olmak istiyordum, kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Başlarda haftada birkaç derse girmeyen ben, anksiyetemle başa çıkamaz oldum ve sınavlara bile giremedim. Kimsenin umurunda olmadığımı ben de biliyorum. Bu kadar streslenmemi sağlayacak kötü insanlar da değillerdi, yine de kendimi koruma duygusuna engel olamıyordum. Böylece bütün yıl geçti ve sınıfta kaldım.
Yazın eve döndüğümde açıklama konusunda tereddütlerim vardı. Tamamen hayal kırıklığıydım, ama yine de annemin incitici sözlerini kaldıramayacak kadar zayıftım. Sanırım birbirimizi az görmemiz ve üniversitede oluşum yüzünden ilişkimiz biraz iyileşmişti. Bu yüzden söyleyemedim ve tekrar üniversiteye başladım. Bu sefer kendimi biraz daha iyi hissediyordum ve sınıfa girmeyi başardım. Çok tatlı insanlarla tanıştım. İlk defa derdimi anlatmayı da öğrendim, hatta işe bile başladım. Bebek adımlarıyla yaşamaya başlıyordum. Sadece içimi çok huzursuz eden şey anneme yalan söylüyor oluşumdu. Önceden bunu sorun olarak görmüyordum, çünkü yalan söyleyemeseydim yaşamamda bir şey kalmazdı. Ama yavaş yavaş kendimi geliştirdikçe bir benliğe ait olmak istedim ve yaklaşık 1 ay önce anneme sınıfta kaldığımı ve diğer şeyleri anlattım, taciz olayı ve dini inancım hariç. Sanırım ilişkimizin biraz daha gelişmesini istiyordum. Fiziksel olarak yakınlığı beni rahatsız etse de duygusal olarak anne-kız olmak istiyordum. Hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordum, ama tekrar eski halimize döneceğimizi düşünmemiştim.
Eskisine göre daha güçlü olsam da bu 1 ay içinde yaşadığım ve üniversiteler kapandığı için yaşamaya devam edeceğim kavgaların beni tekrar yıpratmasından korkuyorum. Fakat sürekli işittiğim hakaretler sinirimi bozuyor, kapanmam ve namaz kılmamla ilgili her gün en az üç dört saat dinlediğim sözler bıktırıyor. Belki sınıfta kalmak yerine düzgünce okuyabilseydim şu an bana saygı duyuyor olabilirdi. Geçenlerde bir daha onun için ağlamayacağım sözümü dün gece yine bozdum, ama bu geçici durumla baş etmek için kendimi daha çok sevmeye ve daha az suçlamaya çalışacağım. Çünkü onun söylediği gibi değersiz birisi değilim. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim, derdimi dinlediğiniz için.