Herkese merhabalar. Bu siteyi ilk defa görüyorum. Yazılanların da yalnızca kalbimin kaldıracağı kadarını okuyabildim. Ben de kendi hikayemden bahsetmek istiyorum sizler gibi. 25 yaşında, henüz atanamamış bir öğretmenim. Küçük bir şehirde, ailesinin sözünden çıkmamaya gayret eden bir çocuk olarak büyüdüm. Başörtüsü hikayem de 8. sınıfın sonunda başladı. Önceden kendi isteğimle derdim ama yaş aldıkça anlıyorum ki, beni bu karara mecbur bırakan ne çok sebep varmış meğer…
Ben hep dikkat çeken, gelişimi hep yaşıtlarından önde olan, uzun boylu, iri yapılı, sarışın ve renkli gözlü bir kız çocuğuydum. Bu yüzden hayatım boyunca hep tacize uğradım. Daha 5 yaşındayken hiç tanımadığım 2 tane erkek tarafından kaçırıldım. İnanın o gün ne yaşadığımı hala hatırlamıyorum. 20 sene geçmiş üstünden. Bana o gün ne oldu hiç bilmiyorum. Ailemin seslerini ve onlara doğru koştuğumu hatırlıyorum. Kesik kesik başka sahneler de var ama bunlar benim zihnimin oyunu mu, yoksa gerçekten yaşandı mı hiçbir zaman bilemeyeceğim sanırım. Ama bu olay sonrası bende gerçekleşen değişimi çok net hatırlıyorum. Cinsiyetimi reddetmek! Daha küçücük aklımla, o zaman bile cinsiyetimi suçlamışım, ne acı. Anneme saçlarımı hep kısacık kestirirdim, tüm etekleri elbiseleri süslü tokaları öfkeyle yerlere atardım. Ceket giyerdim, pantolon giyerdim. Krem-lacivert favori renklerimdi. Halbuki ben kırmızıya aşık bir kız çocuğuydum. Ama kız çocuğu olmak çok ama çok kötü bir şeydi. İnkar ettim. Hayır, yanlış biliyorsunuz, ben erkeğim! Sınıfımdaki kız arkadaşlarımı korurdum, onları kollardım. Erkek çocuklarıyla kavga ederdim. İlkokul 4 ya da 5. sınıfa geçtiğimde ise artık renklerle yavaş yavaş barışmış, kuralları hep reddeden ama içten içe sessiz birine dönüşmüştüm. Hiç unutmam, örümcek desenli kırmızı-mor renkli ayakkabılarımı 🙂
Tam da bu dönemlerde, okulumuza staja gelen bir öğretmenin tacizine uğradım. Bana çok güzel olduğumu, hiç çocuk gibi durmadığımı söylemişti. Bunu söylerken de önlüğümü kaldırmaya çalışmayı da ihmal etmemişti. Çünkü ben hiç çocuk gibi değildim(!). Ortaokulda da sayısız tacize maruz kaldıktan sonra, 8. sınıfın sonunda kapanarak kendimi korumayı tercih ettim. Kız olmak suçtu evet, ama değiştiremezdim. O yüzden en azından kapanarak kendimi koruyabilirdim. Hiç kimse bana istediği kadar bakamazdı artık.
Üstünden 1 hafta geçtikten sonra pişman oldum. Müthiş sıcak zamanlardı. Anneme söylediğim zaman: “Saçmalama! Oyuncak mı bu? Bir kere örtündün, artık açılamazsın!” diyerek beni şiddetle reddetmişti. Neyse, işin doğrusu bu herhalde dedim, zamanla alışırım ablam gibi, annem gibi… Sürekli düşünüp sorgulayan biri için bu o kadar zor ki. Sayısız buhran yaşadım. Feraceye girdiğim dönemler bile oldu. Ama hep kendimi arayarak, her yoldan çıkıp çıkıp eskiye dönüyordum.
Şimdi KPSS çalıştığım masamdan, günlerdir uykusuz gözlerle buraya yazıyorum. Ben artık neyi isteyip istemediğimi bile bilmiyorum. Sadece kendimi affetmek, o küçük kız çocuğunu affetmek, saçlarını okşamak istiyorum. O hiç doyamadı rüzgarlara, o hiç istediği gibi rengarenk kıyafetler giyemedi. Ben hep bastırıp suçladım onu. Halbuki ne yakışırdı altın sarısı saçlarına kırmızı kiraz tokalar… Ben kendimi nasıl affederim, o kız çocuğunun gönlünü nasıl alırım bilmiyorum. Bunun çözümü artık içinde hiç rahat edemediğim, boynuma pranga vurulmuş gibi hissettiren başörtüsünü çıkarmak mı emin değilim. Ailem ne tepki verir, çevrem bu yaştan sonra ne tepki verir, her şeyi düşünüyorum. Daha sonra pişman olur muyum, bunu bile bilmiyorum. Tek bildiğim; tam 11 senedir ben başörtüsüne eziyet ediyorum, o da bana…
Umarım bu karmaşadan kurtulan herkes gibi, ben de çıkabilirim kendi kozamdan. Ne acı şeymiş kelebek olmak… Sırf 3 gün yaşamak uğruna bu kadar acıya katlanmak, ne acı şeymiş…