Canım yalnızyürümeyeceksin.com,
Benim için o kadar özelsin ki… Takip etmekten bile korktuğum, ana sayfama her düştüğünde, yazılarını gözlerim dolu dolu okuduğum bir platform nasıl bu kadar özel olabilir benim için? Omzumdaki bu ağır yükü bir tek benim taşımadığımı hissettirdiği için belki. Önceden olsa şu satırları yazmak bile kocaman bir günahken şimdi cesaret edebildiğim için, hala bir nickname’in arkasına bile olsa sığınmaktan korktuğum için belki. Belki de kendimden bu kadar çok korktuğum için.
Lafı dolandırmayacağım; kendimi acındırmak ya da kendime acımak niyetinde değilim. Birçoğumuzun olduğu gibi baskıcı bir ailem var; ben küçücükken anlamıyordum bunu. Altıncı sınıfa giderken kapanmak istemiştim, annem kapanırsam bir daha asla açılamayacağımı, yaşımın çok küçük olduğunu söylemişti. Kabul etmediler, ben direttim. Dokuzuncu sınıfa geçeceğim gün kapandım. Sınıfımdaki ilk günümde matematik öğretmeni beni dersten atıp böyle derse giremeyeceğimi söylemişti. Çok ağlamıştım o gün ama açılmayı düşünmek bir yana dursun, daha da bilenmiştim. Annem dindar bir kadındı, beni de öyle yetiştirmişti ama bunu hiç hissettirmezdi. Ben her şeyin kendi fikrim olduğunu düşünürdüm. Küçücük yaşımda yazdığım şiirler var, hepsi dini içerikli çünkü kafamdaki tek şey din, cennet, cehennem… Başka türlü düşünemiyordum bile. Bu sırada babamdan hem fiziksel hem psikolojik şiddet görüyorduk, annem de ben de. Ben hep annemin babamdan boşanması için dua ederek uyurdum. Beni seven tek insan annemdi, o da sevgisini din koşuluyla verirdi bana. Başımı kapatmamı hiçbir zaman söylemediler, ama kapatmam gerektiğini hep hissettirdiler.
Lise, birinci sınıf; başımı kapattım. Vücudumun her bir zerresinden de nefret ettiğim bir dönem; anoreksiya denebilecek kadar kötü durumdayım, yemek yiyemiyorum, tüm vücudum, hormonlarım kafayı yemiş halde ve ben hala bir tabak yemek yediğimde bile kendimi cezalandırıyorum. Çıkıp saatlerce koşuyorum, yürüyorum, yürüyorum… Yollar bitmiyor çünkü kendimden kaçamıyorum. Kimseyle de konuşmuyorum aynı zamanda; erkeklere karşı kocaman bir nefretim ve önyargım zaten var, sinemada yanımda bir erkek oturduğunda inanılmaz geriliyorum, panikliyor, nefes alıp verişimi bile kontrol etmeye çalışıyorum. Erkeklerle göz göze gelemiyorum, kadınlarla da iletişim kuramıyorum. Kendime karşı kocaman bir nefret var içimde. O dönemde çekildiğim fotoğraflara bakıyorum; en yakınım olan insanlarla çekildiğimiz fotoğraflarda bile ben diğerlerinden gözle görülür bir şekilde uzağım, o boşluğa birkaç insan girer, öyle bir uzaklık… Bakışlarım ruhsuz, sesim kısık ve çok mutsuzum. Kendimi sadece ders çalışmaya vermişim, başka hiçbir şey düşünmek, özellikle de kitap okumak istemiyorum.
Kendimden bu denli nefret ettiğim dönemde bir persona oluşturdum kendime; bir nine gibi olacaktım. Bu tamamen bilinçsizce alınmış bir karardı. Yaşıtlarımdan biriymiş gibi davranmadım. Kimse birinin benden hoşlanabileceğini düşünmedi; ben hep dert dinleyen, omzunda ağlanan biri oldum. Hiçbir sosyal aktiviteye katılmaz, bilerek çirkin giyinir, sınıfta bile montla otururdum. Üstümde hep kat kat kıyafet olsun isterdim; öyle güvende olduğumu hissederdim, evin içinde bile uzun kolluyla gezerdim, sadece yemek yerken kötü hissetmiyordum kendimi. Çok kilo aldım bu dönemde ve kendimden daha da nefret ettim.
İkinci sınıf; farkındaydım, kafamdaki örtü sınırlıyordu beni.Birinden hoşlanmayı bile düşünmüyordum; günahtı, yasaktı, ayıptı… Kız arkadaşlarım şaka yollu lezbiyen olup olmadığımı soruyordu. Yok, diyip geçerdim. Kimsenim beni sevebileceğini düşünmüyordum zaten. Erkek arkadaşlarımın hep “kanka”sıydım ve bu kanka vurgusunun olmasına çok özen gösterirdim. Zaten kimse beni fiziksel olarak çekici bulmazdı ya, ben yine de bunun ihtimaline bile dayanamıyordum.
Gülmüyordum, kambur oturmaya başlamıştım, özgüvensiz ve çok mutsuzdum. Mutsuzluktan sayfa sayfa defter doldurdum. Aşık oldum sonra, bunu gidip anneme anlattım, tüm hayatımı bilirdi annem. Ben hep tüm hayatı evde geçen ev kızıydım, onlar söylemeden kapanan, hep dersini çalışan akıllı, uslu kızları. Okul çıkışı markete gittiğimde bile anlayıp hesap sorarlardı, çıkar çıkmaz eve giderdim ve eve gidiş saatim belliydi çünkü. Otobüsle tek bir yere gitmeyi bile bilmezdim, öyle bir çocuktum. Dolayısıyla o tarihe kadar bana cidden kızdıkları bir şey yoktu sanırım . (Uygulanan şiddet içinse hep bir bahane oluyordu ve suçlu olan ben oluyordum.) Annem, aşık olduğumu duyunca bana öyle bir tepki verdi ki, ben bunun korkunç bir şey olduğunu o zaman anladım. Benimle bunları konuşamazsın, demişti. İlk kez burada korkuyu hissetmiştim.
İkinci korkum, annemin aslında nasıl biri olduğunu anlamamla geldi; annem -şu dünyada sevdiğim tek insan- tüm insanları başının kapalı olup olmayışına göre yargılıyordu. Tecavüz haberlerine bile, öyle giyinmeseymiş, diyebilen biriydi. Halbuki dışarıdan bakıldığında müthiş hoşgörülü, entelektüel, zeki bir kadın. Böyle biri olmasını hiç beklemezsiniz, benim de annemle apayrı dünyaların insanları olduğumu anlamam bu dönemlere denk düşüyor aşağı yukarı; tek dert ortağımı da kaybettim.
Sonra ben çok küçük küçük adımlarla bir şeyler okumaya, öğrenmeye başladım. Aynı zamanda herkes ve her şey beni yargılamaya devam ediyordu, sadece annem değil. Dindar olmayan arkadaşlarım -en hoşgörülü olduğunu düşündüklerim bile- sen müslümansın, kapalısın zaten, diyordu, diğerleriyse zaten gülümsememe bile karışıyordu. Kimse karışmasın, aman laf etmesin diye gülmeyi kestim ben. Çok uzun süre her iki tarafın da önyargılarını kırmaya çalıştım, ailemle de konuşmaya çalışıyorum bu arada ama aşırı yavaş yavaş. Sonuç olarak elde sıfır, ben yine yersiz yurtsuz, hiçbir yere ait hissedemeyen biri olarak kaldım.
Başörtüsü, küçücük bir çocuğu kadın yaptı ve ben o kadın figürünün içinde sıkışıp kaldım; bir kukla gibi hareket ettirildim. Böyle seneler geçti, aynı ruh haliyle… Üniversitede hazırlığı bitirdim, anneme açılmak istediğimi anlattım, ciddiye bile almadı, yok saydı. Ben ölmeden olmaz, dedi.
Ben artık herhangi bir şeyin düzeleceğine inanmıyorum, şu yazıyı bile yatsı namazını kıldıktan sonra yazıp gönderiyorum mesela…
Bir noktada kendimi feminist olarak tanımlayan biriyken kafamdaki başörtüyle yaşamaya, muhtemelen hiçbir zaman iş güç sahibi olamamaya, bu evde kalmaya ya da evlenip gitmeye -hoş beni kim ALIR(!) ya- mahkumum. Ailemle yaşamak, iki yüzlü biri olmak ve dinin kurallarına uymak zorundayım.
Zaten içimden bir ses, hala daha dine karşı en ufak bir şey yaptığımda cayır cayır yanacağımı söylüyor, hala korkuyorum ve bazı korkular ve yaralar hiç geçmeyecek sanırım.
Sonuç olarak ben, başımı açsam da açmasam da aynı insanım; aynı duyguları yaşamaya devam edeceğim. Yeterince taşlandığım bir yere bir kez daha sırtımı dönmenin ve daha çok taşlanmayı beklemenin ne anlamı var ki zaten. Sanırım hayat bu, böyle bir şey… Ama bunun için cehennemde yanmayı hak ettiğimi düşünmek istemiyorum.
(Görsel: Stasys Eidrigevičius)
“Başörtüsü, küçücük bir çocuğu kadın yaptı ve ben o kadın figürünün içinde sıkışıp kaldım.” için 4 yanıt
Çok Değerli Dostum, üzülme ne olursun. İnan bize hayat bir anda tamamıyla değişebilir. Yazdıklarını acı içinde okudum. En ufak bir yalan olduğunu düşünmüyorum. Seni yormuş, kırmış ve incitmişler. Hem kanadı kırısıksın hem de insanların dar kafesindesin. Ama zaman akar, sen iyileşirsin, kafes çürüyüp çöker gider ve sonunda damlalar saçlarının tellerinden süzülüp gider. Sakın yalnız olduğunu düşünme. Burada senin derdini dinleyecek çok insan var. Mesele derdini dinlemek de değil, mutluluğunu dinlemeyi daha çok istiyoruz. Seni bağlayan iplerin ne kadar sıkı ve yakıcı olduğu önemli değil. Çözebilirsen. Çözeceksin. Hem sana bir şey diyeyim mi? Küllerinden doğmak için en güzel yaşlarındasın. Baskı seni ezmiş olabilir, ama sen yeniden yükseleceksin güneş gibi ve kendi hayatını aydınlatacaksın. Özgürlük emek ister sevgili dostum. Pes etmeyeceksin ve daima ileriye gideceksin. Çünkü sen korku duvarlarından birisini yıktın. Buraya, arkadaşlarına yazdın. Bir sır vereyim mi? Lisede senden farksız değildim. Kimseyle konuşmadım tam 2 yıl. Ağzımı bile açmadım biliyor musun? Hemen herkes benden nefret ederdi benim onlardan ettiğim gibi. Üniversite 2’de anca düzelebildim. Hem hiçbir şey bitmedi ki! Nefes alıyorsun ya bu harika bir şey. Nefes aldıkça umut vardır unutma. Ailen karşı geliyor olabilir. Burada neredeyse kimse destek almadı ailesinden. Devrim rıza yoluyla gerçekleşmez zaten. Devrimi sen yapacaksın. Siyasi görüşüm için babamla 170 gün küs aldık. Bu beni üzdü ama kabullenildim artık. 170 gün kuruş harçlık almadım. Hayat her gün yeniden başlar unutma. Eğer içini dökmeye ihtiyacın varsa eposta adresini buraya yazarsan sana dönüt sağlarım. Hep iyi insanlar çıksın karşına ve sen hep gül, lütfen…
Umarım her şey istediğin gibi olur…
Başını açıp açmaman konusunda bir şey diyemem ama lütfen çok acil bir şekilde psikolojik destek al. Belli ki buna ihtiyacın var. Nasıl fiziksel rahatsızlıkları kendimiz tedavi edemeyip doktora gidiyorsak psikolojimiz için de desteğe ihtiyacımız var. Güzel kardeşim, şu dünyaya bir kere gelip geçiyoruz nolursun bir tanecik ömrünü kendin için azaba çevirme.
[…] […]