Baba, bu sana hayatım boyunca yazdığım onlarca mektuptan biri.

Baba,

Bu, sana hayatım boyunca yazdığım onlarca mektuptan biri. Fakat sanırım ilk kez bir tanesini sana sesli olarak okuma cesaretini gösteriyorum. Ben, bir süre önce kafamda bir karar aldım ve bugün sana ondan bahsedeceğim. Lütfen mektup bitene kadar araya girme, sözümü kesme ve sadece beni dinle. Biliyorum, seninle hiçbir zaman hayalini kurduğun veya olması gerektiğini düşündüğün gibi bir baba-kız ilişkimiz olmadı. Biliyorum, muhtemelen bundan sonrası için de çok zor ama her ne kadar zor gelse de bugün sana içimi dökeceğim. O yüzden beni yargılama ve yaftalama, sadece anlamaya çalış. Sinirlenme, sadece dinle. Bir kez olsun benim safımda olmayı dene. Belki de ilk kez senden bir şey için destek istiyorum, belki de ilk kez senden gerçekten kendim için bir şey istiyorum.

Hazırsan başlıyorum.

Sana anlatacağım ilk şey, geçen gün o rüzgârlı tepede neden ağladığım, neden birdenbire durulduğum. Sen de biliyorsun ki ben çok uzun zamandır kendimle ilgili bir şeyleri sorguluyorum ve bir şeylerin olması gerektiği gibi olmadığının, bunun da beni çok mutsuz ettiğinin farkındayım. O günkü üzüntümün sebebi, yıllardır aksini iddia ettiğim bir şeyin aslında ne kadar doğru olduğunu fark etmemdi. Ben, o gün o tepede başımdaki örtü rüzgârda uçuştuğunda ve bozulduğunda uçup gitmesini diledim. Ne düzeltmek ne de müdahale etmek istedim. Zaten çok uzun zamandır açılma fikrini düşünüyordum. Lise hayatımın çok büyük kısmı bu fikirle geçti ama bu şekilde hissettiğimi kabul etmek istemedim.

Sana “Kapanacağım” dediğim zamanı hatırlıyor musun? İlk kez regl olduğum zamandı, yaşım daha çok küçüktü ve annem, regl olunca artık her şeyin farz olduğunu söyleyerek büyütmüştü beni. Aksini hiç düşünmemiştim bile… Fikren örtünün ne demek olduğunu bilmesem ve nedenini kavrayamıyor olsam da o yaşlardaki ben için doğru bildiğini yapıyor olmak çok önemliydi. Hâlâ da öyle, ikiyüzlü bir insan olmaktan nefret ediyorum. İnanmadığım bir şekilde yaşama fikri boğazımı sıkıyormuş gibi hissediyorum. Asla “Başımı zorla kapattınız” gibi bir şey söyleyemem, öyle olmadı. Bunu sen de biliyorsun, ben kendi isteğimle kapandım. Çok hevesliydim, siz bile bu konuda benim kadar hevesli değildiniz hatta bunun için size alınmıştım.

Biliyorsun, lisenin ilk günü abuk sabuk bir şey yaşamıştım. İnsanların inandığı şekilde yaşayamaması ve olmadığı biri gibi giyinmeye/davranmaya zorlanması çok ağırıma gitmişti. Çok dua ettim, ağladım. Ben, başımdaki örtüyü ‘İnsanlar ne der?’ diye takmamıştım. Sadece bu olay değil, bunun gibi bir sürü şey yaşadım. Otobüste bağıra bağıra hakarete uğradığım da oldu, başımdaki örtü yüzünden İmam Hatip’li olduğum çıkarımında bulunup işsiz kalacağımı söyleyen de… “Aileleri bunları ne biçim yetiştiriyor, yazık, iki kelime kurmaktan acizler” diyen teyzeler de oldu, başörtülü kadınların kendi fikirlerinin olamayacağını söyleyenler de… Bunca yıl ön yargı diye diye kendini yırtan ben, bütün bunları sineye çektim, hiç yaşanmamış gibi davrandım.

Kapanırken insanların benim hakkımdaki korkunç fikirleri umurumda değildi. O çok sevdiğim dayımın artık benimle konuşmaması, kafama taktığım örtüyle birlikte birden on yaş büyüdüğümü hissedip kendimi daha ciddi ve daha olgun biri olmaya zorlamam, sürekli dinimi temsil ettiğim düşüncesiyle dışarıdaki insanlara karşı mesafeli ve asık bir suratla durmak zorunda olmam önemli değildi. Doğrusu buydu ve ben doğru olanı yapıyordum. O zamanlar böyle inanıyordum. Şimdiyse tam tersine inanıyorum. Fakat başımı kapatırken beni destekleyenler ve bunun benim kararım olduğunu söyleyenler, açarken destek vermeyecek; biliyorum. Ben o küçücük halimle bile el âlemin ne söyleyeceğini umursamıyorken, sevilmemeyi göze alabiliyorken; eğer bu kocaman halinle sen, sırf açılırsam akrabalar ne der, el âlem ne der diye arkamda durmazsan seni affedemem. Çünkü bu, bir başkasıyla ilgili bir şey değil; bu, doğrudan benimle ilgili. Sokaktan geçen herhangi birinin benim hakkımdaki olası negatif fikirlerini, benim kendim hakkımdaki negatif fikirlerimden daha çok önemsiyorsan sana bir şey diyemem. Eğer başımı açmamı namussuzluk olarak görüyorsan ve bunun, insanların senin namusuna veya erkekliğine/babalığına laf etmesine neden olacağını düşünüyorsan bir şey diyemem. Ancak “O işler öyle değil” diyebilme cesaretine sahip olmanı isterim. “Boğaziçi’ne gitti, ahlakı bozuldu” diyecekler, desinler. Önemli olan, senin bütün bu sözlere karşı el âlemin yanında mı benim yanımda mı durduğun, ben sırtımı dönmüşken senin de bir taş atmayı seçip seçmemen…

Baba,

Beni biliyorsun. Kastettiğim şey, insanlara karşı beni savunman değil. Senden bunu istemiyorum. Hiçbir zaman istemedim. Sadece ben, hiçbir zaman kendimi bu ailenin bir parçası gibi hissetmedim, bir ailem varmış gibi hissetmedim. Gelip sana sarılamadım mesela. Olmadı, yapamadım. Ben istiyorum ki bir kez olsun arkamda senin desteğin olduğunu bileyim. Ben bu kararı kendi kafamda aldım, biliyorsun. Bu, benim için bir heves ya da öyle bir şey değil. O yüzden şimdi olmasa bundan birkaç yıl sonra, şimdi olmasa mezun olup kendi evimi kurduğumda, şimdi olmasa sizden uzaklarda bir yere yerleştiğimde… Ben bir gün mutlaka bu örtüyü çıkaracağım. Benim tek istediğim, bunu yaparken senin de desteğini hissetmek. Sensiz yapamayacağımdan değil, seninle olmasını istediğimden. Bilmiyorum, özellikle bu ev mevzusu gündeme geldiğinden beri şunun şurasında sizinle aynı çatı altında yaşayacağım kaç sene kaldı diye düşünüyorum. Ben seninle böyle ayrılmak istemiyorum. Ne kararı alırsam alayım, arkamda duracağını hissettiğim bir babam var demek istiyorum. Baba, annem bana küsecek, biliyorsun. Herkes bana küsecek, bunu da biliyorsun. Sen de bana küsersen bir tek seni affedemem. Çünkü seninle ne yaşamış olursak olalım, hep aksini iddia etsem de ben her zaman senin kızın oldum.

Baba,

Ben yıllardır olmadığım biri gibi davranıyorum, böyle yaptıkça her şeyden daha da kopuyorum. Dinden, hayattan, kendimden… Kıldığım namaz, namaz değil; artık hiçbir şey hissetmeden kılıyorum. Başörtüsünü her taktığımda o örtüyü inançla taktığım zamanlara, kendime, anneme ve isteyerek takan herkese hakaret ediyormuşum gibi hissediyorum. Biliyorsun, benimki bir heves mevzusu değil. Annem, yaşım küçükken kapandığım için öyle olduğunu zannediyor. Ben, bu fikri ilk düşündüğümde saçımı kazıttıktan sonra örtüyü çıkarmayı düşünüyordum. Okulu mu dondursam diye düşündüm, her şeyi düşündüm. Bu, üç buçuk senedir kafamda dönüp duran bir şey, hiç kolay bir karar değil. Kabullenmem aşırı uzun zaman aldı, hâlâ da kafamda dönüp duruyor.

Seninle örtü ve kadınlar üzerine konuştuğumuz bir gün vardı, hatırlıyor musun? Ben örtünün gerekliliğini sorguladığımdan bahsetmiştim. Annem ise yine “Erkek düşmanlığı yapıyorsun” demişti. Bu bahsettiğim seneler boyunca ben kendimi örtünün gerekli bir şey olduğuna inandırmayı denedim çünkü diğer türlü zor kararlar silsilesi beni bekliyor olacaktı. Kur’an’daki örtüyle ilgili ayetleri okudum, ziynet yerleri ve göğüs çevresinin kapatılması olarak geçiyordu. Sonra anneme gidip gelip çarşafı, peçeyi ve diğer örtü şekillerini soruyordum. İşte İran’da bonesiz takıyorlar, bazı yerlerde sadece bone takılıyor, kimi görüşler feracesizleri kapalıdan saymıyor falan filan… Annem, çarşaf için hep “Kültürel bir şey, zorunlu değil, tabii öylesi daha iyi” gibi yuvarlak cevaplar veriyordu. Sonra bu başa örtü takma mevzusunun semavi dinlerdeki ve semavi olmayan dinlerdeki yerini araştırdım. Tarih öncesi toplumlarda bile varmış ve üstelik İslamiyet’teki konumuna çok benzer şekildeymiş. Köle olmayan özgür kadınlar ve asilzadeler, konumlarının saygınlığını belli etmek için başlarına ekstra bir örtü takarmış. Zaten kumaş ve boya, elde edilmesi zor şeyler olduğundan renkli kumaşlar ve uzun kıyafetler, sadece belirli bir kesimin sahip olabildiği bir ayrıcalık nişanesiymiş. Ayetlerden önce peygamberin döneminde de daha çok fahişelik yapan kadınlar ve diğer soylu kadınların ayrışması için kullanılan bir şeymiş. Yani örtü, bir sürü kültürde bir şekilde hep kadının namusuyla ilgili bir kavrammış ve dinden öte kültürel bir şeymiş. Bu yüzden nasıl olması gerektiğiyle ilgili net bir şey yok. Daha doğrusu, çok sert sınırlar var ama bunları uygulayan kimse yok, en azından benim bildiğim insanlar arasında yok.

Mesela normalde benim bu pantolonu giymem yasak, mesela 6. sınıftayken o küçücük gördüğünüz halimle aslında başımı kapatmam gerekirdi ya da mesela kadın-erkek karışık eğitim verilen bir okula da gitmemem lazımdı. Oysa tüm bunların aşırılık olduğunun sen de farkındasın, annem bile farkında. Ben kafayı başörtüsünün farz olduğu yaşa takmıştım, din küçücük çocuklardan ne istiyordu? O yaştaki bir çocuğun regl olduktan sonra kadın olarak görülmesi, daha cinsellikle ilgili bir şeyi bilmeyi bırak kendini bile bilmezken evlenmesine izin verilmesi ve başını kapatmasının farz oluşu… O yaşta bir çocuğun başını kapatmasının gerekli olduğunu düşünmek demek, o yaşta bir çocuğun omuzlarına kadın olmanın ağırlığını yüklemek demek. Ne hikmetse regl olduğunda kadın olan ve bunun bedellerini ödeyen o küçücük çocuk; toplumun onayladığı biriyle evlendikten sonra onunla cinsel ilişkiye girip çocuklarını doğurana kadar kendini kadın olarak tanımlayamıyor. Kadın sözcüğünden bile ürküyor çünkü ayıp olduğu söyleniyor. Ne hikmetse küçücük çocuğun cinsel bir çağrışımda bulunduğunu düşünmek bize garip gelmiyor, asıl sapıklığın bu olduğunu düşünemiyoruz. Örtü gayet de bunlar demek, her ne kadar aksini düşünmek istemesek de çocuğun cinselliğiyle dümdüz ilişkili.

Ben bunca zaman kendimi de sizi de Müslüman ama yobaz olmayan insanlar olarak tanımladım. Ne kadar yobaz olduğumuzu -olduğunuzu değil, bak, çoğul konuşuyorum ve kendimi de dâhil ediyorum- ne zaman anladım, biliyor musun? Bir insanı ilk önce örtüsüne bakarak değerlendirdiğimi fark ettiğimde. Annemin çok kızdığım davranışını hiç farkında olmadan sürdürdüğümü anladığımda. Annem, açık giyinen bir kadın tecavüze uğradığında “Öyle giyinmeseymiş” diyebilen birisi baba ve bu, dünyanın en korkunç cümlesi. Tecavüzle ilgili yüzlerce şey okudum; bütün araştırmaların ortak olarak söylediği şey, tecavüzün cinsel açlıktan veya tahrikten değil, psikolojik bir üstünlük kurma çabasından doğduğu ve çoğu zaman fiziksel şiddetle ve öldürme/yaralama ile sonuçlandığı. Kimse kimseye çok güzel olduğu için tecavüz etmiyor. Başı kapalı diye tecavüze uğrayan insanlar var, küçük bir çocukken tecavüze uğrayan insanlar var, tecavüze uğrayan bebekler var, hayvanlar var. Heykele, bidona, aklına gelebilecek her şeye saldıran insanlar var. Bu dış görünümünle ilgili bir şey olmanın çok ötesinde. Örtü takmak, bir yerde bu insanların boyunduruğu altına girmek. Hep kendini korumak diyoruz ya, öyle değil. Bu insanlar tahrik olmasın, günah kazanmasın, tecavüz etmesin diye örtü takmak; bir yerde bu insanların bunu yapmasını aklamak, sanki üzerimizde böyle bir hakları ve güçleri olmasını normalmiş gibi kabul etmek. Biri bana tecavüz etmesin diye başımı kapamak, daha az görünür olmak, susup oturmak, daha az yaşamayı kabul etmek. Bir yerde de çalışıp çabalayan ve susmayan bütün kadınların tecavüze uğramasını normalleştirmek. “O saatte orada olmasaymış, öyle giyinmeseymiş tecavüze uğramazmış, ben böyle giyindim ve bana bir şey olmadı” demek. Öyle bir şey yok baba. Tecavüz etme eğilimi olan bir varlık, cansız şeylere bile saldırıyor; bu dünya böyle bir yer. Kimseyi kimseden koruyamıyorsun, bunu ilk anladığımda çok uzun bir süre depresyona girmiştim. Hâlâ okuduğum her kadın cinayetinde, her tecavüz haberinde kadını suçlayan insanları gördükçe aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Koruyamıyoruz. Koruyamıyoruz ve her geçen gün daha çok ölüyoruz.

Ben bütün bu iğrençliklere karşı bir tavır olarak odamdan bile çıkmadığım korku dolu bir dönem yaşadım ama artık bitti. Artık korkumdan kendimi odalara kapatmayacağım, artık benim üzerimde bir güçleri olmadığını ispatlayacağım, takmayacağım artık o örtüyü.

Belki “Neden şimdi?” diye sorarsın baba, söyleyeyim; korktum. Şu yaşıma kadar içimdeki tüm bu hislerin geçici şeyler olduğunu düşündüm. Geçip gitsin diye bekledim ama gitmedi. Demek ki ben de böyle bir insanım, annem duvardan duvara vuracak kafasını… Beni yetiştirirken nerede hata yaptığını sorgulayacak. “Benim gibi hafız bir kadının nasıl böyle bir kızı olabilir?” diyecek. Beni yanına yakıştıramayacak ve benden utanacak. Bu cümleyi yüzlerce kez kurmuştur: “Benim gibi bir annenin kızı”. Annem, beni senin düşündüğün şekilde umursamıyor. Onun için başımı açarsam yanacak olmam değil, onun kızı olduğum için konu komşunun kendisini kınayacak olması önemli. Bana gelecek lafları değil, benim üzerimden ona gelecek lafları düşünüyor; kendini düşünüyor. Üstelik kendisi bu hayatı yaşamışken ve bana bir hayat yaşama şansı tanımamışken… İkiniz de kusura bakmayın, annem hayatını gayet güzel yaşamış ve en sonunda istediği şekilde ipleri eline almış. Sen de istediğin gibi yaşamışsın. Annem için özgürlük ve kendin olmak, o aileden çıkıp başını kapatabilme cesareti göstermekti; bu, onun için kendi yolunu bulmak demekti. Fakat annem istedi ki ben hiç düşünmeden onun yolunu takip edeyim. Ben, onun devam sürümü ya da uzantısı değilim ki öyle olsun… “Bak, doğrusu bu, hayat böyle yaşanır” deyip beni bir kukla gibi oynatamaz. Ben ona soru sordukça daha da katılaştı, ben sordukça ‘eğitimin’ dozajını arttırdı ve ıslah olmam için dua etti. Böyle olmaz. Tıpkı kendisi nasıl bir şeylerin doğrusunu bulduysa bana da güvenmesi ve beni bırakması gerek. Hayat ne getirir, bilmiyorum; belki ileride annemden de radikal bir insana dönüşeceğim. Yine de bir insan olabilmem için bir seçim şansımın olması gerek. Bilinçsizce taktığım bir örtüyleyken kendimi hissetmiyorum. Belki ileride tekrar başımı örtmek isteyeceğim, bilmiyorum. Kastettiğim, bunun bir oyuna dönüşmesi ya da örtünmeyi veya açılmayı basitleştirmek değil. Biliyorsun, bu ihtimali umarak senelerce başımı açmadım. Oysa şimdi bu örtüyü çıkarmam gerek, bundan çok eminim. Günah işleme özgürlüğü olmayan birine günah işlemediği için sevap yazılmaz. Allah benim kalbimi bilmiyor mu? İçimden geçenleri bilmiyor mu? Bu örtüyü ne kadar istemeden taktığımı bilmiyor mu? Kimi kandırıyorum ki?

Ben yalnız kalmaktan korkmuyorum. Bu konuyu sadece seninle konuşmak istedim. Çünkü artık seninle küs olmak istemiyorum. Çünkü seni affetmek, bir yerde kendimi de affetmek ve kabullenmek demek. Evet, başımı açınca hayatımdaki her şey düzelmeyecek. Bütün çevrem başı kapalı kadınlardan ve dindar insanlardan oluştuğu için -her ne kadar siz öyle olmadıklarını zannetseniz de- ben çok büyük zorluklar yaşayacağım ve yalnız kalacağım. Yapayalnız kalmak ve yalnız hissetmek alışık olmadığım şeyler değil, bunlarla başa çıkabilirim. Ben sadece hayatımı yeniden kurmak istiyorum, bana kötü hissettiren her şeyi geride bırakmak ve kendimi olduğum halimle kabul etmek istiyorum. Evet, duygusal bir insanım ve artık kendimi çok güçlü biriymişim gibi sıkmıyorum. Otobüsün ortasında bile ağlayasım geldiyse ağlıyorum artık. Evet, çok yoruldum, ölü gibi hissediyorum. Yine de artık öyle hissetmiyormuşum gibi davranmıyorum. Sorunlarımı yok saymıyorum, tek tek üstlerine gidiyorum. Evet, tek sorunum örtü değil. Anneme bu konuyu açtığımda söylediği şey, “Sen başını açınca bütün sorunların çözülecek zannediyorsun” olmuştu ama hayır, öyle düşünmüyorum. Tabii ki tek sorunum örtü değil, benim sorunum kendimle… Kendimle ilgili sorunlarımın bir kısmı; mesela vücudumdan nefret etme, takıntılı bir şekilde yemek yeme/yememe ve anı olarak kalacak hiçbir fotoğrafın içinde yer almayı istememe de birebir örtüyle ilgili sorunlarım. Eskiden böyle bir sorun yokmuş gibi davranır, inkâr ederdim fakat artık kabul ediyorum. Beni tanıyorsun; mantıksız bir şeyler yapacak değilim, olduğum insan olmaya devam edeceğim. Senden isteğim, bu kararım yüzünden bana kendimi daha az senin kızınmışım ya da daha az değerliymişim gibi hissettirmemen. Beni silip atma baba, sen annesiz büyüdün, ben babasız büyümek istemiyorum. Sadece kendim olmaya çalışıyorum, sadece yaşadığımı hissetmek istiyorum, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum ve çok çaresiz, yalnız hissediyorum. Lütfen elimi bırakma, lütfen beni bırakma.

Mektubum bitti. Uzunca bir süredir ben konuşuyorum. Şimdi sıra sende, her ne söyleyeceksen seni dinlemeye hazırım. Tek temennim, annem gibi senin de bunu, evlendiğimde kocamın evinde yapacağım bir şey olarak görmemen. Ben bir kadın olarak birilerinin emaneti veya üstünde söz hakkı sahibi olduğu biri değilim. Ben benim. Kendimim ve sadece kendim olarak anılmak, öyle bilinmek istiyorum; daha fazlası değil.

Bitti.

Dipnot: Daha önce bu mail adresinden bir mektup daha yazmıştım. O mektupta annemle konuştuğumdan ve annemin “Ben ölmeden olmaz” deyip kestirip attığından bahsediyordum. Yakın bir zamanda ailemle yaşadığım evden başka bir yere taşınmayı deneyeceğim ve gitmeden son bir kez babamla konuşmak ve şansımı denemek istiyorum. Çünkü gittiğim yerde habersizce başımı açmak ve ikili bir hayat yaşamak istemiyorum. En azından bir kez olsun deneyeyim konuşmayı, onay vermese de belki beni anlar biraz olsun. Gitmeden birkaç gün önce bu mektubu ona okuyacağım. Bakalım neler olacak?

Önceki mektup:

(Görsel: Lidia Tomashevskaya)

“Baba, bu sana hayatım boyunca yazdığım onlarca mektuptan biri.” için 5 yanıt

  1. İlk defa bir mektubu tek seferde okumakta zorlandım. Ara verip ağladım. Sende kendimi gördüm. Bunun benzeri bir mektup yazmayı düşündüm. İyi ki yazmışsın. Çok güzel olmuş

  2. Kendi hikayemi okur gibi okudum bastan sonra her cumleyi bu surecte bir yerlerde kurdum, dusundum, tartıştım. Şimdi bunu yaptım evet mutlu edecegine bel bağlamamıstım fakat uzun suredir ihtiyacım olan bu kafa sakinligini yaşayınca keske hep böyle olsaydı kafamla ve cevremle olan mücadeleye hic gerek bile kalmasaydı dedim. Babamla aramdaki bağ seninki gibi özel karşı çıkmasa da kabullenmekte zorlanıyor ve bunun icin beni degil kendini yıpratıyor başka bir sehirdeyim ve aklım surekli onda. Umarım sen de bu sureci en kolay sekilde atlatırsın. Gerci ben de henüz tam anlamıyla atlatmış değilim ama umarım bizim için doğru neyse o olur. Yüreğine sağlık 🙂

  3. Gerçekten kelimesi kelimesine kendimi gördüm yazdıklarında. Bu sürecin ne kadar zor olduğunu bizden başka kimse anlayamaz. Hem kendimiz için hem ailemiz için bir şeyler değişirken aradaki ilişkiyi sabit tutmak o kadar kolay değil. Ben de şu an eve kilitlenmiş, ailesine açıklamış ve onları üzmekten başka bir işe yaramamış olanım. Sanki ilerleyeceğim her yol kötü sonuçlanacakmış gibi hissediyorum. Kendim için kendi isteğimi yapsam ve açılsam ailem üzülecek, ama bu şekilde devam edersem de benim içim bu genç yaşta ölecek. Çok zor bir şey bu. Seninle konuşmak isterim, hislerini ve düşüncelerinin şu an nasıl olduğunu merak ediyorum. @sum.victor bu instagram adresim. Umarım bana ulaşırsın.

  4. Yazdiklarin o kadar ben ki. Yillardir ve ozellikle son birkac gundur ciddi sekilde bu dusunceler uzerinde yogunlasmis, dusunmemek icin tum gun uyuyan bir hal aldim. Babama durumu nasil aciklamam gerektigini bilmiyorum. Kendilerine hayat standartlari gibi belirledikleri bu sacma sapan degerler yuzunden incineceklerini de biliyorum. Ama bu benim de hayatim.
    Herseyi sen yazmissin zaten. Ama anladigim kadariyla baya olmus. Simdi nasilsin napiyorsun o sureci nasil gecirdin nasil atlattin ya da atlatabildin mi merak ediyorum. Seninle konusmak isterim. [email protected] mail adresim. Konusabilirsek cok mutlu olurum.

  5. merhaba üzerinden yıllar geçmiş ama eğer bu mesajı görürsen bana instagramdan (hesabım: mw_nisa.n) yazabilir misin? bu mektuptan sonra neler oldu merak ediyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir