Soruyorum varsa olan Tanrı’ya; ben böyle acı çekerken izlemek güzel mi?

Merhaba. Önce kendimi tanıtayım; 16 yaşına birkaç gün önce girmiş ve 10. sınıfa geçmiş bir lise ögrencisiyim. Yaşadıklarım daha ben anne karnına düşmüşken planlanmış, annem bana hep “Ben seni Meryem annemiz gibi Allah yoluna, kurslara adadım.” der.

Çok komik değil mi, daha doğmadan belirlenmiş bir hayat. Tabii ki işler annemin istediği üzere olmadı. Ailem ayrı. Babam dine önem veren biri değil. Annemse tam tersi, dinine aşırı bağlı muhafazakar bir hoca. Belki de bu yüzden ayrılmışlardır, bilemem. Önceden İstanbul’da yaşardık. Ailem ayrılınca, ben annemle dedemlerin yanına gittim. Yani tamamen annemin etkisinde büyüyebilirdim. Zaten küçük bir ilçede beni ne çelebilirdi ki?

Ben 3. sınıfın yaz tatilinde yatılı Kur’an kursuna gönderildim. Kısacası yazımın yarısı yaşıtlarım gibi eğlenerek değil, benden büyüklerle Kur’an bilgimi geliştirerek geçti. Sonra 4. sınıfa geçtim; eğlenmeyi, oyun oynamayı çok seven bir çocuk da olsam “10 yaşında namaz kılmak gerekirmiş” diyerekten okulla beraber namaz kılmayı da yürüttüm. Okul dışı evde ve sokakta kapalı gezmeye gayret ettim. O zaman annemin beni daha cok seveceğini düşündüm. 4. sınıfın yazı yine aynı şekilde Kur’an kursuna gittim. Kursta bir buçuk ay kapalı kalmıştım. Eve dönünce annem “Daha açılmazsın kapandın sen” dedi. Bilemedim. Daha kaç yaşındaydım ki?

O yaz dayımla teyzemin düğünü oldu. Onların düğününde abiye tarzı bir şey giydim ama ben kapalıydım ya, altına badisiz giyemezdim. Çok utandım o halimden, ama mutlu gözüktüm. Kendimi saklama yöntemim bu galiba. Sonra İmam Hatip ortaokuluna yazdırdı annem. Sevindim ben de Allah’a daha yakın olacağım diye, öyle görmüşüm sonuçta.

5. sınıfın sonunda da annem başka biriyle evlenince tekrar İstanbul’a döndük. 6. sınıf bir nevi benim ruhumun ölüş senesi. Okulda namaz kılıyorum, Kur’an okuyorum diye “imanlı” diye bir lakaba büründüm. Pek de hoşlanmıyordum, ama yapabilceğim bir şey yoktu. O sene ilk defa birine karşı bir şey hissettim, ama bu büyük günahtı, zaten erkeklerle konuşmak da haramdı. Annemin evlendiği adamın karısı öldüğü için de annem bana anne dedirttirmesi, çocuk psikolojisi, ben de kabuğuma çekildim. Annem ne derse onayladım, yaptım. Adeta bir robot gibi.

6. sınıfın sonu regl olmuştum, e zaten bütün ibadetleri de yapıyorum, onda da zorluk çekmedim. Sonraki iki sene de benim bir yobaza dönüşmemle devam etti; Atatürk’ü kötü biri olarak öğrenen, müziğin haram olduğunu düşünen, hayatındaki tek amacı iyi bir kul olmak olan bir insan. Daha 13-14 yaşındaydım.

Annesinin kızı işte. 8. sınıf bitti, liseye kayıt olacaktım. Annem beni kursa adadığı için kayıt olmaya gitmedim. Ama okuldan aramışlar babamı. Sonra zorla kayıt falan oldum. Zaten “asıl ben” o gün oluştu; ne istediğim, ne olacağımın farkına o yaz vardım. Babamı da galiba bu yüzden çok seviyorum. O yaz benim miladım oldu, değiştim ben. Ne istediğini bilen, artık robot olmayan bir kızdım, ama annem beni hala melek biliyordu, biliyor. İbadetleri yapmayı falan bırakmıştım zaten. Sözde haram olan şeyleri de yapmaya başlamıştım; müzik dinlemeye, erkeklerle arkadaşlık kurmaya… Annemin haberi olmadan. E tabi annem beni kursa adamış ya, normal bir okula göndermez beni. Yine İmam Hatip’e yazıldım. Ama farklı bir insan olarak. Atatürk’ü seven, hedefleri olan, ne istediğini bilen, fakat hala annesinin melek zannettiği kızı olarak…

Evet hala kapalıyım. Üç tane hayatım var benim. Annem, babam, okul olmak üzere üçe ayrılan. Annemde ibadetlerimi yapmış gibi gözüküp melek kızı oynayan, babamda özgürce yaşayıp sadece kafamdaki başörtüsü kalan, konserlere giden, Lgbti+ bireylerle arkadaşlık kuran, eğlenen, pantolonu özgürce giyebilen, arkadaşlarını özgürce seçebilen tabiri caizse “kötü kız” olan… Okulda ise düşüncelerinin bir kısmını gizleyen (örn: lgbti+ bireylerini desteklemek), fakat kendinden ödün vermeyen, okuldakilere göre hafif asi kız. Evet benim 3 farklı hayatım var, hepsinde tek ortak olan başımdaki, benim istemediğim ama takmakta mecbur olduğum, örtü. Çok korkuyorum arkadaşlarımı kaybedeceğim diye, çok korkuyorum annemin sevgisini kaybedeceğim diye, çok korkuyorum eğer sokağa açık çıkarsam annem ya da arkadaşları beni görecek diye, o yüzden de takıyorum ya başımdakini, dışlanmamak için. Evet benim babam bana sonuna kadar destek olur fakat başkalarının o iğrenç, küçümseyici bakışlarını kaldırabilir miyim bilmiyorum.

Ben bu üç hayatı oynamaktan yoruldum, belki de asıl ben tamamen farklı, belki de asıl ben bu üçü içinden hiçbiri. Yoruldum, yıprandım, daha 16 yaşımda olmama rağmen tansiyon hastasıyım, saçımda belli olabilecek çoklukta beyazlar var. Bunların tek sebebi beni yoran bu hayat, bu üç hayat. Soruyorum varsa olan Tanrı’ya; ben böyle acı çekerken izlemek güzel mi? Evet ya inanmıyorum bir de Tanrı kavramına, ama bunu babama bile açıklamayı düşünmüyorum, sonuçta o da dışlar Türkiye’de yaşayan sözde Müslüman olarak. Bence varsa Tanrı çok bencil, bence varsa Tanrı çok acımasız. Eğer varsan Tanrım, neden bana ve benim gibilere bunları yaşatıyorsun? Okuldaki bir arkadaşım bana “Keşke senin gibi konsere gidebilsem ama benim için imkansız bu.” demişti. İçinde var aslında onun da. Farkında değil. Gidiyor işte bir düzende. Düzen; acımasız, vicdansız, kendi doğruları olan düzen. Bizse bu düzenin kötü karakterleriyiz…

(Görsel: J. Coates)

“Soruyorum varsa olan Tanrı’ya; ben böyle acı çekerken izlemek güzel mi?” için 2 yanıt

  1. Aç kurtul kardeşim. İnan ki kimse sana kötü gözle bakmaz. Sen üç farklı kişiliğin olduğunu söylüyorsun ve bunun bilinmediğini sanıyorsun. Ama emin ol, bir şekilde hissedilir, sezilir. Öte yandan inananlar için tesettür önemlidir ve gereğince yapılması istenir. Gereğince yapmıyorsan yaptığın şey tesettür kavramına da zuldür. Madem bu kadar uzaklaştın, aç başını sen de kurtul, örtü de kurtulsun. Dürüst ol.

  2. merhaba, yazinin basligini bir eserimde kullanmak istiyorum. bunun icin bana mail yolu ile ulaşabilir misin? belki biraz dertlesebiliriz de. şimdiden teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir