Küçükken “Büyüyünce ne olacaksın?” dediklerinde “Kapalı bakkal olacağım” derdim hep. Yani şunu söylerdim aslında “Ben büyüyünce kapalı olacağım”, sonra da işte bakkal falan olabilirim herhalde. Bu küçümsemek değil; oturduğumuz binanın altında bakkal vardı, sahibesi örtülü bir kadındı ve ben, içsel İslamcı çaresizliğimde onu idolize etmiştim. Ve demiştim ki aslında ‘Evet, ben de başörtülü olduktan sonra bir şey olabilirim sanırım, evet evet bakkal olabilirim’ ve onu tutmuştum. Ama bunların berisinde asıl olay, benim küçük dünyamdaki içsel İslamcı umutsuzluğumdu. Sadece kapalı olabilirdim; kapalı bakkal, kapalı tezgahtar, kapalı kasiyer… Kapalı kapalı… Bu kadar kapalıydım, evet.
Ablam vardı mesela, okul önlerinde başörtüsüyle bekleyen. Bir savaş veriyordu. Peki ben de mi bu savaşı verecektim? Buna gücüm var mıydı? Küçük zihnimde çalkalanan bunlardı, inanabiliyor musun? Aynı savaşı ne için verecektim, diplomasızlık için mi? Vermedim, evet. İslamcı umutsuzluğumla birlikte bir yatılı Kur’an kursuna yerleştik. Okuduk okuduk; elif’i göğüsten, ha’yı boğazdan, ğayın’ı gırtlaktan çıkardık. Peygamber gibi oturup kalktık, onun gibi uyuyup onun gibi uyandık. Sonra uyandım. Peygamber böyle uyanmış mıydı ya da uyanır mıydı bilmiyorum ama uyandım ve uyandığımda kapalı bakkal bile olamadığımı fark ettim. Kapalı bakkal bile olamadıysam kapalı olmamın beni sindirmekten başka olayı neydi? Beni örtmek ve o kadar çok örtmek ki ben diye bir şey kalmayana dek…
Şimdi kapalı değilim ama bakkal olmak beni hala mutlu eder. Ve umarım kapalı olacak tek şey pazar günleri kilitli olan bakkalımın kapısı olur.
(Görsel: Roshanak Khalilian)