‘Ne zaman kapanacaksın?’ pazarlığı.

Evet, işte benim hikayem başlıyor. İç Anadolu’da bir şehirde büyüdüm. Ailem -yani aslında dedelerim- bir cemaate bağlı. Akrabalarımda başı açık pek kimse yok. Hem bu yüzden hem de doğrudan ebeveynlerimin baskısından dolayı benim için açık kalmak diye bir seçenek yoktu. Doğal olarak askılı, şort, sıfır kol, dizüstü etek gibi kıyafetleri de hiç giymedim. Açıkçası giymeyi isterdim.

Benim için kaçınılmaz son 5. sınıf gibi başladı. İlk trençkotumu o zaman aldılar. Bu saçma uzun ceketi hiç sevemedim. Büyük düğmeleri vardı ve gerçekten de 5. sınıf çocuğuna hiç yakışmıyordu. 8. sınıfa kadar sürekli olarak “Ne zaman kapanacaksın?” sorusuyla karşılaştım. Aslında bu bir soru değildi, bir emirdi. Kapanmak isteyip istemediğimi de kimse umursamıyordu. Bunu hiç anlayamadım mesela. Hem örtünmeye ben özgür irademle karar veremiyorum hem de bunun sonuçlarını tıpkı bir yetişkin gibi göğüslemem gerekiyor. Bunu ben seçemeyeceksem niye bana günah oluyor?

Neyse işte, 8. sınıftayken en yakın arkadaşımı onunla aynı dershaneye gitmek konusunda ikna ettim. Kapanma baskısına dayanamadığımdan ve üstüne arkadaşımın da dershaneye kapalı geleceğini öğrenince başımı örttüm, öyle gittim dershaneye. Sonra devam edemediğim için sadece bayramlarda kapandım. Okul çıkışlarında yine açıktım. İstediğim bir Anadolu lisesine başladım.

Bir gün laf arasında babam okula kapalı gitmediğimi öğrendi. Tek sorusu şu oldu; “Sen okula açık mı gidiyorsun?”. Sanki kapanmak ebeveynlerle ortak verilmesi gereken bir kararmış gibi bir de ‘Ne zaman kapanacaksın?’ pazarlığı yapıyoruz. Bu çok saçma. Benim hayatımı etkileyen bir kararı niye ailem benim adıma versin? Niye onlarla vereyim bu kararı? Neyse, ertesi gün kapandım. Okulda yasak olduğu için okula gidiş gelişlerde örtüyordum ve açıkçası bundan da nefret ediyordum. Sanırım 10. sınıfta başörtüsü okulda serbest oldu. Bu beni haliyle üzdü. Okul tek özgür olduğum yerdi ve şimdi o da elimden alınıyordu. Üstelik fikirlerimle örtü uyuşmuyordu. Beni herkes örtüye göre yargılıyordu oysa beni bu kalıba onlar zorladı. Ben kimseye bir vaatte bulunmadım.

Dinle ilgili ilk soru işaretlerim de lisede başladı. Din, tanrı ve baba; sanki üçünün de tek derdi hayatıma karışmak gibiydi. İnsanlar bana Allah’ın hoşgörülü, merhametli olduğunu söylüyordu oysa bana hiç de öyle gelmiyordu. Eğer merhametliyse eşcinselleri niye sevmiyor? Her günahı affediyor da niye dinden çıkmayı affetmiyor? Niye tecavüz, gasp benim saçım kadar konuşulmuyor? İşte böyle; sırasıyla önce İslam’ı sorguladım, sonra da tanrının varlığı konusunu. Dinleri ve kitaplarını okudum. Uzun uzun düşündüm. Sonuç olarak artık bir tanrıya inanmıyorum.

Üniversiteyi şehrimde, ilçemde okudum. Bu esnada 2 sene kadar devlet yurdunda kaldım ve açıkçası ailemden ayrı olmak bana epey özgüven kattı. Sonra üniversite bitti. Ailemin yanına döndüm. Bu süreçte açılsaydım muhtemelen dönecek bir evim olmayacaktı. Evim diyorum ya, aslında bir evim yok. İsteklerini dine sığınarak yaptıran bir babam var. Neredeyse anlaşabildiğimiz hiçbir konu yok. Beni bir birey olarak görmüyor. Ben de iletişimi minimum düzeyde tutuyorum. Emin olun, aramızın iyi olması için çok uğraştım. O ise her seferinde kanatlarımı kırdı.

Şimdi önümde bir sınav süreci var. Benimse idealim benim durumumda olan genç kızlara destek olmak. En azından yalnız olmadıklarını bilmeliler.

(Görsel: Jean Pierre Cassigneul)

Comment (1)

  1. Umarım güzel gelişmeler yaşamışsındır, en kısa zamanda başarı hikayeni bekliyor olacağız. Şans seninle olsun?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir