Bir canım var, özgürlük istedim diye alacaklarsa, buyursun alsınlar.

Bu yazıyı kaleme alırken hissettiklerimi, bugün yaşadıklarımı; anlatabilecek kadar kelime haznemde kelime var mı, bilmiyorum ama deneyeceğim. Merhaba. Ben 21 yaşında; buradaki birçok kadın gibi, aile baskısıyla Tanrı rızasını gözetmeden başını örten biriyim. Her şeyin nereden başladığını anlatmak daha iyi olacak sanırım.

Liseye başladığım sene, babamın baskı içeren ricasıyla başımı örttüm. Bundan bir önceki sene kendi isteğimle başımı örtmüş, sonrasında alışamadığımı söyleyerek açmıştım. Bu sefer de böyle bir şansım olur diye düşünüyordum. Başımdaki örtüye addedilen şeyin ne olduğunu biliyordum ve bu yüce baskı altında eziliyordum yavaş yavaş. Alışmaya, sevmeye, severek taşımaya çok çalıştım.

Lise üçüncü sınıfta o dönem, kendi isteğiyle başını örten kız kardeşimin de örtü konusunda çekinceleri sebebiyle başımızı açmak istediğimizi söyledim aileme. Adeta BM sözcüsü gibiydim; isteğimizi anlatıp, nedenlerini temellendirirken… Babam bize küseceğini ve konuşmayacağını söylediği için yapamadık. Ben aklıma koymuştum gerçi. Öyle ya da böyle yapacaktım. Üniversitenin ilk senesinde benim cesaretlendirmemle başını açan ve ailesinden destek gören arkadaşımı, anneme anlatıp ona özendiğimi söylememle koptu kayış. Ben, insanın annesi dediği insandan böyle şeyler duyabileceğine hiç inanmamıştım. Sonuçta evladıydım, atsalar atılmazdım satsalar satılmazdım. Duyduğum hakaretlerden sonra konuyu babama açacağını söyleyip, odayı terk etti. Ertesi gün, babamın tehditleriyle çıkageldi. Başımı açmam durumunda temizinden bir dayak yiyecektim, zaten zayıf bir bünyem olduğundan dayak sonrası sonum ne olurdu, bilmiyordum. Yine de tamamdım. Ne yani? Bir canım var, özgürlük istedim diye alacaklarsa, buyursun alsınlar.

Yolumdan döndürmedi bu beni. Sonraki tehdit, okulumdan süresiz olarak alınmamdı. Benim en çok canımı yakan da bu oldu. Kendi emeklerimle kazandığım okul hayatımı, tek bir lafla elimden alabileceklerini sanıyorlardı ve bulundukları konum göz önüne alındığında, bunu yapabilirlerdi de. Öldüresiye dayak yesem dahi aynı konumdan dolayı emniyet müdürünün dahi bana yardım edemeyeceğini biliyordum ya da seziyordum. Kaldı ki okul konusunda hocalarım yardım edemezdi bu durumda. Namaz niyaz bilmeyen, düzenli olarak sadece oruç tutan, sözüm ona dindar bir ailenin biricik kızları; elbette başörtülü bir kadın olacaktı. Buna karşı çıkarsa tehditler, başına geleceklerin sadece ön sürümüydü. Farkındaydım.

O yaz, sayısız intihar etme düşünce seanslarımın ardından, bir kez de yarım yamalak da olsa teşebbüs ettim; izini ömrüm boyunca taşıyacağım. Neden bu hâle geldiğimi anlatacak bir yoldaşım oldu maalesef. Hiç yapmamayı dilerdim. Bundan sonra ev içerisinde çok daha sessiz, suskun bir kadın oldum. Başıma bağladıkları örtüyle, aynı zamanda ağzımı da bağlamışlardı. Kafamda sadece mezun olup gittikten sonra “Ertelediğim her şeyi yapacağım” düşüncesiyle, derslerime çalışıyordum. 20. yaşıma girdiğim gün, başımı örtmenin yıldönümünde, ailemin olmadığı yerde, başımı açmaya karar verdim. Arkadaşlarımın evlerinde, kullandığım sosyal mecralarda, onların olmadıkları herhangi bir kafede… Yaptım ve yapıyordum da bunu. Ta ki iki gün önceye kadar. Kendi kanınızdan, kendi canınızdan olan birine güvenmeyi ister insan en çok. Benim kız kardeşim, başımın açık olduğu fotoğraflarla tehdit etti beni, “Ailemi üzemezsin” diyerek. Oysaki ben de aileydim, ben ablaydım. Sırtını yaslaması için durduğu dağdım. Bir gecede yıkıldım. Tüm geceyi ebeveynlerime söylerse neler olacağını düşünerek geçirdim, planlar yaptım. Kaçış planları, intihar planları… Bunları yaparken aklımda dönüp duran Ülkü Tamer’in dizeleri dolanıyordu.

Neden öldüğümü anlamayacaklar, doğururken de bilmediler bunu.
Minareler gösterdiler yalnız, hep elimden tuttular.
Üstelik üzüldüler benimle, oldukça ağladılar.
Kim bilir nerelerden düştüm, nerelerim kanadı, hiç anlamadılar.

Bu sabah, kız kardeşim, elinde sosyal mecraların birinde paylaştığım birtakım cümlelerle karşıma dikildi, “Senin kız kardeşin olarak anılmak istemiyorum, ailemin seninle anılmasını istemiyorum” diyerek. Ne çalmıştım ne yalan söylemiştim. Neden aileden atıldığıma dair bir fikrim yok. Bu lafları işitmek çok ağırıma gitmişti. Üstelik bunu söyleyen insan, fotoğrafları da rahatlıkla söyleyebilirdi. 21 yaşında yiyeceğim dayaktan mı çekineyim yoksa yaşanan şeyin gurur kırıcılığından mı ya da sonumun ne olacağından mı, bilmiyordum. Üstelik annem tarafından yine tehdit edilmiştim, akşam babamla konuşmakla.

O gün içerisinde, en yakınım olanlara durumu açıklayıp belli bir saate göre haber alamazlarsa yaşadığım eve polis göndermelerini istedim. İşe yarayacağından değil de umut ediyordum kurtulmayı.

Bir de kaçış planı yaptım evden. Çantam hâlâ yatağımın altında. Nereye nasıl gideceğimi bilmeden kaçacaktım. Her yer buradan iyiydi gözümde, hâlâ da öyle. Kendim olamadığım yere yuva diyemezdim. Şu an hâlâ sapasağlamım. Annem bir şey demedi. Ailenin küçük kızı da sustu, anlatmadı. Yarın ya da sonraki gün ne olur, bilmiyorum. Bu yazıyı da yalnız hissettiğim için değil, benim gibi olan kadınlar yalnız hissetmesin diye yazıyorum. Mezun olmama bir buçuk sene kaldı, o zaman her şeyin daha güzel olacağına inanarak yazıyorum.

Bir gün, çok yakında bir gün, bizi zorla hapsettikleri örtünün karanlığı üstüne güneş doğacak, kuşlar bahardaymışız gibi ötecek ve o gün, biz hiç gülmemişçesine güleceğiz, saçlarımızı bayraklaştırıp rüzgarda dalgalandıracağız.

(Görsel: Akira Kusaka)

Comment (1)

  1. Olur da evden ayrılırsan acil serviste sabahlayabilirsin. Kadın sığınma evilerine herkesi almıyorlar. Misafir getirmek de yasak. Sadece evli olup şiddet gören bazı kadınları alıyorlar. Normalde böyle olmaması lazım ama İç Anadolu’da veya Doğu’da durum böyle. Otogarlar pek güvenli olmuyor. Küçük bir gruba dahilmişsin gibi gösterebilirsin kendini ama en sağlıklısı acil servisler. Bir yer bulana kadar idare eder.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir