Biz kafamıza örtü örtüp uzun şeyler giyerek, erkeklerin nefislerine hakim olmasını sağlamak için dünyaya gelmedik.

Öncelikle merhaba. Yaklaşık bir yıl önce, almış olduğum belki de hayatımın en büyük kararlarından birini verme aşamasındayken; burada bütün yazılanları okumuş ve benim gibi olan, benzer şeyler yaşayan insanların olduğunu görmek biraz olsun hissettiğim yalnızlığı hafifletmişti. Ve bundan tam bir yıl sonra ben de kendi hikayemi sizlerle paylaşmak istedim. Okuyacak kimse olmazsa bile ben uzun uzun yazmayı, hiç olmazsa kendim için anlatmayı istiyorum.

Çocukluğum ilk başlarda Türkiye’deki çoğu çocuk gibi geçti. Aile içi tartışmalar vs. vardı ancak buna rağmen yine de iyi bir çocukluk geçirdim. 7 ve 8. sınıftayken gelişen olayların etkisi ve sonrasında dayımın birden dine bağlanması ile onunla birlikte annemi ve anne tarafımı çok fazla muhafazakar bir yapıya büründürdü. Sürekli dinden bahsetmeye, her konuyu dine bağlamaya ve bunu çok uç şekillerde yapmaya başlamışlardı. Çok uzun bir süre, annem tarafından kapanmaya zorlandım ancak hiç istemiyordum ve elimden geldiği kadar bunu erteledim. Bir akşam teyzemlere gideceğimiz sırada, annem beni açık şekilde evden çıkarmayacağını söyledi, ben de o zaman gelmeyeceğimi belirtince şiddet uygulayarak kapanmamı sağladı. Bunu ne kimseye anlatabildim, ne de benim dışımda, ailemden biri, bu şekilde örtünmüş olduğumu hatırladı. Utandığım için kendi isteğimle örtünmüş olduğumu söylüyordum arkadaşlarıma da.

O zamanlar daha çocuktum ve çevremdeki neredeyse herkes kapalıydı, bu nedenle bir süre sonra bu durumu kabullenmiştim. Kapalı olmama rağmen yine anne tarafımdan birine gittiğimde pantolon bile giysem laf yiyordum çünkü bu bile onlar için açık sayılıyordu. Kelimenin tam anlamıyla bağnazdılar. Böylece kendimi çoğu ortamdan kısıtladım, hem annemden hem de onun akrabalarından nefret ederek büyüdüm.

Annemin aksine babamı çok seviyordum, ancak o da toplumsal bir gereklilikmiş gibi düşündüğü için -annem gibi zorlamasa da- kapanmamı istiyordu. 12. sınıfa geçmeden hemen önce, babamı kanserden kaybettim. Ondan sonra aile içi olaylardan dolayı, annemle de akrabalarıyla da neredeyse ilişkimiz kalmadı. Lise döneminde bu bir sorun değildi benim için, o şekilde yaşamaya alışmıştım artık, bir parçam gibiydi. Ta ki üniversiteye hazırlanmaya başlayana kadar. O sıralar aklımın sadece köşesinde bir düşünce vardı; “Açık olsam nasıl olurdu acaba hayatım?”

Bazen aynaya bakınca saçlarımı bu şekilde açık bırakarak dışarı çıkmanın, nasıl bir şey olduğunu hayal ederdim; ya da tişört giyerek çıkmanın… En çok da rüzgarlı bir günde saçlarımın uçuşmasını, yüzüme vurmasını hayal ediyordum; çok lüks bir durummuş gibi… O zamanlar aklımda açılma fikri yoktu tabii, bunların tümü sadece ütopik bir dünya hayalimden ibaretti.

Üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gittim, bir yıl hazırlık okudum. Sanırım bu kararı verme sebebim de böyle oldu. İlk zamanlarda böyle bir düşüncem yoktu ancak zaman içinde artık örtünün beni boğduğunu hissetmeye başladım. Aynada gördüğüm kişi, kafamdaki kişiden o kadar farklıydı ki bütün gün, bunu düşünüyordum. Bunda sınıf arkadaşlarımın da etkisi vardı tabii ki. Büyüdüğüm yerden bambaşka bir yerde, çok daha iyi şartlarda büyüdükleri için bazıları burnu havada insanlardı. Şu an düşününce, ne kadar kendime kızsam da o zamanki davranışları hep üzerime alınırdım çünkü öz güvenim çok zedelenmişti. Aslında hayatımın hiçbir döneminde ezilen, arka plana atılan biri de olmadım, her zaman arkadaşlarım beni çok severdi, her zaman notlarım çok iyiydi, öğretmenlerin hep gözdesiydim. Tüm arkadaşlarım zeki olduğumu söylerdi ama bir ortama girince benden söylemeden hangi dine mensup olduğumu bilsinler veya nasıl düşündüğümü tahmin etmeye çalışsınlar istemiyordum.

Bir süre sonra sürekli bunu düşünmeye başladım, sürekli bununla ilgili yazılar okudum, her seferinde de “Olmaz, yapamam, insanlar ne düşünür” dedim. İnsanlardan kastım kendi ailem de değildi. Üç abim, ablam, bir kardeşim vardı ve çekindiğim tek kişi ablamdı. Çekinmekten kastım korkmak değildi, beni anlayışla karşılayacağını biliyordum ama sadece bu konuyu açmak bile çok zordu benim için. Çünkü hayatın boyunca hiç kimseye söylememiştim bunu ve doğal olarak kimse böyle bir şey beklemiyordu. Aynı zamanda üniversiteye gelişimin ilk senesinde böyle bir karar alınca herkes “Üniversiteye gitti bozuldu” diye düşünmesin istiyordum. Yıllardır, kendi içimde neler yaşadığımı bilmeyen bu insanlar; bir cümleye sığdırmamalıydı bunca psikolojik savaşı. Tabii, en önemlisi de 4 senedir birlikte olduğum erkek arkadaşım ve ailesiydi. Çok kalabalık bir ailesi olduğu için ve ablam da onun dayısı ile evli olduğu için aileleriyle iç içeydim, hepsi de birlikte olduğumuzu biliyordu. Sürekli böyle bir şeyi öğrenirlerse neler düşünürler hakkımda, ne konuşurlar diye diye kendimi bu karardan vazgeçirmeye, bunu kabullenmeye çalıştım.

Bir gün dışarı çıkınca “Tamam, boş ver” diye düşünüp diğer gün “Hayır böyle olmaz” diyordum. Sona bir gün, durakta otobüs beklerken, tamamen kararımı verdim. Geriye kalan ilk adım, ablama anlatmaktı. Kaç gün yazdım sildim bilmiyorum, en son bir yerden bir konu açıldı ve ben de anlattım ona. İlk başta şaşırdı tabii ki, ama bana kötü hissettirmemek için güzel güzel konuştu, tabii o zaman bu kadar emin olduğumu bilmediği için ilk olarak vazgeçirme yolları aradı. “İnsanların ne dediğini önemseme” demişti ilk söylediğimde ama sonradan ciddi olduğumu da fark edince, “Herkes konuşacak arkandan, haklılar da konuşmakta, ben olsam ben de konuşurum” dedi. İnsanın en yakını bile olsa; dini öyle bir şekilde öğretmişlerdi ki hoşgörü, saygı ve sevgiden çok insanlara; başkalarının hayatı hakkında yorum yapmayı aşılamışlardı. Sürekli bunları düşünüp durdum. “Benim örtünmem kime ne sevap sağlıyor, açılmam kimi ilgilendiriyor” diye sorguladım her şeyi. Ve en son vardığım nokta; bu benim hayatım, kim ne diyorsa desin oldu.

Ablama anlattıktan sonra, bir süre hiçbir şey yokmuş gibi devam etti. Hala açılmamıştım, planlar ve hayaller kuruyordum sadece. Hala arada bir, “Boş ver, ne gerek var, dert alacağım başıma boş yere” diye düşünüyordum. En sonunda geçen yaz tatilinde, abimlerin yanına Muğla’ya gideceğimiz zaman; ablama orada açılacağımı söyledim. Ve gittikten sonra, bir hafta kadar yine bir şey olmamış gibi devam ederken, ablam “Madem açılacaksın, şimdi açık çık, ne diye kapanıyorsun ki” dedi. Ben de ilk kez açık çıktım yıllar sonra. Saçlarımı yıkayıp kuruttum, tişört giydim. Başka bir şehirde olmam, benim için çok büyük bir avantaj olmuştu çünkü dışarı çıkınca karşılaşacağım kimse yoktu, alışma sürecimi kafam rahat tamamlayabilirdim.

Ben aslında, bu duruma aylar geçince anca alışırım diyordum çünkü 6-7 yıl boyunca kapalı biriydim, ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Neredeyse, ilk haftadan bu duruma o kadar alıştım ki kapalı halimi görünce bana çok garip gelmeye başladı. Bu süreçte belki de en büyük destekçilerim, abilerim oldu. Bana hiçbir şey sormadılar, şaşırmadılar bile. Keşke böyle bir karar alan herkese, bu şekilde tepki verilse. Çünkü aslında verilmesi gereken tepki tam olarak bu. Ben açılmıştım ama bundan ne erkek arkadaşımın ne arkadaşlarımın ne de ablamın, kardeşimin ve abilerimin dışında birilerinin haberi vardı. Bu sefer de, açılmış olsam bile, rahatlamak yerine hep bunun stresini yaşadım. Birkaç gün erkek arkadaşımla konuşmayı denedikten sonra bir gün başardım ve “Ben açılmaya karar verdim” dedim. Çok şaşırdı, çok dindar olmasalar da onlar da dine geleneksel yaklaşan bir aileydi ve ailesine çok önem verirdi. Benim korkum “Ailem ne düşünür böyle bir şeyde” diye düşünmesiyken hal böyle olmadı. Biraz şaşırdığını ve alışması için ona biraz süre vermem gerektiği ama tabii ki saygı duyduğunu söyledi. Ailesini sorduğumda ise “Kimsenin bir şey demek haddine değil” demişti.

Bunu da bu şekilde hallettikten sonra okullar açıldı, birinci sınıfa geçtiğim için hazırlık sınıfından arkadaşlarımla her gün karşılaşıyordum ve onların hepsinin açılmış olduğumu öğrenmesi biraz süre aldı. Genel olarak normal karşıladılar, yakıştığını söylediler ve tabii ki herkes gibi çok kısa sürede alıştılar. Kendi yakın arkadaşlarıma ise bu durumu neredeyse iki ay sonra açıklayabildim. Nasıl en baştan söylemediğimi sorup, çok kızdılar ve onlar da hemen alıştı bu duruma. Her şey çok iyiydi benim için, sadece tatil dönemi yaklaştıkça kendi yaşadığım şehre dönme fikri beni biraz korkutuyordu. Ablam doğum yapacağı için erkek arkadaşımın ailesi ile karşılaşacaktım sürekli ve her biri ne tepki verecek diye çok düşünüyordum. Ama bu da korktuğum gibi olmadı, neredeyse hiç tepki vermediler. Önceden “Herkes bir ay konuşur, unutur” diyordum ancak bu bir hafta bile sürmedi neredeyse. Şimdi ise aradan bir yıl geçti. O dönemi düşününce o kadar kendime haksızlık etmişim ki.

Çok uzun uzun yazdım farkındayım ama bunu hem sizinle hem de kendimle paylaşmak istedim. Bunun utanılacak, ayıp veya kötü bir şey olmadığını bilin. Böyle düşünmemizi sağlayan insanların yaptığı, en büyük ayıp asıl. Ben bu konuda o kadar iyiyim ki şimdi, sanki üstümden tonlarca yük kalkmış gibi… Dışarı çıkınca istemediğim bir örtüyü taşımak zorunda olmamaktan, yaz sıcağında uzun kollu şeyler giymemekten, artık alışveriş yapmak istediğimde; tişörtlere, kazaklara, sweatshirtlere bakıp “Keşke giyebilseydim” diye düşünmemekten çok mutluyum. Tişört ve pantolon giyip saçımı topuz yapıp çıkmak ne kadar özgür hissettiriyor, bunu anladım ben. Kendime onca yıl neden işkence ettiğimi sorguladım. İnanın insanlar ne diyorsa desin, o kadar çabuk unutuluyor ki her şey. Sizin bir gün bile kendinizi sıkmanıza değmiyor. Ömür boyu bu yükün altında kalıp aynada farklı bir kişi görmek yerine birkaç ay zorluk yaşayın, hiç önemli değil. Zaman su gibi akıp gidiyor. Şimdi düşününce, eskiden kapalı olduğumu bile unutuyorum bazen. Kendiniz bile o kadar çabuk alışıyorsunuz ki… Herkesin hayatı ve yaşam şartları çok farklı, biliyorum. Belki sizin destekleyecek yakınınız yok, şiddetle karşılık göreceksiniz belki. Ama bunların hiçbiri sizi geri adım atmaya ikna etmesin. Ben eğer o zamanlarda, insanlar ne düşünür diye vazgeçseydim; şu an bunları yazmak yerine, yazılanları okuyor olurdum. Dilimde yine keşkeler, acabalar olurdu. Hayat sizi beklemez sizin koşup yakalamanız lazım. Eğer olur da böyle bir karar alırsanız, bir yıl sonra siz de dönüp bakın ve ne kadar gözümde büyütmüşüm diye düşünün.

Oje süren insanlara bile imrenerek bakan biri yazıyor bunları. Bir insan kendi tırnağına neden isteğiyle oje süremez ki? Ne kadar anlamsız geliyor değil mi? Kafamızdakiler bizim saç tellerimiz, bunlar bizim kolumuz, bizim bacağımız, bizim vücudumuz. Her şey bundan ibaret, her şey. Hiçbir kadın saçlarını kapatmak zorunda bırakılmamalı. Dinin amacı bu olmamalı. Hiçbir din; insanları zorla ibadet ettirin, ne olursa olsun fikirlerine önem vermeden bunu yaptırın dememeli. Demez de. Kendi içinizden nasıl geliyorsa öyle inanın. Biz kafamıza örtü örtüp uzun şeyler giyerek, erkeklerin nefislerine hakim olmasını sağlamak için dünyaya gelmedik. Amacımız bu olmamalı.

Lütfen; bunu okuduktan sonra eğer çevre baskısından veya insanlar ne düşünür diye korkarak karar vermekte çekiniyorsan, beni dinle. Kendi hayatın için, kendin için; kendine bir iyilik yap. Kendin ol.

(Görsel: Edmund Dulac)

Comments (2)

  1. Merhaba ben tam olarak dediğin gibi çevreden daha doğrusu annem ne kadar üzülür ve akrabalarım ona nasıl baskı yapar diye korkuyorum küçük abim destekçi ama sonuçlarını bilmiyorum 24 yaşındayım ama o kadar pusturdular ki çok yoruldum.. Eğer görürsen bi instagram hesabı verirsen konuşmak isterim

    • Merhaba, kusura bakmayın bunu çok geç gördüm. Açıkçası tesadüf eseri yazımın yayınlandığını fark ettim. 24 yaşındasınız, kendi hayatınızın kararlarını alabilecek ve sonuçlarıyla yüzleşebilecek bir yaş bu. Akrabalar, insanları hiç düşünmeyin, inanın bana. Çünkü insanlar o kadar ufak şeylere bile takılıyor ki hakkında konuşmak için bahane aradıklarından. Ve aynı zamanda o kadar çabuk alışıyorlar ki buna siz de şaşıracaksınız. Sizi bir veya iki kez gördüklerinde üçüncüde tamamen bunu unutuyorlar. Siz bana instagram hesabınızı verirseniz gördüğüm zaman iletişime geçerim 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir