Çoğuna basit gelir bu durum. İstediğin gibi olamamak, görünememek. “Aman, sen de abartma” der büyükler. Sadece bir hayatın olduğunu bile bile onu yaşamana engel olurlar. Bizim zamanımızda böyleydi ana babamız, ‘Yat, kalk, şükret’ diyerek kendi vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. O elbiseyi giymek, o etek, o bluz, o paten, o kaykay… Ruhumu dizginlemek istemiyorum, ‘Dizginle’ diyorlar.
“Kızsın sen, yerini bil, az konuş, çok iş yap. Kızsın sen, düzgün giyin. Sesli gülme, edepli ol. Çok sesin çıkmasın konuşurken. Akşam dışarı çıkma. Çok geç kalma, oraya gitme, orada kalma. Oranı buranı açma. Edepsiz. Çok meraklısın göstermeye.”
Bir gün savuracağım eteklerimi. Bluzumun askısı iz yapacak vücudumda. Aynada kendime bakıp “İşte hazırım” diyeceğim, ” Bu kim? Ben bu değilim, bu olamam” değil. Nefret ettim kendimden onların yüzünden. Kız oluşumdan, göğüslerimden, vücudumdan. Kurtulmak istedim hepsinden, saçlarımı kesmek istedim. Erkek olsaydım eğer, severler miydi beni? Akşam 9’da gelsem eve, ‘Neredesin’ deyip sorguya mı çekerlerdi yoksa kapıdan girdiğimde önüme terlik mi koyardı annem? Babam yine nefretle bakar mıydı bana? “Hiç istediğim gibi bir evlat değilsin” der miydi yine? Beni olduğum gibi sevmediler hiç. Değiştirmek istediler. Ruhumu kırbaçlamamı istediler. Bu evde mutluluğum hiç uzun sürmedi.
Bir gün eteklerimi savuracağım. Bluzumun askısı iz yapacak vücudumda. Elbisemin etekleri kıvır kıvır olacak. Rüzgâr tenime değdiğinde kendimi hissedeceğim.
(Görsel: Deedee Cheriel)