Nereden başlamalıyım, bilmiyorum. Dışarıdan bakıldığında herkesin özendiği bir hayatım varmış gibi duruyor. Alanında çok iyi bir çizerim, cesaretli, enerjik ve sevgi doluyum. Gerek yaşamımdan dolayı oluşturduğum farklı giyim tarzım gerekse her zaman dinamik olmamdan kaynaklı çevreme güzel bir enerji yayıyorum. Ama artık onu da yapamaz oldum.
Ben bunları yazarken sadece yaşamak isteyen bir insanım. 10 yaşında aile ve akrabaların zoruyla kapatıldım, dış dünyada insanların nasıl yaşadığını fazla bilmiyordum. Dışarı çıkmam yasaktı, çocuktum, herkes benim gibi yaşıyor sanıyordum. Bazı şeylerin yanlış gittiğini kitap okuyarak fark ettim. İnsanlar kitaplarda eşitti; bir kız, erkek kardeşinden daha az değerli değildi, istediği seçimleri yaptığında ailesi ona destek oluyordu, toplumda bir yeri vardı, zorla kapatılmıyordu, açılmak istediğinde ailesi onu okuldan almakla tehdit etmiyordu, geleceğine dair ufak bir hata yaptığında reşit olur olmaz evlendirilmesi gerekmiyordu, saçlarını denize karşı özgürce savurabiliyordu, teninde çimenlerin bıraktığı yumuşaklığı hissedebiliyordu, hayatı kötüye gittiğinde “Olsun, benim yanımda beni sevenler, ailem var!” diyebiliyordu. Fark ettim ki ben diyemiyordum.
O örtü başımda olduğu sürece hiçbir şekilde ben, ben olmuyordum. 2 yıl boyunca istediğim liseye gitmek için çabaladım, el kaldırdılar, ağır hakaretler ettiler. Oysa sadece benim gibi olan insanların olduğu okula gitmek istiyordum. Bir kadın çizdiğimde bana “Omuzları açık olmuş” deyip işimi yırtmayan insanların olduğu yere gitmek istiyordum. Gittim de! Asla pes etmedim, her gece ağlamama rağmen yine de istediğim okula gittim. Onlar akrabalarımı, toplumu, yeteneğimi bana karşı kullandı; bense öğretmenlerimi onlara karşı kullandım. Tek fark, her zaman onların dediği olurdu. Dereceyle girdiğim okulda başarıma başarı kattım. Ailem artık güzel sanatlarda olduğum için üzerimde daha fazla baskı uyguluyordu. Benim yerime başka insanlar karar veriyordu. Vücudunu belli edecek şeyler giyme, bisiklet sürme, erkeklerle konuşma, sakın oraya gidince saçlarını açayım deme, düzgün otur, bacaklarını belli etme, göğüslerin neden bu kadar belli oluyor, kilona dikkat et, kız çocuğusun, bir gün evleneceksin… Evde bile istediğim şeyi giyemiyordum. Anlamıyordum, kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum ve evrende bir kuark parçacığı büyüklüğünde bile olmadığımı fark ediyorum. Beni, bizi yaratan tanrı neden benim bir saç telimin gözükmesini umursasın? Her şeyi araştırmaya başladım, ben neye sorgulamadan inanıyorum, dedim. Bulabildiğim bütün dini kitapları ailemden gizlice okudum, felsefi alandaki görüşleri öğrenmeye kendimi kaptırdım. Ama öğrendikçe üstümdeki yük çoğaldı. İnanmadığım bir dini temsil eden başörtüyü takıyordum. Büyüdükçe oluşan karakterimle kadınlardan da hoşlanmaya başladığımı fark ettim. Baskıcı bir ailede zorla kapatılmanın üstüne hem böyle bir cinsel yönelimim hem de duyduklarında beni öldürebilecekleri bir dini görüşüm vardı. Bütün bunlar olurken ailem beni sıkıştırmaya devam etti. Artık dışarı bile çıkmak istemiyordum; otobüste yaşlı bir erkeğin göğüslerime bakarak bacaklarını açıp beni rahatsız etmesi, sırıtması beni toplumdan daha da iğrendirdi. Kendi görünüşümden nefret etmeye başladım.
6 yıl olmuştu. Saçlarımı rüzgârda uçuşurken hissetmek istiyordum, çimlerde ailemin arkamdan “Bacakların ortada, koşmayı kes” demesini umursamadan koşmak istiyordum. Benim bedenimde benim dışında herkesin söz hakkı vardı. Artık bunaldım ve ailemle bütün risklere rağmen konuşmayı denedim. O gün inançlı biri gibi davrandım. Karşılarına çıkıp “Allah’a yalan söylemek istemiyorum, bu başörtüyü takmayı hiç istemedim. Yalandan takmak yerine Allah’a karşı dürüst olacağım” dedim. Ama karşımdaki insanların kim olduğunu unutmuştum. Eğer açılırsam beni okuldan alacaklarını söylediler. Akrabalarım ise “Delirdin mi? Bunu yaparsan ailen seni okuldan alır, 18’ine gelince de seni evlendirir. Hele bir dene, babanın ters tarafına gelirse seni öldürür bile” dedi. Açılmaya böyle bakıyorlarsa kadınlara ilgim olduğunu ve Müslüman olmadığımı söylediğimde ne yaparlardı? Tamamen yıkılmıştım. Hayata karşı hiçbir şeyim kalmamıştı. Babam haberlerde eşcinselleri görüp “Öldüreceksin bu sapkınları, ah birini bir yakalasam” gibi şeyler söylüyordu. Ama o esnada ben tam yanında oturuyordum. Bunların üstüne dayım bana “Canavarsın sen, aileni düşünmüyor musun? Bir hayvan bile senden daha merhametli!” demişti. Ben bir karıncayı bile incitemezdim. İntihar etmeye karar verdim. Toplumda bir yerim olmadığını düşünüyordum, umudum tükenmişti ama yapamadım, yatağımda saatlerce ağladım ve ağlarken uyuyakaldım.
Rüyamda öyle güzel bir hayat görmüştüm ki! Başarılı bir ressamdım, ailem beni seviyordu, düzenli ilişkilerim vardı ve en güzeli saçlarımı rüzgârda hissedebiliyordum. Kollarımı açtığımda bedenimi titreten o güzel soğuğu rüyada da olsa hissetmiştim. Ağaçlar rüzgarla birlikte ahenkle dans ediyordu, arkadaşlarım yanımdaydı, aldığım her nefeste huzurla doldum. İşte özgürlük böyle bir şey olmalı, dedim. Uyandığımda hiç bu kadar umut dolu olduğumu hissetmemiştim. Tüm korkularımla yüzleşmiş gibiydim, ölümü göze almıştım, daha ne olsun! Aniden gelen ilhamla çizgi roman yazarı olmak istedim. Hayal dünyamı kağıtlara geçirecektim, insanları umutla dolduran çizgi romanlar yazacak ve çizecektim, acılar benim kalemim olacaktı.
Çizdim ve çizdim, gecemi gündüzüme kattım. Ailem hiç değişmedi ama ben değiştim, artık beni okuldan almalarından korkmuyordum. Gittim ve İstanbul’un serin sularına karşı kollarımı açtım, saçlarımı saldım. Bazen umudum olmuyordu, toplumdan hala korkuyordum. Dayım “Kadının yeri kocasının yanıdır” diyordu, amcalarım “Sanat günahtır” diyordu, herkes mutlaka bir şey diyordu. Ama benim dünyam benim dediklerimden ibarettir.
Kadın hakları, hükümetin topluma baskısı, yenilikçi düşüncelere karşı olan kültürler, insanların özgür olma isteği, her bir yaşadığımı ve düşüncemi romanıma ekledim ama bu sefer ana kahraman ben değildim, adının anlamı ‘özgürlük’ olan İren’di.
Artık saçlarımı gittiğim okulda ve o çevrede açıyorum, istediğimi giyiyorum, düşüncelerimi korkmadan söylüyorum, ailemle korkmadan tartışıyorum çünkü bu hayat bana bir kere veriliyor ve mutlu yaşamak riske girmeye değerdir. Ev, insanın kendi olabildiği, korktuğunda sığındığı yerdir, değil mi? Ama ben eve dönerken korkularımın olduğu yere gidiyordum. Ailem öncesine göre daha fazla baskı uyguluyordu. Sınavları olan bendim ama evi otel gibi kullanan abimin bir odası vardı. Ben koltukta yatıyor ve evin bir köşesinde derslerime çalışıyordum. Buna rağmen başarıdan asla vazgeçmeyecektim. Benim hayatım belki başarı ile sonuçlanacak ama bu sitedeki okuduğum bazı hayatlar başarı ile sonuçlanmıyor. Ne olursa olsun, asla pes etmeyin! Mutluluk her zaman öncünüz olsun.
(Görsel: Joan Brown)
“Bir kadın çizdiğimde bana “Omuzları açık olmuş” deyip işimi yırtmayan insanların olduğu yere gitmek istiyordum.” için 4 yanıt
Seninle konuşmak isterdim
Bir gün, bir gün ben de senin gibi başaracağım. Umarım.
Harika birisin. Kendine tutunmana hayran kaldim. İnsanin ailesini kaybetmesi sadece olmeleriyle olmuyor, bizi kosullu sevdiklerini anladigimizda ve kendimizi sectigimizde de ailemizi kaybedebiliyoruz. Buna ragmen yasami, umudu secmissin. Inan cok mutluyum senin adina. Umarim yarinlar cok daha guzel seyler getirir sana. Cizgi romanlarini okuyabilmeyi cok isterim.
Hikayen beni o kadar çok etkiledi ki sana, başarılarına, asla pes etmemene hayran kaldım. Çok güzelsin.