Kadınsılığımdan, vücudumdaki hatlardan, duygularımdan nefret ettim.

Bundan 1,5 yıl önce internette şans eseri karşılaştığım bir mektupla kader ortaklarımla tanıştım. Kendime ‘Artık yalnız yürümüyorum’ dediğim bir andı. Yazmayı hep erteledim. İleride ne yaşarım, bilmiyorum ama artık yaşanmışlıkları anlatmanın vakti geldi.

Doğu’nun içinden çıkmış, geleneklerle büyümüş bir adam ile Batı’dan gelen ve 5 kuruşu olmayan bir kadının hayat hikayesi ile başlıyor. Kader bir şekilde birleştiriyor. Annem üniversitede 5 kuruşsuz okurken babam ise işsiz şekilde geziniyor. Babam, çok çalışkanmış ama dini okula göndermişler. Bir beyin cerrahı olmayı çok istemiş, olamamış. Tanıştıktan sonra annemin teşviki ile üniversitede matematik bölümü okumaya başlamış. Yine iş bulamamış, mülakat için torpili de yok! Bir şekilde zar zor çalışmış, eline para geçmiş ve evlenmeye karar vermişler. Babamın ailesi kabul etmemiş ama bir şekilde alışmışlar. Annemin imzayı atmasıyla pişman olması bir oluyor. Saçının açık olması babam dahil herkesi rahatsız ediyor ve annem kapanıyor.

Ben doğuyorum, aradan bir süre sonra babamın sağlam bir işi oluyor. Evin parası ikiye katlanınca akraba yardımı ile kader bize adeta gülüyor. Bir evimiz var, tertemiz. O evde bir sürü kavga oluyor ama o yaşta anlayamıyorum. Annem bir süre sonra akrabaların yanında kapanıyor. Küçüklüğüm dayak terbiyesiyle geçti. Cıvıl cıvıl bir çocuktum ama babamdan korkardım. Beni dövmesine rağmen hak ettiğimi sanıp yine yanında dolanırdım. Onu giydirir, saçını yapar, ona hediyeler hazırladım. Bu kadar şeyi bir gülüş, bir okşama için yapardım. Karşılıklı bir anlaşma gibi… İstedikleri gibiysen önüne kemik konulmuş köpek gibi kuyruk sallardın. Bu sebeple küçüklüğümü köpeklere benzetirim. Sopa görünce kuyruk sıkıştıran ama sırf sadakatinden yanından ayrılmayan, başı okşandığında sahibine gülen bir köpek.

Yaş aldıkça değiştim. Başarılı bir öğrenci iken intihara meyilli bir çocuk oldum. Herkesten nefret ediyordum, kendimden bile. Babama o zaman kinlenmeye başladım. Ona, kendimce bir şeyleri ödetiyordum. İlişkimiz çok kötüleşti. Artık onun istemediği bir insandım. Bu nefret en çok bana etki etti. Uzun süre tedavi gördüm. Babam beni sevsin diye yine ruhsal olarak hastalıklı rolü yaptım. İnandılar ve o zaman gözlerindeki acımayı gördüm. Daha nitelikli yerlere başvurunca bir şeyim olmadığı ortaya çıktı. Bir zaman sonra bu düşmanlığa bir son verme kararı aldım ve babamla barıştım. O evde hayatta kalabilmenin tek yolu buydu: Onların istediği gibi biri olmak.

Kendimden taviz verdim. İmam Hatip’e başladım. Açık olduğum için dışlanmış hissediyordum. Ben zaten imanlıyım, deyip erteliyordum. Bir gün içime bir korku düştü ve kapanmaya karar verdim. Babam çok sevinmişti. Acaba sadece bunu görmek için mi, yoksa cehennem korkusundan mıydı; bilmiyorum. Çok kısa sürdü, yapamadım… Pranga vurulmuş gibi hissediyordum.

O okulda daha fazla kalmak istemedim ve nakil talebinde bulundum. Annemle bile kavga ettik ve sonunda ben kazandım, Anadolu lisesine geçtim. Arada bir de olsa namaz kılardım ve oruçlarımı aksatmazdım. Saçım hâlâ açık olduğu için içten içe korkardım. Hareketlerime dikkat ediyordum. Erkeklerle tokalaşma, gereksiz muhabbet kurma, göğüs bölgen açılmasın… Hâlâ bunların korkusunu yaşarken pandemi patlak verdi, değişimim başladı. Yine açık saçımı kafaya takmaya başladım. Mutsuzluğumu fark edince “Acaba Allah bu kadar mutsuz olmamı ister miydi?” dedim. Bir süre kafam karışık dolaştıktan sonra yorulduğumu fark edip her şeyi rafa kaldırdım.

Bir sabah bir mezhebin yorumladığı bir ayet ile karşılaştıktan sonra kafam hızla karışmaya başladı. Araştırdıkça araştırdım, bir süre modern İslam ile kafayı bozdum. Tüm günüm araştırmaya gidiyordu. Başta kabul edemedim. Kendimi saklamamın tek sebebinin erkeklerin gayet normal olan cinselliklerini engellemek olduğunu kabul edemedim. Sırf o dönemde kız çocuklarının gömülmesini engelledi diye kadınları çok değerli saydığını iddia eden ama kendi kitabında erkeklerin hep biraz daha üstün olduğunu iddia eden o dine inanmak akıl kârı gelmedi. Ağladım, ‘Neden erkek çocuğu değilim?’ diye ağladım. Kadınsılığımdan ve vücudumdaki hatlardan, duygularımdan nefret ettim. Olmasınlar istedim. Kendimi kabullenemedim. Araştırmalarımı tekrar derinleştirdim ama bir yerde yoruldum ve uzaklaşmak istedim. Bir şekilde bir gün bu dini bıraktım ve vicdan azabı çekmedim. Kafamı mermere vurup ağlamadım ya da bu sefer ‘Erkek olmak istiyorum’ diyerek kanatmadım. Kendimi de o zaman kabul etmeye başladım. Üzülmüyordum, korkmuyordum hatta daha çok seviyordum… Artık dekolte giydiği için cehennemde yanacağını düşünüp acımıyordum. İşte bu yüzden herkesi çok seviyordum.

Değişimim fark edildi ve tartışmalar başladı. Kendimi belli edemezdim, yoksa sonuçları çok ağır olurdu. Ben de rol yapmayı öğrendim. Onların istediği gibiydim ve babamla da aram düzelmişti. Bir gün ona çok şiddetli bağırdım; bu zamana dek hep susmuştum, yaptığıma ben de inanamadım. Gördüğüm şiddet, fiziksel olarak bitti. İstediğim sevgiyi alıyordum, babamdan takdir görüyordum. Yemeklerime bayılıyordu, belli etmese de herkese anlatıyordu. Gururum okşanıyordu. Fakat bir sorun vardı; babamın sevdiği kızı, gerçek kızı değildi. Ailesi, açık saçımı da annemi de kabul etmiyordu. Babam sitem etse bile kavga etmeyi bıraktık. Sözde ‘edepli’ giyiniyor, durumu tolere ediyordum.

Babam kadın düşmanıydı. Ona göre baştan çıkaran, fesat olan kadındı, kadın kadının kurduydu. Bu sözler, adeta ataerkil yapının ağzına yapışan bir sakız gibiydi. Sırf birbirimize düşman olalım diye… Velhasıl bu nefretine karşı bir eşi ve bir kızı vardı. Biz çok duygusaldık, bu yüzden kararlarımız yanlıştı. Ama siz erkekler; erkekliğinize az biraz laf edildiğinde gurur yapar ve öfkeden dört dönerdiniz. Eşinizi hâkim olamadığınız duygularınız ile öldürürdünüz ama duygularına hâkim olamayan siz değil, ağlayan bizler olurduk. Bir erkeğe iki şahittik.

Hem kendimle tartışıyordum hem de topluma savaş açmıştım. Erkekleri kabul edemiyordum, tüm cinsel dürtülerinden arınsınlar istiyordum. Her erkekte muhakkak babamı görüyordum. Hep bir yarış halindeydim. Benden güçlü olmalarını kendime yediremiyordum. Bu sebepledir ki hep çalışır, spor yapar, üste çıkmaya çalışırdım. Meydan okurdum. Sanki kendimi birilerine kanıtlamaya çalışır gibiydim. Bu bana zarar veriyordu. Hırsımı avantaja çevirdim. Yeni diler öğrendim; yeni insanlar, yeni kültürler tanıdım. Onların gezdikleri yerleri ve yaşadıkları hayatı görünce içim gidiyordu. Evdeki isyanım ile paralel giden kötü notlarıma bir son vermeye karar verdim ve çalışmaya başladım. Muhtaç olmamak için hatta belki ispat etmek için… Babamın engel olacağını bile bile bale akademisine hazırlanmaya başladım. Çok kez sakatlığım oldu ama pes etmedim. Beni ibadet ediyorum sanırlarken ben buna çalışırdım. Bir sürü kitap okudum. Babam, ideolojisine uymadığı için kimi kitabımı çöpe attı, ben yine okudum. Farklı insanlara, farklı düşüncelere toleransım ve saygım olsun diye okudum. Kendi içimde ayaklanmaya başladım. Cinselliğim ve kadınlığım ile problemlerim sürüyordu. İşte o, bu ayaklanmaya engel oluyordu.

Milyonlarca söze kulaklarımı tıkadım. Hayatımın amacını bulma uğruna bir yola çıktım. Benim davam, insanların kaderini değiştirmekti. 11 yaşımda güzel ansiklopedi ve kitaplar ile kandırılarak tacize uğramıştım. O yaştayken o olayları anlamlandıramazdım. Davam, bu kirli ellerden çocukları kurtarmaktı. Kimi kadınlardan içlerinde henüz ölmemiş küçük kız çocuklarını çıkartmaktı. Adaletti. Özgür olmadığım bir yerde yaşasam bile o gün aynaya baktığımda bir kadın olmaktan utanmadığım gün gideceğim. Kimseyi kırmadan gideceğim. İşte o aynaya baktığımda, o savaş bittiğinde… Özgür olacağım. Hepimiz olacağız.

(Görsel: Margit Anna)

Comments (3)

  1. Anonimbiri

    Ağlamak üzereyim. Umarım, umarım özgür oluruz bir gün.

  2. Seninle ve bizimle gurur duyuyorum!

  3. Sen harika bi kadınsın. Tanışmak çok isterdim. Ve “kadın kadının kurdudur” konusundaki düşüncene kesinlikle katılıyorum. Kadın kadının kurdu değil. Dostudur. Diğer düşüncelerine de katılıyorum ayrıca.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir