Ben, kendim olamadığım her gün boğuluyorum. Henüz 13 yaşımdayken ailemin zoruyla kapandım. Maddi durumumuz çok iyi olduğu için sürekli bunu kullanarak beni ayakta uyuttular. Onların inandığı dine göre ilk kez regl olduktan sonra kapanmak gerekir ama ben istemediğimi en başından biliyordum. İçimde hiçbir zaman o dinin gerekliliklerini hissedemedim. 2-3 yıl bir şekilde okulumu bahane ederek onları oyaladım, sonrasında belki üstelemezler diye. Ortaokul sonunda kapanırsam beni yurtdışına uzun süreli bir tatile götüreceklerdi. Annemle alışveriş yaptığım zamanı hatırlıyorum da mağazalara girerken ayaklarım geri geri giderdi, hiçbir şeyi beğenmezdim. Bu ben değildim çünkü…
Yurtdışına gittiğimizde ve oradaki insanları gördüğümde o kadar üzüldüm ki… Herkes ailesiyle mutlu, istediği gibi giyinmiş, saçlarına rüzgâr değiyor. Ben fotoğraf çektirmeyi bile istemiyordum. Daha 2. günden “Ben istemiyorum” deyip kafama kafama vurmuştum. Karşılarında resmen sinir krizi geçirirken onlar öylece suratıma baktılar ve hiçbir şey değişmedi. O gün yine kafamı kapatıp evden çıkmak zorunda bırakıldım.
Liseye geçtim. Kapalı olduğum için herkese kendimi fazladan açıklama ihtiyacı duyuyordum. Dine göre konuşmuyordum, hatta dinle dalga geçiyordum, aileme buz kesmiştim. Beni uzaktan gören herkes “Bu nasıl kapalı?” diyordu. Annemler farkında olmadan onların dinini kirletiyordum. Bunun sorumlusu ben değildim. Ailemden gizli çok erken yaşlarda içkiye ve sigaraya da başladım. Onlardan gizli yapabildiğim ufacık şeyler beni o kadar mutlu ediyordu ki sağlığımdan vazgeçtim ama yine de bu alışkanlıklardan vazgeçemedim.
Bir gün artık canıma tak etmişti. Açılma mevzusu hakkında konuştum. Babamın bana “Açılıp or**** mu olacaksın?” dediği günü asla unutamıyorum. Halbuki ben açıkken de şort giymezdim, askılı giymezdim çünkü kendimi sevmezdim. Bana kendimi sevmeyi bile unutturdular. Artık kaderimi kabullenmiş gibiydim. Sürekli dindar olmadığımı ya da içtiğimi etrafımdakilere açıklamaya çalışıyordum.
Ailemin bana karşı çok büyük güven problemleri olduğu için şu an 19 yaşında olmama ve üniversiteye gitmeme rağmen karşı gelemiyorum, gizli de olsa saçlarımda rüzgârı hissedemiyorum. Bana söyledikleri, zorla kabul ettirdikleri şeyler içimde o kadar büyük bir yara açtı ki ne babam ne annem için en ufak bir sevgi hissedebiliyorum. Bana dokunmalarına, sarılmalarına, öpmelerine asla izin vermiyorum. Annelik ve babalık gerçekten bu mudur? Benim için asla maddiyattan öteye geçemediler. Beni paralarıyla yanlarında tutmaya çalıştıkça ben onları sömürdüm. Onlar da benim ruhumu sömürdü. Olmak istediğim insanın ışığını onlar söndürdü. Kendini ayağa kaldıracak gücü olmayan, her kelimede hıçkırıklara boğulan bir insana dönüştüm. İnsanlardan kaçan, durmadan yanlış kararlar veren, sevgiyi ve güveni yanlış yerlerde arayan biri oldum.
Dün yine bu konu hakkında bir tartışma açıldı. Annem beni anlar gibi dinledi, içimdeki her şeyi döktüm, hissettiklerimin her zerresini anlattım; suçlu olduğunu, beni ölmeyi dileyecek hale getirdiğini anlattım. En sonunda “Sus da kendini rezil etme. Sen delirmişsin. Ne istedin de yapmadık?” dedi. Asla ders almadan hâlâ benim sorunumun isteklerimi yapmak, dışarıya çıkmama izin vermek olduğunu sanıyor. Arkadan babam “Erkeklerle geziyorsun da bir şey demiyorum, daha ne istiyorsun?” diye bağırıyor. Çünkü onlara göre özgürlük sadece arkadaşınla dışarı çıkmak ya da istediğin telefonun alınmasıdır.
“Anne-babamız zamanında bizi yaşatmazdı, biz size çok özgürlük veriyoruz” deyip dururlar. Özgürlük gerçekten nedir? Ben reşit olmama rağmen evden atılırım, şiddet görürüm, para desteğim çekilir, özgürlüğüm daha da kısıtlanır korkusuyla gerçek özgürlüğüm için bir adım atamıyorsam gerçekten yaşıyor muyum? Hiçbir şeyim olmasaydı da istediğim kişi olabilseydim… Tek bir dileğim olsaydı kendim olmayı dilerdim. Ya bir gün işim gücüm olduğunda beni kendi kararımla kabul edecekler ya da onları, hayatımda hiç olmamışlar gibi silip gideceğim. Çekip gitsem de ömrümde oluşturdukları boşluk, kendime ve onlara olan nefretim beni asla bırakmayacak, biliyorum.
(Görsel: Eugeniya Dudnikova)