Muhafazakâr aile klasiği olarak İmam Hatip’e verildim.

Merhaba, uzun zamandır bu mektubu yazmak istiyorum, ama bir türlü kendimi hazır ve yazmanın zamanı gelmiş gibi hissetmiyordum.

Buradaki çoğu kişiyle benzer bir hikaye paylaşıyorum aslında. Doğduğunuz andan itibaren kaderiniz aileniz tarafından belirlenmiştir. Baskı ve travmalarla dolu bir çocukluk geçireceksin, regl olunca başına o örtüyü takacaksın, her şeye gülmeyeceksin, dinin için yaşayacaksın, dinini yayacaksın ve daha içinde din bulunan binlerce madde… Gerçekten artık din hakkında bir içerik görmeye bile tahammülüm kalmadı.

Kendimi bildim bileli neşeli bir kişiliktim. Başarılı, ilgiden kaçmayan, sevgi dolu… Stereotip özellikleri geçeceğim, en önemlisi girişken bir insandım. Şimdi ise bu mutlu kız bir yere hapsedilmiş gibi hissediyorum. Şimdi dediğime bakmayın dile kolay; ‘6 sene’… Koskocaman kayıp 6 sene… Gerçekten hayatımın koca bir “aile, din, başörtü” travmasından ibaret olması o kadar can yakıcı bir durum ki…

Bunca travma arasından en kötüsü de şu; öyle bir duruma geliyorsunuz ki yaşama isteğiniz olduğu halde bu baskı sizi hayattan zevk almaz hale getiriyor. Ne heves bırakılıyor size ne de enerji. Ve sonra “Neden böyle biri oldun?” sorusunu yöneltiyorlar suç kendilerinin değilmiş, hayattan zevk alan o kızı yok etmemişler gibi.

Benim hikayem 11-12 yaşlarında başladı. Hikayem derken, işin tesettür kısmını kastediyorum. Eğer muhafazakâr bir ailenin çocuğuysanız mücadeleniz doğduğunuz andan itibaren başlar. 4 yaşındayken Kur’an kursuna gidiyormuşum mesela. Evet, daha beynimin soyut terimleri doğru düzgün kavrayamadığı zamanlarda bir tanrının varlığıyla tanıştırılmak hatta korkutulmaktan bahsediyorum. O yaşlardayken “Peygamberi görmek için ölürüm” diyormuşum. Bunlar hep öğrendiklerimden gelen şeylerdi. Şimdi soruyorum size, hangi çocuk o yaşlarda bu cümleyi kurmalı? Gerçekten aklınız alıyor mu 4-5 yaşlarında bir çocuğun beyninin bunlarla dolu olmasını?

Çok uzun tutmak istemiyorum ama bu konudaki tüm doluluğumdan bahsetsem günlerimi alır herhalde… Küçük bir çocukken bile askılı, şort gibi kıyafetlerin yasak olduğunu hatırlıyorum. Çok sevdiğim mini eteklerim de zamanla alınmıştı benden. Aynı yasaklar makyaj malzemeleri için de geçerliydi. Hiç unutmam, bir okul gösterisinde ruj sürmeyi çok istemiştim. Gece evde çantamla heyecanlı heyecanlı geziniyordum. Babam çantamdan rujumu çıkarıp duvara fırlatmıştı ve parçalara ayrılmıştı. Benim yapabildiğim tek şey ise yorganın altında ağlamaktı. Yaptığı baskının doğru olduğunu sanıyordu ama o gün kırılan tek şey rujum değildi, aileme olan güvenim ve sevgim de yavaşça yok oluyor, yerini koca bir boşluk hissi, güvensizlik ve haksızlığa uğramanın, baskılanmanın verdiği kızgınlığa bırakıyordu. Kırgınlıklarımdan bahsetmeme gerek yoktur herhalde… Ertesi sabah gösteri öncesinde bir arkadaşım bana da ruj sürmeyi teklif etmişti. Israrlarına rağmen reddederken neler hissettiğimi bu yaşımda bile hatırlıyorum ama onlar ne hissettiğimi anlamayacak bile…

O yaşlarımdan çok hikâye çıkar aslında ama devam edelim. Daha sonra bir muhafazakâr aile klasiği olarak İmam Hatip’e verildim. İşin komik kısmı, annem İmam Hatip’lerin ortamından şikâyet eden biri olmasına rağmen orada okumama izin veriyordu. İmam Hatip travmalarım da boyumdan büyüktür ama birini özellikle paylaşmak istiyorum.

İmam Hatip’e gidenleriniz bilir, formaların etek boyları daima uzundur, doğal olarak büyük beden etekleri giyerken çocuklar zorlanır. Her neyse, eteğime pens attırmış olmamıza rağmen hâlâ belime bol geliyordu. Malum 9-10 yaşlarında bir çocuğum. Bu yüzden sıkı dursun diye bel kısmını bir kez katlıyordum. Sınıftakiler bunu görünce beni hocamıza şikâyet etmişlerdi. Hoca derste beni dışarı çıkartıp hesap sormuştu. Takındığı sinirli yüz ifadesinden ses tonuna kadar her şey hâlâ aklımda. Evet, bu rezil kişilere eğitimci deniyor, bu adam bir sürü dergide yazılarını paylaşıyor ve alkışlanıyor. Kendisi din savunucusu olduğu için yaptığı hiçbir kötü şey için suçlanmaz tabii.

Ortaokul hayatımda bir başka İmam Hatip’e de gittim. Orası önceki okulumdan da beterdi. Başörtü zorunluydu, öğrencilerin sevgililerine takıntılı bir müdür yardımcısı, din din diye başınızın etini yiyen hocalar… Bahsettiğim müdür yardımcısı hâlâ işinde. Ben o okuldan mezun oldum ama şimdilerde kursa pantolonla gelen kızları kursa almıyormuş. Evet, bu kişiye de eğitimci deniyor. İşin garip kısmı bu kişiler ne kadar şikâyet edilirse edilsin başlarına bir şey gelmiyor ve aksine mesleklerinde daha da ileri gidiyorlar. Aileler tepki vermiyor mu diye düşünüyor olabilirsiniz ama çocuğunu İmam Hatip’e gönderen insanlardan ne beklersiniz ki…

Müslüman insanların başörtü olaylarına değindiğini illa görmüşsünüzdür. Birini tesettürlü olmaya zorlamanın, tesettürünü çıkarmaya zorlamaktan farkı nedir?

Daha sonra tesettüre giriş serüvenim başlıyor. O kumaş parçasını taktığım ilk gün de ağlıyordum, şu anda da her gün mahvoluyorum. İnsanlar bunun ne kadar ağır bir yük olduğunun farkında değil. Hayatının güzel bir dönemine girerken bile başörtünün her şeyi nasıl mahvedebileceğinin farkında değil. Her gün sabah kalkıp şalı kafasına geçirdiğinde ölüyor gibi hissetmek, dışarı çıkmak istememek ne demek; farkında değiller. En çok farkında olmadıkları şey ise siyasal İslam’ın yaşandığı bir ülkede zorla başörtü takan kadınların yaşadığı baskı. Bu yüzden bu sayfaya farkındalıklarından ve bizi bir araya getirdiklerinden dolayı bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

Lisede ise bir Anadolu İmam Hatip’e gittim, İmam Hatip’leri süsleyerek ve puanlı okullar arasına ekleyerek önümüze koymaları durumu sadece… Burada başörtü kuralı olmasa da kısa kollu giymeme, pantolon üzerine tunik giyme gibi aptalca kurallar var.

Lise yıllarında bir sürü yaşanmışlık elde ettim. En başta yönelimim, inanışım olmak üzere kendimle ilgili bir sürü şey keşfettim. Ailemin sevgililerimi ‘kız arkadaşım’ olarak bildiği kapalı bir hayat yaşadım. Gün geçtikçe ailemden uzaklaştım. O kadar garip ki her gün birlikte olduğun insanlara bu kadar yakın aynı zamanda bir o kadar da uzak olmak.

Şimdi 17 yaşındayım ve sınava hazırlanıyorum. Şu an sınava odaklıyım, ancak kazandıktan sonra neler olacağı beni korkutmuyor diyemem. Özgürlüğümü kazanma fırsatını kullanacağım, daha sona yeni bir mücadele başlayacak. Ekonomik durum, bir şeylere alışma süreci… Ama inanıyorum ki bunların hepsine değecek.

Bir an kronolojik gitmeyi bıraktım ama daha önce aileme açılmak istediğimi söyledim. Annemden “Benim için ölüsün.” cümlesini bile duydum, defalarca kez tartıştık. Bazen onlara üzülüp onları da düşünüyorum ama yaşadıklarıma bakınca çocuğunu seven biri böyle mi davranır diyorum.

Bu yolda bana destek çıkan ve benimle yürüyen arkadaşlarım var -ki birinin yeri bende başkadır- hepimiz aynı sorunu yaşıyoruz, ne zaman tesettürlü bir arkadaş edinsem sohbet derine inince hep zorla kapandığını anlatıyor. Hikayelerimiz benzer. Bazılarımız bir anda tesettürsüz bir şekilde evden dışarı çıkıp her şeyi karşısına alıyor; bazılarımız daha söyleme fırsatı bile yakalayamamış ama hepimiz aynı hikâyeyi ve aynı mücadeleyi paylaşıyoruz. Onlarla da sizinle de kendimle de gurur duyuyorum.

Ve eğer bir arkadaşa ihtiyacınız olursa, sadece dertleşmek, sohbet etmek için bile @stillwsnow hesabına yazarsanız mutlu olurum.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, umarım bir gün buraya zafer hikayemle gelip sizlere umut olabilirim ama bugün sadece “Özgürlük emek ister” şarkısını ithaf ediyorum hepinize…

“Unutmayın, en çok korktuğunuz şeyi yaptığınızda hayatınız yeniden başlar.”

(Görsel: Virginia Di Saverio)

Comment (1)

  1. Siyasal islam kız çocuklarını içine hapsetti. Çoğu kız iki kişilikli yaşamaya çalışıyor. Başörtünün altında kalan kişilik ve dışarısı. Kimim ben diye sorup duruyorlar. Sonu bunalım. Ne göründüğü gibi olan ne olduğu gibi görünebilen arada kalmış genç kızlar… Bize bunu yapanları başımızdan atmadıkca bu toplum değişmeyecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir