Hikayem o kadar karışık ve o kadar uzun ki neresinden tutsam, neresinden başlasam bilmiyorum. Sanırım ilk regl olduğum günden başlamak gerek. O zamanlar odam olmadığı için kardeşimle birlikte salonda sobanın yanındaki kanepede uyuyorduk. Halam yataktaki lekeleri görüp anneme söylemiş. Annem uyandırdı, anlattı. Temizledi, giydirdi. Hemen ardından her sabah yaptığım gibi bisikletime koştum. Annem durdurdu, “Hayır.” dedi; “Sen artık büyüdün, bacağında o eşofmanla bisiklet süremezsin mahallede”. Bisiklet benim en büyük özgürlüğümdü. Saçlarımda rüzgârı hissetmek, uçmak gibi bir şey. Doyasıya. Halam da dönüp “Otur oturduğun yerde” deyince ne yapacağımı şaşırıp öylece bırakmıştım bisikleti. 9 yaşındaydım, o dönem 5. sınıfa gidecektim. Şimdi 23 yaşındayım ve o yaşımdan bu yana yaşadıklarımı ancak anlamlandırabiliyorum.
Annem beni kucağına aldığında 15 yaşındaymış, bir dağın başındaydı evimiz. 15 yaşında bir ben bir de Allah varmış yanında. Ben biraz büyüyünce bir dini sohbete gitmeye başladık. Annem ilk defa yaşıtlarını ve sohbet edip sosyalleşecek arkadaşlarını bulmuştu. O küçücük yaşında yalnızlığın bunaltmışlığı ile onlara ve dine sarıldı. O mutluydu, ama ben hiç mutlu olmadım. O günden sonra hayatım dini baskılar, hiç gitmek istemediğim Kur’an kursları, hafızlık kursları ile doldu. Bir tane sohbeti hiç unutmam… Annemin arkasına oturdum, 7 yaşındayım, okula yeni başlamışım. Hoca bir şeyler anlatıyor, ama anlamıyorum. Halıyla oynuyorum. Annem dönüp sürekli elime vuruyor. Hocanın yüzüne bakıp dinliyormuş gibi yapıyorum. Tek istediğim kaçıp bisikletime kavuşmak. İyi bir azar yedim sonrasında elbette, nasıl olur da Ayşe’nin kızı hocayı dinlemiyor, dedirtirmişim.
Ben hızlı gelişen bir çocuktum. Yaşıtlarımdan daha uzun ve daha kilolu olduğum için hep 2-3 yaş büyük gösterirdim. Gecelerce lanet ettiğimi bilirim buna, ne olurdu ben de küçücük olsaydım. Memelerim hiç büyümeseydi ne olurdu sanki. Ben büyüdükçe daha 8 yaşındayken baskılar arttı. Her gün günah işliyordum. Her gün saçımın bir teli için 80 sene cehennem azabı yazılıyordu. Bir gün yalnız bıraktıkları bir akrabam tarafından cinsel tacize uğradım. Neredeyse tecavüze uğrayacakken kapıda büyükbabamın traktörünün sesini duyduk ve beni bıraktı. Küçücüktüm, unuttum ama içim hiç unutmadı. Başka bir akrabam tarafından “Abisidir” denip 30 kişinin birlikte yattığı bir akşam, yan yana yatırıldım. Elleri tüm gece boyunca asla durmadı. Sustum, unuttum, küçüktüm ama içim hiç unutmadı. Nefret ettim kendimden. Çirkindim, uzundum, şişkoydum, her gün günaha giriyordum. Benim yüzümden olmuştu bunlar.
Annem o sıralar merkeze inerken durdurup başıma bir şal dolardı. Bana sormadan. “Alış şimdiden” derdi. Korkudan asla çıkaramazdım. Bir oldu, iki oldu. O zamanlar ben de âşık olmak istiyordum, ben de sevilmek istiyordum. Güzel giyinmek, saçlarımı güzel güzel yapmak. En son birinden çok hoşlandım, nişana gidecektik, süslendim. Ama annem lafları ile beni aldı aldı duvarlara savurdu. O nişandan hatırladığım tek şey, saçlarımı yolup kafamı duvarlara vurup ölmek istememdi. Annem öyle bir baskı yapmıştı ki ruhum ezildi. O günün sonunda kapandım. 9 yaşındaydım ama 15 yaşında gibi duruyordum. Kimse beni sevmedi, ben çok âşık oldum ama kimse beni sevmedi. İnsanlar benim hakkımda hep konuşurdu. Asosyaldim. Pek konuşmazdım çünkü insanlar benim yerime konuşurdu zaten. Hikâye yazardım, şiir yazardım, dağlarda gezerdim, bisikletimle yeni yerler keşfederdim, çatıya çıkar ve hâlâ inandığım o devleri beklerdim. Hayal kurardım. Benim hayallerimi öldürdüler. İnsanlar ben kapanınca susar sandım, susmadılar. ‘Nine’ dediler, ‘teyze’ dediler, güldüler. Benimle yaşıt bir kız kuzenim vardı. O hep güzel olan, istediği gibi yaşayan ve sevilendi. Akrabalarım tarafından da o sevildi, ben hep içime kapandım. Zeki ve çalışkan olan olmayı tercih ettim. Zamanla bu suskunluğum annemin ve akrabaların olmadığı yerde hırçınlığa dönüştü. Okulda herkesi dövüyordum. Hem sınıf birincisiydim hem de kimsenin bulaşmak istemediği, yumruğuyla yere yapıştıran o ‘erkek fatma’ dedikleri kişiydim. Hiç sahip olmadığım bir güçtü, kendime bir iktidarlık kurmuştum. Bana ‘şişko ve nine’ diyerek zorbalık yapan herkesi döverek zorbalık uyguluyordum. Hem kendimden nefret ediyor hem de buna devam ediyordum. Lisede de devam ettim. Bu sefer kafamızı kapıda açıyor, çıkarken yeniden kapatıyorduk. “O zamanlar en mutlu olduğun an ne?” diye sorsalar, o başımızı açtığımız anı söylerim. Saçlarımı çok seviyordum. İlk defa saçımı yapmaya başlamıştım. Ama burada ise başka türlü bir zorbalığa uğramaya başladım. Sabahları kapalı geldiğimiz için köşeye çekiliyor, İstiklal Marşı’nda kapalı olduğumuz için hocalar tarafından hakarete uğruyorduk. Koca koca adamlar bize öfke kusuyordu. En sevdiğim hocalardan biri kapalı olduğumu öğrenince o dersimi 1 yapmak için elinden geleni yapmıştı. Hayallerimde bile kendimi açık hayal ederken bu zorbalık ile başörtümden vazgeçmek istemedim. Birilerinin ne yapacağımı sert dille, bağırarak, hakaret ederek söylemesinden bıkmıştım. Hep iki kişi yaşıyordum sanki. Bir asıl ben, bir de gösterdiğim. Sonraları başörtüsü serbestliği gelince lisedeki hoca zorbalığı arttı. Notlarım kasten düşürülüyor, sınıftaki tek kapalı olan bana iğrenerek bakılıyordu. Başörtüm için mücadele etmem, direnmem gerekiyordu. İstediğim bu değildi. Kıyafet bulamıyor, istediğim gibi giyinemiyordum. Ben kapalı olmak istemiyordum ama başörtüm için mücadele etmek zorundaydım. 17 yaşındaydım; ben kimdim ve ne yapıyordum, bilmiyordum, sadece bana ne derlerse o şekilde yaşıyordum. Tiyatrodaydım, çok güzel bir oyun çıkarmıştık, ama “Kapalısın, devam edemezsin.” dediler. Asosyalliğimi kırmıştım, sosyalleşmeye çalışıyordum, ama annem her defasında “Sen tesettürlü bir kadınsın, yapamazsın.” dedi. Son sınıfta ilk defa sevgili yaptım, günlerce ağladım günaha giriyorum diye. Bir kez bile yalnız görüşmedik ama ben kör kuyularda acı çekiyordum. İlk ilişkimde aldatıldım, çünkü suçlu bendim o zamanlar. Ben günah işlediğim için Allah beni cezalandırmıştı.
Güzel bir okulda güzel bir bölümde üniversite kazandım ve hemen ardına ikna çalışmaları başladı. “Üniversiteye gitme. Kocayı üniversiteye gitmeden de bulursun.” diye bir söz duydum. Çünkü misyonumu tamamlamam için ancak evlenmem gerekiyordu ve üniversite bunun için bir araçtı. Annem çok gözyaşı döktü. Sonunda gittim ama bir gün annemin çekmecesinde Allah’a yazdığı mektubu buldum. Ateşe atıyormuş beni, Allah onu affetsinmiş… Üzüldüm, içime attım. “Hadi bana kıyafet alalım” dedim anneme; yeni bir okul, yeni insanlar… Beni ferace almaya götürdü. İstemeden giydim 1 sene boyunca. Sevileyim istedim, yine kimse beni sevmedi. Bir gün kırdım zincirleri, trençkot aldım. Vakıflar, dernekler programlar gezdim. Annem neyi yapma dediyse yaptım. Aslında yana yakıla kendimi arıyordum. Birçok şey yaşadım, birçok şey gördüm, büyüdüm. Bugünkü ben olduğumda artık kalan zincirlerle yaşayamayacağımı fark ettim. Annem bana hiç o kapalı, çarşaflı kızlara sarıldığı gibi sarılmadı. Babam zaten baba olduğunun farkında bile değildi. Ben onlara hiçbir şey anlatamadım. Bu sene yazın “Ben açılmak istiyorum” dedim. Annemin baskısından bunalıp bir anda patladım, çünkü hâlâ pantolon giydiğim için beni aşağılamak ile meşguldü. Ağladı, yataklara düştü, babam da “Anneni üzdün, önce seni sonra kendimi vururum” dedi. Sustum. Annem hâlâ “Rüyamda seni çıplak gördüm, rüyamda seni açık ateşin içinde gördüm” deyip beni korkutmaya çalışıyor. Gün sayıyorum, bu sefer kesin olarak söyleyeceğim. Ben artık olmadığım biri gibi yaşamak istemiyorum. Ben annem için kapalıyım, Allah için değil.
(Görsel: Moïse Kisling)