Bu mesajı aileme yazıyorum. Ne kadar konuşsam da kendimi anlatamadığım, ne kadar bağırsam da sesimi duyuramadığım sevgili aileme…
Ben buyum. Tercihlerim bunlar. İnsanın özgür olmak istemesi suç değil. İnsan kanatlarını çırpabilmeli istediği an, istediği yere. Duracağı yeri kendi belirlemeli. Birbirlerinin ne zaman susayıp ne zaman acıktığına karar verebiliyor mu insanlar? Verebilmeli mi? Cevap elbette hayırsa aynı şey tercihler için de geçerli. Kimse kimsenin tercihinin doğruluğunu veya yanlışlığını yargılamamalı. Çünkü herkesin hayatı kendi temelleri üzerine kurulu. Ben yaşatmak istediğiniz hayatta değil, yaşamak istediğim hayatta mutluyum. Kendi yazdığım kurallarla, kendi belirlediğim yollarla, kendi doğrularımla ve kendi kanatlarımla… Ben özgür bir bireyim ve bir aileye sahip olmam, ebeveynlerimin dediği her şeyi onaylayacağım ve sürekli bir onay süreci içerisinde geçireceğim bir hayata sahip olacağım anlamına gelmiyor. Benim sevdiğim bir renk veyahut giydiğim bir kıyafet neden rahatsızlık oluşturuyor? Ben bir ‘kadın’ olarak neden demir teller ardında hayatı sadece seyretmeye mahkûm olayım ki? Suçlusunuz. Bir evlat olarak beni ben olduğum için değil de sadece bir bez parçası için; beni, sizin hoşunuza giden bir şeyi yaptığım için sevdiğinizi düşünmeme sebep olduğunuz için, aylarca bana gözyaşından, ”insanın bağrına bir öküz oturması” şeklinde tabir edilen iç sıkıntısından, stresten, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan, karanlıktan ve intihar düşüncelerinden başka bir şey vermediğiniz için… Çok düşündüm, hatta inanır mısınız çok da araştırdım ama intihar etmedim. O kadar küçük kalmadım karşınızda. O kadar yenik durmadım hayata karşı. Çok dibe düştüm ama çok kuvvetli kalktım. Benim bu hayattaki ilk başkaldırışım sizeydi ve başımın ezileceğini bile göze alarak yaptım bunu. Çünkü sizden korkmuyorum. Hiç kimseden korkmuyorum. İstediğim hayatı yaşamak bana neden korku versin ki? Milyonlarcası bana yürüdüğüm yolun yanlış olduğunu söylesin, eğer ben doğru olduğuna karar vermişsem bitmiştir. İnanılmaz fırtınalı günlerin içinde bir o yana bir bu yana savruldum. Geçti. Her şey geçiyor. Çok klasik bir cümle gibi geliyor insana ama yaşayınca gerçekten her şeyin geçtiğini anlıyorsunuz. Hâlâ etek boyuma göre namus damgası yesem de, giydiğim bir kıyafet yüzünden kendimi pazarladığım söylense de bu savaşın içinde direnmeye devam ediyorum. Kısa bir süre sonra tüm bu şeylerden kurtulup uzaklara gideceğim ve artık duyduğum tek ses kendi sesim olacak. Evden hiçbir hesap vermeden çıkabileceğim, istediğim kadar gökkuşağı olabileceğim ve bütün karanlıklardan uzaklaşacağım. Canım ailem, bakın bunları sizin için yazdım. Çok istiyorum bir şeyleri değiştirebileyim sizde, sizi iyileştirebileyim… Çok istiyorum ve çıldıracak seviyeye gelsem de çabalıyorum. Biliyorum, siz sadece benim iyiliğimi istiyorsunuz. Ama böyle olmayacağını fark edemiyorsanız öğreneceğiniz çok şey var demek ki… Olur. İnsan her yaşta öğrenir. Her yaşta değişebilir. Öğreteceğim. Sizi çok seviyorum. Sizi sevdiğim kadar nefret de ediyorum. Elimden aldıklarınız için. Yaşattığınız karanlıklar için. İçimde yarattığınız zelzeleler için. Sadece size değil, herkese öğreteceğim. Herkese göstereceğim. Tek suçlu siz değilsiniz.
Ben bir kadınım ve tercihlerim beni daha az ya da daha çok namuslu yapmaz. Ben bir kadınım ve bu hayatta her şeyi başarabilirim. Ben bir kadınım ve eşit emeklerin eşit karşılıkları olduğunu savunuyorum. Ben bir kadınım ve istediğim her şeyi yapmakta özgürüm. Ben bir kadınım ve sadece özgürce yaşamak istiyorum. Ben bir kadınım ve kimsenin oyuncağı değilim. Ben bir kadınım ve hayatımın hesabını kimseye vermek zorunda değilim. Ben bir kadınım ve bedel benim bedelim. Beden benim bedenim. Ben bir kadınım yani ben bir insanım, herkes gibi.
Bunu okuyan ve ufacık bir güce ihtiyacı olan bütün kadınları kucaklıyorum. İstersek her şeyi başarabiliriz biz. Hiçbir şey bizim deli ruhumuzdan ve sonsuz inancımızdan güçlü değil. Pes etmeyin, umut edin. Sevgiyle…
(Görsel: Markus Schinwald)