Aynaya bakarken gözlerimin dolduğunu görüyordum, o saçımı topladı, içimden nefret ediyordum, bonemi taktı, çığlık atmak istiyordum.

Kapandığımda (kapatıldığımda) 14 yaşındaydım. Bir gün aynanın karşısına annem beni oturttu ve başörtüsünü takmaya başladı. Zaten bir önceki günden söylemişti: “Yarın kapanacaksın…” O takarken içimden nefret ediyordum. Aynaya bakarken gözlerimin dolduğunu görüyordum, o saçımı topladı, içimden nefret ediyordum, bonemi taktı, çığlık atmak istiyordum -aslında atıyordum. Sessiz bir çığlıktı benimki. Hani boğazınıza bir yumru takılır gibi olur ya, yutkunamazsınız… Annem bana dedi ki ”Gönlün var değil mi, kapanmak istiyorsun?”. O zaman “Hayır.” diyemezdim. Diyemedim… Zaten desem ne olacaktı? Bana o yaşıma kadar bu dayatıldı. “Kapanacaksın!” Benim saçlarımı yıkardı küçükken ve hep derdi ki; “Zamanı geldiğinde kapanacaksın değil mi?” Sert bir şekilde söylediklerini hatırlamıyorum. Ama sert söylemeseler de hissediyordum ne kadar sert olduklarını.

Liseye geçtiğimde kapalıydım. O kapanmadan önceki son yaz tatili ne kadar güzeldi… Ne kadar özledim. Dışarı çıkardım, dışarı çıktığımda dışarı çıktığımı hissederdim. O zamana geri dönmek için her şeyimi veririm.

Kapandığımda ilk başlarda çok zorlanmadım. Online eğitim olduğu için evden çıkmıyordum zaten. O yüzden başörtüsü takmıyordum. Ama cama saçı açık çıkıyordum. Onlar evde de başörtüsü takmamı istiyorlardı. Takmıyordum. Dışarıda bile istemediğim bir şeyi evde nasıl yapabilirdim?

Bu cama ‘açık’ çıkma olayını kendi içlerinde büyüttüler. Sonra ne yaptılar biliyor musunuz? Cama saçım açık çıkmayayım diye saçlarımı kazıttılar. Ama sözde kazıtmalarının sebebi saçımın daha sağlıklı ve güzel gelmesiydi.

Saçım uzayana kadar evde yine başörtü takmadım. Yine başaramadılar. Evde şapka takıyordum. O başörtüyü takmayacaktım. Onların istediği gibi yaşamak beni çok.. sinirlendiriyordu.

Yaz tatili bitti ve 10. sınıf başladı. O sabah ağlayarak başörtümü yaptım ve okula gittim. Onu taktığımda sanki dünyadan soyutlanmış hissediyordum. Hiçbir şeyi sevemiyordum. Ders dinlemek gelmiyordu içimden. Sanki boynumu, saçımı kapatan şey bir bez parçası değil, beni rahatsız eden, boğan bir yılan gibiydi. Boynumu sarmış, sıcak ve yeterince rahatsız edici… Arkadaşlarım sorduğunda isteyerek kapandım diyordum. Ne deseydim? Benim ailem bir cahil, insanların fikirlerine saygı duymayan insanlar.. diyemezdim. Ondan ziyade onlara boyun eğme güçsüzlüğümü anlatamazdım. Güçsüzdüm. Ve kendimden nefret etmeye başladım.

O kadar kötü bir his ki.. Beni boğan o başörtüsü değildi. Beni boğan istemediğim bir şeyi yapmaktı. Bir kere onların tepkisini ölçmek için ben açıldım demiştim. Hemen tepki gösterdiler. Külahları değişiriz dediler. Ben de şaka olduğunu söyledim hemen. Onlarla tartışmaya gücüm vardı ama korkuyordum. Konuşurken, kendimi açıklarken bir anda ağlamaya başlamaktan korkuyordum. Aynı evin içerisinde herkesin benden nefret etmesinden korkuyordum.

Bir gün onlarla konuşamayacağımı anladığımda babama bir mektup yazdım. Açılmak istediğimi ve onların karışmaması gerektiğine dair bir mektup. Okuduktan sonra beni çağırırsın dedim. O mektubu açarken ben odada tırnaklarımı yiyordum, korkuyordum, terliyordum.. Kalbimin attığını hissediyordum. Beni çağırdı. Beklediğim kadar büyük bir tepki vermedi. Anlattı. Babaannem ölmüşmüş, bak şimdi ahiretteymişmiş, asıl hayat diğer taraftaymışmış, oraya çalışmalıymışmışım. ”Sen kendi ahiretine çalış o zaman” demedim. Diyemedim.

Annemle kahvaltıda her gün bu konu hakkında kavga etmeye başladık. Bana avukat olmam gerektiğini söylerler. Kendimi çok iyi savunurum. İyi konuşurum. Ona yılmadan her sabah anlattım. Bana dedi ki “Açılırsan mezarıma gelme”….. Ne diyebilirdim ki artık. Demek ki anneliği benim açılmama kadarmış. Bıkmadım. Ona hep alttan alttan mesajlar verdim. En sonunda “Ne yaparsan yap, ben izin verdim git babandan izin al.” dedi ve ikna etmem gereken kişi babamdı.

Ama gelin görün ki avukat hanım babasının karşısında tek kelime edebiliyor mu? Bana bir şey yapmadı ama korkuyorum ondan. Ailem bakıldığında mükemmel bir aile gibi. Hiç bir şeyimiz eksik edilmedi, harçlık, servis, eğitim, gıda.. Hiç eksiğimiz yoktu ve zaten buradan vurmaya çalıştılar hep. Biz senin neyini eksik ettik. Her şeyim vardı ama hiçbir şeyim yoktu. Bunlar eksik olsaydı da mutlu olsaydım. Sürekli psikolojik olarak kötü hissettirildim. Evde ne yapsak korkardık. Onlara sorsanız en iyi aile onlar. Bazı şeyleri anlatmak zordur. Şöyle söyleyebilirim, onlar bulunduğum odaya geldiklerinde ben başka bir odaya gidiyordum.

Kabul etmediler, özgürlüklerini elinden alırız dediler. Ne özgürlüğüm? Mutfaktan oturma odasına gitme özgürlüğüm mü? Televizyonda hangi kanalı izleyebileceğim? Sanırım okuldan bahsettiler. İstediğim hayatı yaşamak için 18 yaşımı beklemek beni o kadar üzüyor ki.

Beni güya cennete göndermek için zorla taktırdıkları başörtüsü bana ne fayda sağladı biliyor musunuz? Ben artık dinimi sorgulamaya başladım. Bu kısıtlama, bu zorbalık, bu şey bir dinde olamaz. Hoşgörü dini olan bir dinde bu bulunamaz? Şimdi ne eskisi kadar dine bağlıyım, ne eskisi kadar onları seviyorum. Ama vazgeçmeyeceğim. Bir kez daha ve bir kez daha deneyeceğim. Beni bu yüzden sevmeyeceklerse, bu yüzden evlat olarak görmeyeceklerse böylesi daha iyi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir