Bazen tuvaletlerde, bazen ıssız sokaklarda, bazen de bir kamyonun arkasına geçerek başımı açtım

Merhaba.

Kaderim buradaki pek çok kişinin kaderine benziyor. Ben, İstanbul’un muhafazakar semtlerinden birinde doğdum ve büyüdüm. Çok yakınımda bir cemaat yapılanması var, bu yüzden çocukluğumdan beri çarşaflı kadınlara ve cübbeli erkeklere aşinayım. Benim ailem bir tarikata bağlı olmadığını iddia ediyor fakat annem, tarikat liderinin bazen gündem olan açıklamalarını dinlemekten geri durmaz. Beni küçük yaşta kursa gönderdiler. Orada Arap harflerini önce öğrettiler diye anneme sonraları çok kızdım. Çünkü ilkokulda okumakta ne kadar zorlandığımı hatırladım. Hani bazı anılar, tozlu raflarda beklerken birden bir gün ışığı vurur da bir el uzanıp o anıyı çıkarır ya, işte öyle oldu. İlkokula başladığımda da kursa gönderildim. Hafta sonları yaşıtlarım oyunlar oynarken ben kuran, tesbihat, siyer üçgeninde gidip geliyordum. O zamanlar namaz sırasını bile bilmiyordum, hocaları taklit ediyordum sadece. O yaşta “Ben kılmayacağım!” diyemezdim. Mutlaka aileme şikayet giderdi ve ben annemden şiddet görürdüm. Zaten annemin beni dövmediği gün yoktu. Alışkındım. Belli bir süre -ortaokula geçene kadar- bunun normal olduğunu sandım. Her anne sinirlenip eline terliği alıyordur diye biliyordum. Ama anneminki çok fazlaydı. Kaç kere boğazımı sıktığını, yere yatırıp tekmeler attığını hatırlamıyorum. En acı vereni yere yatırıp ciğerimin üstüne basmasıydı. O an nefesin kesiliyor, ses de çıkaramıyorsun, sadece bitmesini bekliyorsun. Çocukken bu benim normalimdi. Çünkü ne ablam ne abim var, beni kimse korumadı ve kimse normal olmadığını anlatmadı.

Sanıyorum ki çocukluğuma dair çok fazla kötü anım olduğundan beynim kendini kandırarak mutlu olanları hatırlıyor. Bazen de tetikleyici bir şey oluyor ve parlayan bir kötü anı sanki onu yeniden yaşıyormuşum gibi acı veriyor. Küçükken annem bana ne yaptıysa, yaşlanınca ben de ona yapmak isterdim. Hep onun hayalini kurardım. “Bana gücü yetmeyecek ve bana yaşattığı acıları bir bir ona yaşatacağım.” Sanırım beni hayatta tutan şey buydu. Sonraları bu düşüncemden çok utandım çünkü o benim annemdi. Şimdi bu kelimeyi kullanmak çok ağır geliyor çünkü hayatımı zehir eden kadına ‘anne’ demek çok ağır. Onu da tamamiyle suçlayamıyorum çünkü mutlu bir evliliği olmadı, babamın onu en az 2 kere aldattığını biliyorum. Birini kuzenimden duymuştum, birini telefonunda yakalamıştım. Ve şimdi o baba, kalkmış bana ahlak dersi veriyor. Büyüklere karşı saygı, hoşgörü vs vs. Sadece bunlarla kalsa keşke. Aileniz tutucu ise muhtemelen sizin üzerinizde hak sahibi olduğunu düşünerek tüm hayatınızı şekillendirmeye çalışacak. Örneğin: Namaz kılmaya zorlamaları gibi. Bunun karşılığında beni temel bir ihtiyacımla tehdit etmeleri gibi. Milletin yanında babanızın “Ben kızıma okuması için her türlü desteği sağlarım.” dedikten sonra harçlığınızı komik bir miktarda eksik vermesi ve annenizin iktidarı savunmak için “Başörtün olmasa okuyamazdın (baban göndermezdi).” demesi gibi. Hayat, bu kadar acı oluyor bazen evet.

Şimdi kendimi delirmenin eşiğinde hissediyorum. Bu evde geçirdiğim her dakika işkence gibi geliyor. Bu yüzden kendimi dışarı atmaya çalışıyorum. Üniversiteyi bilerek evden uzakta yazdım ki rahatça gezebileyim, açılabileyim. Okula başlarken de açık gitme kararı aldım. İlk başta zorlandım çünkü hiç bu kadar art arda başımı açmamıştım ve metroyu kullanırken -İstanbul’un en kalabalık istasyonlarından birinde aktarma yaptığımdan- “Bir tanıdık çıkar mı acaba?” diye düşünmeden edemiyordum. Bir süre bu kaygımı yenmek için maske kullandım. Bazen tuvaletlerde, bazen ıssız sokaklarda, bazen de bir kamyonun arkasına geçerek başımı açtım. Okula öyle girmek istemiyordum. Bir iki kez mecbur kaldım. Kimse görmeden tuvalete girip açtım. Kışın açmak çok daha kolay oluyor. Evdeyken şalımı iki ucunu yere bakacak şekilde bir iğneyle tutturuyorum, bağlamıyorum yani, açmak istediğimde iğneyi çıkarıp montumun şapkasının altından şalımı geri itiyorum ve kolayca çıkıyor. Sanki boynunuza attığınız bir şal gibi gözüküyor.

İçimi döktüğüm için çok mutluyum, demin ağlıyordum ancak şimdi kendimi çok daha iyi hissediyorum. Kızlar, sözüm şu ki ailenize her şeyinizi anlatmak zorunda değilsiniz. Onları kırmak istemiyor olabilirsiniz ancak bu sizin hayatınız. Mutlu olmayı seçmelisiniz. Başkalarını mutlu etmek için yaşamayın. Bizim gibiler için tek seçenek aile evinden kurtulmak. Bunun için de kendi ayağımız üstünde durmalıyız. Ben de okulumu bitirip bu evden defolup gitmek istiyorum. Çünkü buradayken her gün akıl sağlığım hakkında endişeleniyorum. Yardım almam gerektiğinin de farkındayım. Buraya yazmadığım bazı şeyler var. Bunlar beni tüketiyor. Profesyonel yardım almalıyım ama nasıl, onu bile bilmiyorum. Ailem psikiyatriste para vermez. Okulla işi aynı anda yürütmemin de imkanı yok. Çok fazla dersim var ve devamsızlık sorunu var. Online iken bile böyle. Okulun açılmasını dört gözle bekliyorum, rüzgarın saçımdaki fısıltısını özledim. Güzel günler gelsin artık. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. Bazen sadece sabretmek gerekiyor. Benden yaşça küçük dostlarıma (ben on sekizimdeyim) verebileceğim tavsiyem bu<3

(Görsel: Daria Petrilli)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir