Merhaba, burada yazılanları 2 yıldır takip ediyor ve okuyordum. Ancak hiçbir zaman paranoyalarımdan dolayı yazacak cesaretim olmadı. Ta ki şu ana kadar. Ben de tıpkı diğer arkadaşlarımın yaptığı gibi kendi hikayemi anlatmak ve “yalnız yürümeyeceksin” ailesine bir mektup bırakmak istiyorum.
Aslında her şey kendi varoluşumu fark etmemle başladı. O andan itibaren sanki içimde sürekli artan bir korkuyla büyüdüm. Her daim birileri tarafından izleniliyormuş korkusu büyüdükçe de geçmedi. Çok küçük yaşlardan itibaren diğer akranlarımın giyindiği gibi ya da oynadığı gibi oynayamıyordum. Sürekli diken üstündeydim sanki.
Neden benim saçlarımın da diğer kızların saçları gibi uzatılıp açık bırakılması yerine sürekli kısa ve toplu halde olduğunu veya diğer kızlar tırnaklarına oje sürüp bana “Eğer oje sürersen parmakların cehennemde yanacak.” denildiğini anlayamıyordum. 5 – 6 yaşlarımda hissettiğim bu duygular, okula başlamamla daha kötü bir hal aldı. Çünkü diğer arkadaşlarımın böyle bir hayat yaşamadığını görmek sanki bu dünyada sadece benim bunları yaşadığımı hissettiriyordu bana. Arkadaşlarım renkli taçlar takarken, “Saçınla başınla uğraşıp soytarı mı olacaksın?” denmesi, beni zaten onların belirlediği aşağılık gelecek için alıştırmaydı sadece.
Ancak asıl olay 4. sınıfta başladı benim için. Bir anda panik ataklar yaşamaya başladım. 5. sınıfa geçtiğimdeyse panik ataklara OKB eklendi. Sürekli rahatsız edici düşüncelerle uğraşıp durdum. Annemlerse beni doktora götürecekleri yerde, bütün bu olayların ben namaz kılmadığım için olduğunu söyledi. Namaza başlamıştım ve OKB’nin de etkisiyle namazları aşırı titiz kılıyordum. Bunların bana iyi geleceğine inanıyordum. Daha sonra ibadetlere önem verdiğim için 5.sınıfın 2. döneminde zaten eninde sonunda yapacağım o belayı, yani türbanı, başıma doladım. O an akrabalarım ve ailem o kadar iyi tepkiler verdi ki, altın bile taktılar. Ancak her ne kadar kendime itiraf edemesem de, türbanın verdiği aşağılık duyguyu her dışarı çıkışımda hissedebiliyordum.
8. sınıftayken tam da onların istediği gibi gidiyordu her şey. Simsiyah ve upuzun giyiniyordum. Kendime olan saygım gitgide azalıyordu, sosyal fobim artmaya başladı. Ama babam buna rağmen sürekli daha da kapalı giymemi istemeye başladı. Bir türlü memnun olmuyorlardı. İstemedikleri olunca şiddet, zorbalık görüyordum. Ve o zamanlar dini sorgulamaya başladım. Bu nasıl bir dindi de, güzel olan her şeyi haram kılıp, aşağılık ve çirkin şeyleri hoş kılıyordu? Ve madem “hak” ve doğru buysa, kendimi iyi hissetmem gerekmez miydi? Neden aynada kendime bile bakamıyordum?
Liseye geçince onların bana anlattığı Ortadoğu masalları hiç bir anlam ifade etmemeye başladı. Orucu da namazı da bıraktım. Tabi bu noktaya gelene kadar az şiddet ve hakaret görmedim. Ancak tanrılarına yaptıklarına inandıkları hiç bir ritüel onların “türbanı” kadar önemli olamazdı en nihayetinde. Ancak pes etmedim ve geri de durmadım. Sosyal fobimi yendim, batıl inançlardan kurtulunca bana nefret ettirilmiş cinsiyetimi ve kendimi sevmeye başladım. Ancak hala bana bir açılabilirsin diyorlar, açılmaya yeltenince de hayır açılamazsın diyorlardı. Bende bir anlık bir sinirle saçlarımı sıfıra vurdum. O örtmeye çalıştıkları kılın benim için hiç bir anlamının olmadığını göstermek için.
Şimdi yeni bir şehre taşınacağız. Bana açılabilirsin dediler. Sonuçta yeni şehirde onları kimse tanımayacağı için benim açılmamı kimse önemsemeyecek onlara göre. Saçım uzadı ancak hala kısa. Bundan dolayı yeni sınıfımdaki insanların benimle dalga geçmesinden biraz korkuyordum. Ama artık umurumda da değil. Başımın üstünde gökyüzü olsun da, gerisi boş.