Bu haldeyken yaşadığımdan emin bile değilim

Bu mektup, buraya yazdığım üçüncü mektubum ve aynı zamanda son mektubumdur.

“Seneye reşit olmanın vereceği güçle iki kimliğimi teke indireceğim. Acımasız diktatöre yenilmeyeceğim.” İşte bu cümlelerle noktalamıştım son mektubumu. Gözyaşlarım yanağımdan umarsızca süzülürken verdiğim sözün ağırlığı altında ezilmemek pahasına kendime yeminler ettiğim o gecenin üzerinden sanki bir ömür geçmiş gibi hissediyorum. Fakat şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, kesinlikle değdi kardeşlerim. Neye değdiğini sorguladığınızı duyar gibiyim. O halde karnındaki böcekçiklerin bir türlü rahat durmadığı bu kardeşinizin sizlere anlatmasına izin verin. Yirmi bir temmuz günü annemin dudaklarından dökülen şu cümlelerin hayatımı artık yaşanabilir kıldığına henüz inanamıyorum. “Artık açılabilirsin. Belli ki içinde gerçekten uhde kalmış.” Anne, bu içinde kalabilecek bir uhdeden daha fazlası. Senin belki şu an yalnızca bir heves diye nitelendirdiğin bu vaziyet, benim yaşamımı öldürüyor ve tabiri caizse beni yaşayan bir ölü kılıyordu. Fakat ziyanı yok, bunun için dertlenmeyeceğim. Zira beni bu kadarcık bile anlamış olman benim derin bir soluk, ciğerlerlerimi patlatacak kadar kocaman bir soluk almamı sağladı.

Bundan birkaç hafta önceydi kardeşlerim. Yine umutsuzluk ve karamsarlığını üzerinde hakimiyetini koruduğu, henüz ihtişamlı güneşin selamlamadığı yaşantımın günlerinden birindeydim. Son dönemlerde özellikle malum konunun ev içinde konuşulmasından ötürü annem en ufak bir vukuatımda beni azarlıyor ve konuyu bir şekilde tesettür mevzusuna çekiyordu. Yani son günlerde sürekli göze batıyordum anlayacağınız. O gün odamda gözleri dolu dolu otururken annem bir anda odaya daldı ve heyecanlı ama sorgular gözlerle “Hayırdır, kötü bir şey mi oldu? Neden ağlıyorsun?” diye sorunca yüzüne utanıp sıkılmadan haykırmak istediğim onlarca sebebim olduğu halde bozuntuya vermedim ve bir sorunum olmadığını söyleyerek geçiştirmek istedim. Yalnız annemin keçi inadına sahip biri olduğunu unutmuş olmalıydım ki, o bir türlü yanımdan ayrılmadı. Benden beklediği cevabı alamayınca bir hışımla, “Açılmak mı istiyorsun? Kaç gündür bu meymenetsiz suratın bu yüzden değil mi?” diye çıkışınca hazırda bekleyen gözyaşlarım yanağımdan oldukça emin adımlarla süzülmeye başladı. Artık daha fazla bekletmenin bir faydası olmayacağını anlamıştım ve yanıtlamaktan sürekli kaçtığım bu soru cümlelerini bu sefer yanıtlamak zorundaydım.

“Evet açılmak istiyorum. Ben böyle mutlu değilim, bu haldeyken yaşadığımdan emin bile değilim.” dedim bir yandan zayıf görünmekten çekindiğim için yaşlarımı silerken. Yürek yemiştim kardeşlerim. Yıllarca dudaklarımdan dökülmeyi bekleyen bu cümleler artık özgürdüler. Artık boğazıma oturan o koca yumruya takılmayacaklardı. Bir yandan ağlayıp bir yandan bir şeyler zırvalıyordum fakat kendimi bile duyamıyordum. O esnada neler söyledim inanın hatırlamıyorum. O anın heyecanı ve özgür olmak istemenin yakıcı iştahıyla kavrulan ruhumun, artık örülmüş bu aptal duvarları aşmak istediğini hissediyordum.

Annem sürekli evin içinde söylenerek hızlı adımlarla dolanıyor sesini bir yükseltip bir alçaltıyor, hakaretler savuruyor, tövbeler ediyordu. Sonra ağlamaya başladığını işittim. O ağlayınca birden gözyaşlarım durdu. Ağlamıyordum artık. Canını mı yakmıştım söylediklerimle? Eğer öyleyse pişman değildim. Babamı aradı ve olanları kendi penceresinden anlattı. Tüm bu yaşananları anlatırken beni hiçe sayıyordu kardeşlerim. Babam bu sefer beni aradı; açılırsam eğitimsel tüm haklarımın artık elimden alınacağını, ben evleninceye kadar onun himayesi altında olduğumu ve buna benzer mantık dışı bir yığın şeyi anlatıyordu bana. Benimle konuşurken annemin ağzını kullanıyordu. O annemin aksine daha sakin konuşuyordu fakat bu sakinlik beni daha çok kahrediyordu.

Dalgaya alınıyormuşum gibi hissediyordum. Babama “Ben bir eşya mıyım da beni bir müddet sonra başkasının himayesine teslim edeceksiniz” dedim. Oldukça sinirlenmiş olmalıydı çünkü sakinliğinin altında yatan, zar zor zaptetmeye çalıştığı o siniri birden açığa çıktı ve bağırmaya başladı. Annemin aksine hakaret etmeyeceğini biliyordum, etmiyordu da. Yalnızca bağırıyordu. Bu tatsız telefon görüşmesinden sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eden annemin aslında içten içe kendini yediğini sezebiliyordum. Annemin tüm gününü mahvetmiş olmalıydım. Ailemin huzurunu bozmuş olmalıydım. Fakat sorun etmiyordum, nasılsa ben her zaman ailemizin huzurunu kaçıran bir evlattım. Tek derdi yalnızca olmak istediği gibi yaşamayı arzulayan, felaketlerle dolu olsada dünya dedikleri bu yere yalnızca tek yönlü bir biletinin olduğunu idrak edebilmiş bu kızın, gerçekten olmak istediği gibi yaşamaya ihtiyacı olduğunu anlamıyordu benim ailem. Anlamak istemiyorlardı. Akşam olunca sofra hazırlandı fakat sofraya oturmaya gitmedim. Annem sürekli içeriden küçük kardeşimi sofraya gelmem için yanıma gönderiyordu ama ısrarla gitmiyordum, iştahım kaçmıştı.

Bir müddet sonra ikinci bir patlamanın yaşanabileceğini ortamdaki atmosferden ötürü sezebiliyordum. Sezgilerimde yanılmamıştım kardeşlerim ve o bir yaygara daha çıkarmıştı. Artık alışmıştım onun bu anlık yükselmelerine, kontrolsüzce bağırmalarına. Saatlerce durmadan söylenecekti yine. Aynı şeyleri adeta bir bozuk plak gibi tekrarlayacak ve kafa ütüleyecekti. Ama tüm bunları yapmayı reddetmiş olacaktı ki bir anda evi usulca terketti. Saatler geçti ama tek bir ses yoktu annemden geriye. Nerede olabileceği ve gecenin bu vaktinde dışarıda ne yaptığını kestiremiyordum bir türlü. Endişe ediyordum elbette. Uyumaya karar verdim belki o sırada gelir düşüncesi ile. Ertesi gün öğle vaktine kadar yine ondan ses yoktu. Muhtemelen babamın yanındaydı. Telefonlarımıza cevap vermiyorlardı. Onlarca cevapsız çağrıdan birini yanıtlarlar herhalde diye düşünsemde bu sefer yanılmıştım. Hiç birini yanıtlamadılar.

İkindi vaktine yakın kapı çaldı ve ortanca kız kardeşim kapıya baktı. Elleri poşetlerle dolu bir şekilde kapıda dikiliyordu annem. Odamdan çıkmamıştım. Sessizce otururken dinlemeye koyuldum anne ve kardeşimi. Sakince sıradan şeyler hakkında konuşuyorlardı. Çok geçmeden adımı seslendiğini duydum. Nazikçe seslenmişti bana. Tuhaf gelmişti onun bu tutumu. Henüz yeni yaşanmış bu tatsız olaydan sonra zaptedilmesi güç birine dönüşeceğini, hatta benimle bir daha gerekmedikçe konuşmayacağını düşünüyordum oysa ki. Ama yanılmıştım kardeşlerim. Bu olay karşısında ki tutumumda kararlı olduğumu gösteren yüz ifadem ve duruşumla yanına gittim. Yüzüme küçümser bir bakışla bakmıyordu. Kavgacı bir duruşu yoktu. Bir el uzatmak istiyor gibi duruyordu karşımda.

Anlam veremiyordum kardeşlerim. Aslında bakarsanız henüz daha tam olarak idrak edebilmiş değilim ondaki bu değişimi. Tam olarak onda dönüm noktası yaratan şeyin ne olduğunu ona sormadım. Nasıl olurda buna müsaade ettiğini, geçmiş dönemlerde annelik üzerinden ettiği yeminleri nasıl hiçe saydığını; ( evlatlıktan reddetme gibi, verdiği sütü helal etmeme gibi oldukça trajikomik birtakım tehditler) o gece babamla neler konuştuklarını ve nasıl olur da bir gecede böyle radikal bir karar aldıklarını sormadım. Sormak istemedim. Onlara karşı böyle bir mücadele vermek beni yormuştu zaten. Yanına çağırdı ve o cümleleri söyledi. Yeniden doğmuş gibi hissetmek ne demek öğrenmiş oldum ve o müthiş ana dair hatırladığım en son şey, bu kez mutluluktan ağlıyor olmamdı.

Beni yoran annemdi kardeşlerim. Benzer kimi öykülerde baba figürünün daha baskın olduğunu okudum. Fakat benim annem tam anlamı ile bir diktatördü. Aşılması güç koca bir duvardı. Bana, “Kim nasıl iyi hissediyorsa öyle yaşayabilir. Ben artık kimseye karışmayacağım.” dediği anın değeri paha biçilemez. Annemin içinde bir yerlerde o diktatörü yok etmek isteyen bir karakter daha var. Yalnızca o karakter gibi davranmanın onu acizliğe iteceğini ve onu güçsüz bir kadın olarak göstereceğine inandırdı kendini yıllarca.


Kabul etmeliyim ki zorlu bir mücadeleydi. Tam altı yıl süren bir mücadele. Fakat, (bunu söylemekten gurur duyuyorum) ben kazandım. Yaşantımı kendi kontrolüm altına aldım. Aslında yalnızca olması gereken ne ise onu yaptım, hepsi bu. İtiraf etmeliyim bu yolun ta en başlarında kesinlikle başarabileceğine dair kendine mutlak bir inanç besleyen biri değildim. Yani demek istediğim bir şeyleri başarmak için kendinize inanç besliyor olmanız gerekir öyle değil mi? En azından birçok insan bu görüşü gerçekten savunurlar. Fakat çoğunluğun savunduğu o görüşün her zaman doğru bir görüş olduğunu iddia edemezsiniz. Ümitsizliğin etrafınızda koca bir kalkan oluşturmuşken, berbat bir haldeyken ve inancınızın tamamen tükendiği noktada dahi mücadelenizi devam ettirebilirsiniz. Ettirmelisiniz kardeşlerim.

Bu platformda çektiğim acıların birebir aynısı olmasa da benzerlerini; belki daha yoğununu, belki en uç noktalardaki formlarını diğer kardeşlerimde çektiler ve çekiyorlar biliyorum. Yalnız olmadıklarını söylemeliyim. Kolay değil, kimse kolay olduğunu söylemedi zaten. Şu adi gezegende ne yazık ki nefes almak dahi zor. Ancak biricik yaşamınızı, benliğinizi kazanmak istiyorsanız lütfen denemeye devam edin, kendinize has o emin duruşunuzu farkettiklerinde geri çekilmeye başladıklarını göreceksiniz. Kendinize iyi bakın kardeşlerim. Kendinize gerçekten iyi bakın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir