”BU NE CESARET! HEM DE BANA!”

Bugün cuma, saat neredeyse 10. İçimde adını koyamadığım b*ktan bir duygu. Ağzımda acının kekremsi tadı. Nefes alışverişim, oturuşum, kalkışım, yürüyüşüm hep güvensizlik tohumları ekiyor etrafa. Artık nerede yaşadığımı, neye ait olduğumu bilmiyorum. Ait olduğum bir yer yok artık.

Canım o kadar yanıyor ki, bu acıya bu kadar soğukkanlı yaklaşabiliyor olmam beni korkutuyor. Bir süredir donukça yaşıyorum. Hislerim köreldi. Artık yaşamak istemiyorum. Hayata dair, aşka dair, insanlara dair olan inancımı kaybetmek üzereyim neredeyse. Bir anne çocuğuna nasıl böyle davranabilir, nasıl kişisel hırsları için çocuğunu harcayabilir aklım almıyor. Etrafındaki fikirleri kendi çocuğunun sağlığına önceleyen bir anne, çocuğunun ne durumda olduğundan bile bir haber.

Bugün açık bir şekilde çıkmak istedim dışarı. Çünkü hiçbir zaman ne annemin ne babamın bunu kabullenemeyeceğini fark etmiştim. Saçlarımı yaptım, üstümü giyip aşağı indim. Direksiyon dersine götürecekti annem beni.

Beni öyle görünce aşırı tepki verdi. Arabaya almadı, zorla arabaya binmeye çalıştım durumu açıklayabilmek için. Bir şekilde bindim. Bağırmaya başladı. ”Bu ne cesaret! senin gibi evlat olmaz olsun! seni doğurduğum güne lanet olsun!”

Saçlarımdan tutup çekti sonra. Saç tellerim ellerinde kaldı, o an o kadar çaresiz o kadar bu dünyaya ait hissetmedim ki… Şu an bunları yazarken bile gözlerimden yaşlar boşalıyor. Beni arabadan itti.

Eve girdim ağlayarak. Üstümü değiştirdim, yatağa oturdum. İçerde söylenmeleri devam etti. ”BU NE CESARET! HEM DE BANA!”

”Sen beni öldürecek misin? Böyle evlat olmaz olsun! Bundan sonra ne ehliyet, ne okul hiçbirini hak etmiyorsun! Okula da gitmeyeceksin! O okul seni böyle yaptı! BU NE CESARET!”

Yanına gittim konuşmak için. Dinlemedi, bağırıp çağırmaya devam etti.

Tamam anne dedim istediğin gibi olsun. İstediğin gibi yaşayacağım merak etme, ama sadece senin için takacağım ve bunu senin için takmaya devam ettikçe her gün senden nefret edeceğim.

Yolda ağladı, ben de ağladım. Bundan sonra asla eskisi gibi olamayacağını, eski mutluluğuna kavuşamayacağını söyledi. “İyi ki üç tane çocuğum var, onlar beni el üstünde tutuyor. Senin gibi hayırsız evlat olmaz olsun!” nidaları eşliğinde arabada yol aldık.

İnerken özür diledim. Bir nevi barıştık.

Ama o kadar uzak ki içim ona karşı. Onun beni anlamayışına, bir kez bile anlamaya çalışmayışına karşı. Ölüm bu sıralar çokça zihnime düşüyor. Çok içten çok yoğun bir ölme arzusu. Dünyadaki acılardan el ayak çekmek, kendini boşluğun derin sonsuzluğuna bırakmak. Her şeyi bırakıp gitmek o kadar güzel bir kaçış haline geliyor ki. Keşke kendimi yok edebilsem, keşke tüm bunlar hiç olmamış olsa. Keşke bu kadar yıpratmamış olsaydı bu konular beni. Ama olanla ölene çare yok, yaşayıp gidiyoruz. Bir şekilde bu acıyı da unutacağımı biliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir